Duygusal Yalnızlık: ‘’Kendimi çok yalnız hissediyorum. Neden Kimse Beni Anlamıyor?’’
Kimse beni anlamıyor.’’, ‘’Kalabalıklar içinde bile yalnız hissediyorum.’’
Bu cümleler size de tanıdık geliyor mu? Bazı insanlar, kimsenin onları gerçekten görmediğini, ne söylemeye çalıştıklarını duymadığını veya neler yaşadıklarını anlamadığını düşünür. Peki, neden? Bir insan neden yalnız hisseder ve bu konuda ne yapılabilir?
Öncelikle, yalnız olmak ile yalnız hissetmek aynı şey değildir. Yalnız olmak ve kendimizle vakit geçirmek deşarj olmamız için önemlidir. Ancak, yalnız hissetmek, tercihinize bağlı değildir ve insanî bir bağın özlemini çekerken yalnız hissetmekle ilgilidir. Bu yalnızlık hissi, sınırlı bir sosyal ağa sahip olmaktan da kaynaklanabilir. Ancak bu yazıda genellikle gözden kaçan ikinci bir yalnızlık türüne değineceğim: duygusal yalnızlık.
Duygusal yalnızlık, insanlarla derin, besleyici ilişkiler kurmanın eksikliğini belirtir. Kişi, biriyle konuşmak istediğinde arayabileceği kimseyi bulamaz. Bu çevresinde hiç insan olmadığı için değildir. Bunun nedeni yakınlıktan, yargılanmaktan korkması olabilir. Başkalarına güvenmekte veya iletişim kurmakta zorlanabilir. Ya da başka nedenlerden dolayı böyle hissediyor olabilir. Sebebi ne olursa olsun, yalnız ve anlaşılmamış hissetmek ciddi bir durumdur.
Kişinin anlaşılmadığını hissetmesi genellikle acı vericidir. Öfke, kızgınlık, endişe ve üzüntü gibi pek çok duyguya da neden olabilir ve depresyon ve anksiyeteye yol açabilir. Kişi, yakın ilişkileri olsa bile, hayatının çok farklı olduğunu, hiç kimsenin acısını, endişelerini ve değişken duygularını gerçekten anlamadığını hissedebilir. Anlaşılmadığını düşünmek, duygusal yalnızlığa yol açabildiği gibi sosyal izolasyona da yol açabilir.
Neden Kimsenin Beni Anlamadığını Hissediyorum?
Neden anlaşıldığımızı hissetmeye ihtiyacımız vardır? Anlaşıldığını hissetme arzusu, insan deneyiminin normal bir parçasıdır. Bizler kendi imajımızı doğrulayan sosyal bağlantılar ararız. Bu nedenle, başkalarının bizim kim olduğumuz konusunda net bir anlayışa sahip olduğunu varsayma eğilimindeyizdir, ancak bu doğru değildir, birinin bizi anlaması düşündüğümüz kadar kolay değildir.
Çünkü, kendimiz hakkında bildiklerimiz ile başkalarının bizim hakkımızda bildikleri aynı değildir. Örneğin birisi bizim görünüşümüzü bilebilir fakat düşüncelerimizi bilmesi için bizim bu düşünceleri fark edip ifade etmemiz gerekir ya da bizim davranışlarımızı görebilir fakat davranışlarımızın altında yatan düşünce ve duyguları biz söylemeden bilemez. Bu nedenle, başkalarının bizim hakkımızda sandığımızdan daha az bilgiye sahip olduğunu fark etmemiz önemlidir. Ayrıca, başkalarının yargılarının da kendi yorumlarından etkilendiğini kabullenmemiz de ‘’anlaşılmama’’ konusunda bize fayda sağlayabilir.
Çoğu zaman, başkaları bizi anlamadığında, bizi umursamadıklarını düşünebiliriz. Ancak, kendimizi ifade edeceğimiz insanı çoğunlukla biz seçtiğimiz için bu umursanmama durumu nadiren gerçekleşir. Göremesek bile, çoğu zaman, insanlar başkalarını anlamak için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırlar.
Duygusal Yalnızlıkla Nasıl Başa Çıkarız?
Kimsenin sizi anlamadığını düşündüğünüzde, duygusal yalnızlık çektiğinizde yaşadığınız acıyla nasıl başa çıkıyorsun? Duygusal yalnızlıkla başa çıkmanıza yardımcı olabilecek bazı fikirler şunlardır:
1. Açık ve yapıcı bir şekilde iletişim kurmayı öğrenin. Hayatınızda sevdiğiniz ve sevecen olan insanlar varsa, durumunuzu anlamaları için onlara gerçek bir şans verdiniz mi? Buna cevap vermeden önce iyi düşünün. Belki de sadece sorunlarınızı ima ettiniz ve açıkça ifade etmediğiniz için sevdikleriniz anlayamadı. Ya da belki de ima etmeyi sorunlarınızı paylaşmak olarak gördünüz. Ama artık ima etmenin açıkça söylemek olmadığını biliyorsunuz. Sorunlarınızı net ve yapıcı bir şekilde paylaşabileceğiniz yollar bulabilirseniz, artık yalnız hissetmeyebilirsiniz.
Sizi zorlayan şeyler hakkında konuşmanız için bazı ipuçları şunlardır:
- Güvendiğiniz ve dinlemeye istekli birini seçin. Konuşmanız için bir zaman ve yer seçin. Zorlandığınız bir şeyi paylaşmak istediğinizi söyleyerek başlayın. Bazen neye ihtiyacın olduğu konusunda net olmak yardımcı olur: “Benim için çözümler bulmana gerek yok, endişelenmene gerek yok, sadece bunu paylaşmanın beni çok rahatlatacağını düşünüyorum, buna ihtiyacım var. Beni dinler misin?” Bu şekilde, beklentiler netleşir ve belki de iyi niyetli tavsiyelerle kesintiye uğramazsınız.
- Söyleyecek doğru kelimeleri bulamadığınızda, belki sizin için durumunuzu ifade edebilecek bir kitap veya film bulabilirsiniz. Duygusal yalnızlıkla mücadele ederken her zaman kitaplardan, filmlerden ve müzikten yararlanabilirsiniz.
- Eğer seçtiğiniz kişi ile konuşmanız umduğunuz gibi gitmezse, cesaretiniz kırılmasın veya reddedilmiş hissetmeyin. Bazen bazı şeylerin yerine oturması zaman alır. Ayrıca, bu sadece bir kişidir, tüm dünya değil. Her zaman umursayan ve anlayan biri vardır.
- Yaşadıklarınızı anlayan insanları bulun. Etrafınızda içinizi dökebileceğiniz kimse yok mu? Dünyanın her yerinde sizin gibi zorlandıkları durumlarla mücadele eden başkaları da var. Destek grupları ve çevrimiçi topluluklar anlaşılmaya giden iyi bir yol olabilir. Tabii ki çevrimiçi ortamda kişisel ve gizli ayrıntıları kimlerle paylaştığınıza dikkat ettiğiniz sürece. Ancak, benzer sorunlara sahip olan insanlarla konuşmak yardımcı olduğu kadar soruna odaklanmaya devam etmeye de neden olabilir ve bu da daha fazla sıkıntıya neden olur. Bu yüzden, lütfen ‘etiketler’i bir kenara bırakın. Siz sorunlarınızdan daha fazlasısınız.
- Kendinizi farklı bir şekilde ifade edin. Konuşmalarda nasıl hissettiğinizi açıklamakta zorlanıyorsanız, bu durumun duygularınızı ifade etmekten sizi alıkoymayacağını bilin. Örneğin yazmak, düşüncelerinizi fark etmek ve toparlamak için size zaman verir. Resim ve kolajlar yapmak, kelimelere dökemeyeceğiniz duyguları ifade etmenize yardımcı olur. Ayrıca yaşadıklarınızı yansıtan bir çalma listesi yapabilir ve üzüntünüzü şarkılarla işleyebilirsiniz. Günlük tutma, çizim yapma, şarkı söyleme veya dans etme yoluyla kendinizi yaratıcı bir şekilde ifade etmek, ihtiyaç duyduğunuz duygusal boşalmayı sağlayabilir. 4. Kendinizle konuşmanıza (iç sesinize) dikkat edin! Duygusal yalnızlık, ağır bir boşluk hissine sebep olabilir ve sosyal olarak dışlanmış olmak da canınızı acıtabilir. Sürekli yalnız hissetmek, depresyon riskini artırır. Bu yüzden iç diyaloğunuza dikkat etmeniz önemlidir. Çünkü kafanızda insanların sizi umursamadığını ya da ne kadar yalnız olduğunuzu tekrarlamaya devam ederseniz, bu sizi daha da kötü hissettirecektir. Elbette üzüntünüzü görmezden gelmek zorunda değilsiniz, ancak olumsuz otomatik düşüncelerinize dikkat edin.
Aşırı genelleme yapmayın. Bir kişi sizi anlamadığında, bu kimsenin sizi anlamadığı anlamına gelmez. Ayrıca her şeyi kişisel algılamayın; çoğu zaman, insanların seçimlerinin sizinle çok az ilgisi vardır. Son olarak, hayatınızı başkalarıyla karşılaştırmayın. Instagram’da gördüğünüz, resmin tamamı değildir. Sosyal medya kıskançlığına yatkınsanız, kendinize bir iyilik yapın ve özenle seçilmiş anlık görüntüleri izlemeyi bırakın. Kendinizle negatif konuşmak yerine, yalnız hissettiğiniz anlarda zihninizi olumlu bir şekilde dağıtmaya çalışın. Bir duygu günlüğü tutabilir veya bir yemek pişirebilirsiniz., sizi ne eğlendiriyorsa, onu yapın.
Ayrıca olumsuz iç konuşmalar insanların sizin için neler yaptıklarını fark etmenizi de engelleyebilir. Bazı insanlar beklentilerinizi istediğiniz şekilde karşılamasa bile, aynı derecede önemli başka şeyler verebilirler. İnsanlara objektif bakmaya çalışın. İyi bir dinleyici midirler? Size yardım etmek için zamanlarını ayırırlar mı/ayırdılar mı? İletişim kurduğunuzda cevap veriyorlar mı, size ilgi gösteriyorlar mı?
5. Temas Kurun, İletişim Kurun. Kimse sizin durumunuzu gerçekten anlamıyormuş gibi görünse bile insanlarla iletişim kurmaktan vazgeçmeyin. Kendinizi ne kadar geri çekerseniz, o kadar az dahil hissedersiniz ve güvenebileceğiniz birini bulmak o kadar zorlaşır. Elbette incitici veya tek yönlü ilişkiler kurmanızı söylemiyorum. Ancak, iletişimde kalmaya çalışan tanıdıklarınız varsa, istediğiniz şekilde bir iletişim kurmasanız bile, onları geri çevirmeyin. Hayatınızdaki nazik insanlara küçük veya büyük yollarla ulaşmaya devam edin.
Duygusal yalnızlığınız hakkında bir uzmanla iletişim kurmayı da düşünün. Uzmanlar size yardım edebilirler. Yaşadığınız durumla başa çıkamadığınızı düşünüyorsanız ve giderek daha fazla depresif hissediyorsanız bir uzman yardımı almanız oldukça önemlidir.
6. Başkalarını Anlamaya Çalışın. Başkalarına anlayış sunmuyorsanız, onlardan sizi anlamalarını bekleyebilir misiniz? Dinleme becerilerinize gözden geçirin. Başkalarının sözlerini kesmeden söylediklerini dinliyor musunuz? Onların kendi fikirlerini kabul ediyor musunuz, yoksa sürekli olarak onlara sormasalar bile tavsiye mi veriyorsunuz? Onlara söyledikleri hakkında düşünceli yaklaşıyor musunuz? Duyduklarınızla bağlantılı olan sizinle ilgili bir şey anlatmaya çalışıyor musunuz?
“Kimse Beni Anlamıyor!” Diye Düşünüyorsanız Kendinize Sorabileceğiniz Üç Soru
- Neden Başkalarının Beni Anlamasına İhtiyacım Var?
- Ya Kimse Beni Anlamıyorsa/Anlamazsa? (Peki kimse sizi anlamıyorsa olabilecek en kötü şey nedir?)
- Kimse Beni Anlayamaz…Ama Ben Kendimi Anlıyor muyum? (Çünkü, başkaları tarafından anlaşılmak aslında kendini anlamakla başlar.)
Bu sorulara cevap vermek için sakince düşünün. Bu konuyla ilgili farkındalık kazandıkça, “Kimse beni anlayamaz” diye düşünmekten ve hissetmekten “Ben kendimi anlayabiliyorum ve bu insanların beni daha iyi anlamalarına yardımcı oluyor”a doğru gidebilirsiniz.
Psikoterapi Anlaşıldığımı Hissetmeme Yardımcı Olabilir mi?
Terapide, terapistinizle güvenli bir ortamda güçlü bir ilişki kurarsınız. Bazen ihtiyacımız olan tek şey, güvene dayalı bir ilişkinin ne olduğunu deneyimlemektir. Böyle bir deneyim, terapi odasının dışında da kendimiz için bu anlayışı yaratma konusunda yeterince cesur olmamıza yardım edebilir.
Ve son olarak, yalnız ve anlaşılmamış hissetseniz bile şunu unutmayın: Yalnız değilsiniz.
KAYNAK
https://www.psikomental.com.tr/duygusal-yalnizlik-kimse-beni-anlamiyor/
Yayınlanma: 12.10.2023 13:59
Son Güncelleme: 16.08.2024 17:47

Bunları da sevebilirsiniz...

Evlilikte Duyarsızlık: Psikolojik Dinamikler ve Çözüm YollarıEvlilik, iki bireyin duygusal, fiziksel ve zihinsel olarak birbirine bağlandığı, karşılıklı anlayış ve destek üzerine kurulu bir birlikteliktir. Ancak, zamanla çiftler arasında duygusal bağın zayıflaması, empati eksikliği ve ilgisizlik gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Evlilikte duyarsızlık, partnerlerden birinin ya da her ikisinin de diğerinin duygularına, ihtiyaçlarına veya beklentilerine karşı kayıtsız kalması olarak tanımlanabilir. Bu durum, evliliğin temel taşlarından olan güven, sevgi ve iletişimi tehdit ederek ciddi çatışmalara yol açabilir. Bu makalede, evlilikte duyarsızlığın psikolojik nedenleri, etkileri ve çözüm yolları ele alınacaktır.Evlilikte Duyarsızlığın Psikolojik NedenleriEvlilikte duyarsızlığın kökeninde bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörler yatabilir. İlk olarak, bireysel faktörler arasında kişinin geçmiş deneyimleri, duygusal olgunluk düzeyi ve stresle başa çıkma becerileri yer alır. Örneğin, çocukluk döneminde duygusal ihmale maruz kalmış bir birey, yetişkinlikte duygularını ifade etmekte zorlanabilir ve partnerinin ihtiyaçlarına karşı duyarsız kalabilir. Ayrıca, kişinin kendi duygularına yabancılaşması (aleksitimi) da empati kurma yeteneğini zayıflatabilir.İlişkisel faktörler, çiftler arasındaki iletişim kalitesine ve çatışma çözme becerilerine bağlıdır. Uzun süreli evliliklerde, çiftler rutinlere hapsolabilir ve birbirlerinin duygusal sinyallerini fark etmeyi bırakabilir. Örneğin, bir partnerin sürekli olarak iş stresiyle meşgul olması, diğer partnerin duygusal ihtiyaçlarını göz ardı etmesine neden olabilir. Ayrıca, çözülmemiş çatışmalar veya biriken kırgınlıklar, duygusal mesafe yaratabilir ve duyarsızlığı körükleyebilir.Çevresel faktörler arasında ise modern yaşamın getirdiği baskılar öne çıkar. Yoğun iş temposu, maddi sorunlar veya çocuk yetiştirme sorumlulukları, çiftlerin birbirine ayıracakları zamanı ve enerjiyi azaltabilir. Bu durumda, partnerler farkında olmadan birbirine karşı ilgisiz hale gelebilir.Duyarsızlığın Evliliğe EtkileriEvlilikte duyarsızlık, hem bireysel hem de ilişkisel düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Duyarsızlığın en yaygın etkilerinden biri, duygusal bağın zayıflamasıdır. Bir partnerin sürekli olarak diğerinin ihtiyaçlarına kayıtsız kalması, terk edilmişlik, değersizlik ve yalnızlık hislerini tetikleyebilir. Bu durum, zamanla öfke, hayal kırıklığı veya depresif belirtiler gibi duygusal sorunlara yol açabilir.Duyarsızlık, aynı zamanda iletişimde bozulmalara neden olur. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan bir partner, kendini ifade etmekten vazgeçebilir veya agresif bir iletişim tarzı benimseyebilir. Bu, çiftler arasında kısır döngüye dönüşen çatışmalara yol açar. Örneğin, bir partnerin "Seninle konuşmak anlamsız, zaten beni umursamıyorsun" gibi söylemleri, diğer partneri savunmaya geçirerek iletişimi daha da zorlaştırabilir.Duyarsızlığın uzun vadeli etkileri arasında ise evliliğin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesi yer alır. Partnerlerden biri sürekli olarak ihmal edildiğini hissederse, bu durum sadakatsizlik, ayrılık veya boşanma gibi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, duyarsızlık çocukların da duygusal gelişimini etkileyebilir; ebeveynler arasındaki soğukluk, çocuklarda güvensizlik veya kaygı gibi sorunlara neden olabilir.### Çözüm Yolları: Duyarsızlığı Aşmak İçin Psikolojik StratejilerEvlilikte duyarsızlığı aşmak, çiftlerin bilinçli çabaları ve duygusal yatırımlarıyla mümkündür. Aşağıda, bu sorunu çözmek için uygulanabilecek psikolojik stratejiler sıralanmıştır:1. *Açık ve Yapıcı İletişim Kurma*: Çiftler, duygularını ve ihtiyaçlarını açıkça ifade etmeye özen göstermelidir. "Sen hep böyle yapıyorsun" gibi suçlayıcı ifadeler yerine, "Bazen ihtiyaçlarımı fark etmediğini hissediyorum, bu konuda konuşabilir miyiz?" gibi yapıcı bir dil kullanılabilir. İletişimde "ben dili" kullanmak, karşı tarafın savunmaya geçmesini önler.2. *Empati Geliştirme*: Empati, partnerin duygularını anlamak ve onun bakış açısını takdir etmek anlamına gelir. Çiftler, birbirlerinin duygusal sinyallerine daha fazla dikkat ederek empati becerilerini güçlendirebilir. Örneğin, partnerin stresli bir gün geçirdiğini fark eden bir eş, destekleyici bir tavır sergileyerek duygusal bağı güçlendirebilir.3. *Kaliteli Zaman Geçirme*: Yoğun yaşam temposunda çiftlerin birbirine ayırdığı zaman azalabilir. Birlikte geçirilen kaliteli zaman, duygusal yakınlığı artırır. Haftada bir akşam yemeği, ortak bir hobi veya basit bir yürüyüş bile ilişkiyi canlandırabilir.4. *Duygusal Farkındalığı Artırma*: Partnerler, kendi duygularını ve ihtiyaçlarını daha iyi anlamak için öz-yansıtma yapabilir. Meditasyon, günlük tutma veya terapi gibi yöntemler, duygusal farkındalığı artırarak duyarsızlığın azalmasına yardımcı olur.5. *Çift Terapisi*: Profesyonel destek, duyarsızlığın altında yatan nedenleri anlamak ve etkili iletişim stratejileri geliştirmek için faydalıdır. Çift terapisi, çiftlerin birbirine karşı daha duyarlı hale gelmesine ve ilişkilerini yeniden inşa etmesine olanak tanır.6. *Stresle Başa Çıkma Becerilerini Geliştirme*: Dışsal stres faktörleri duyarsızlığı tetikleyebilir. Çiftler, stres yönetimi teknikleri (örneğin, nefes egzersizleri veya zaman yönetimi) öğrenerek birbirine daha fazla enerji ayırabilir.Evlilik ve İlişki Terapisinin Temel PrensipleriEvlilik ve ilişki terapisi, çeşitli temel prensipler üzerine inşa edilmiştir. Bu prensipler, çiftlerin ilişkilerini anlamalarına ve sorunlarını çözmelerine yardımcı olur. İşte evlilik ve ilişki terapisinin temel prensiplerinden bazıları:İlişkiyi önceliklendirmeİlişki terapisi, çiftlerin ilişkilerini önceliklendirmelerini sağlar. İlişkideki sorunlar genellikle diğer yaşam stresleri tarafından gölgelenebilir. Terapistler, çiftlere ilişkilerini önemsemelerini ve ona zaman ayırmalarını öğütler. Bu, ilişkinin sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlar.Eşitlik ve saygıEvlilik ve ilişki terapisi, çiftler arasında eşitlik ve saygı temelinde kurulmuştur. Terapistler, çiftlere birbirlerine karşı saygılı olmayı, duygularını ifade etmeyi ve ihtiyaçlarını dile getirmeyi öğretir. Bu, sağlıklı bir iletişim ve karşılıklı anlayışın temelidir.İletişim becerileri geliştirmeİletişim, sağlıklı bir ilişkinin temel taşıdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere etkili iletişim becerileri geliştirmeleri konusunda rehberlik eder. Terapistler, aktif dinleme, empati kurma ve açık bir şekilde ifade etme gibi becerileri öğretir. Böylece, çiftler duygularını daha iyi ifade edebilir ve birbirlerini daha iyi anlayabilir.Çatışma yönetimiHer ilişkide çatışmalar kaçınılmazdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere çatışma yönetimi becerilerini öğretir. Terapistler, çiftlerin çatışmaları yapıcı bir şekilde ele almalarını sağlar. Bu, çiftler arasındaki anlaşmazlıkların daha sağlıklı bir şekilde çözülmesine yardımcı olur.#SonuçEvlilikte duyarsızlık, çiftlerin duygusal bağını zayıflatan ve ilişkiyi tehdit eden ciddi bir sorundur. Ancak, bu durum çözümsüz değildir. Duyarsızlığın kökeninde yatan bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörleri anlamak, çözüm yollarını belirlemede ilk adımdır. Açık iletişim, empati, kaliteli zaman geçirme ve profesyonel destek gibi stratejiler, çiftlerin birbirine karşı duyarlılığını artırabilir. Evlilik, sürekli bir çaba ve özen gerektirir; duyarsızlığı aşmak ise bu çabanın en önemli parçalarından biridir. Çiftler, birbirine karşı duyarlılıklarını yeniden inşa ederek daha sağlıklı, tatmin edici ve sürdürülebilir bir ilişki kurabilirler. Yazıyı Oku
Uzman: Hidayet ÇALIŞKANYayınlanma: 21.04.2025
Stockholm Sendromu, psikoloji literatüründe, mağdurların kendilerine zarar veren ya da onları esir tutan kişilere karşı duygusal bir bağ geliştirdiği bir durum olarak tanımlanır. Bu sendrom, adını 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir banka soygunu olayından almıştır. Soyguncular tarafından altı gün boyunca rehin tutulan dört banka çalışanı, kurtarılmalarına rağmen soygunculara karşı sempati geliştirmiş, hatta bazıları onların avukatlık masraflarını karşılamış ve biri soyguncudan biriyle evlenmek için nişanlısından ayrılmıştır. Psikiyatr Nils Bejerot tarafından ilk kez tanımlanan bu durum, sadece rehine durumlarıyla sınırlı kalmayıp, aile içi şiddet, cinsel taciz, insan ticareti ve tarikat gibi baskıcı ilişkilerde de gözlemlenmektedir. Bu makalede, Stockholm Sendromu’nun tanımı, belirtileri, nedenleri ve tedavi yöntemleri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Stockholm Sendromu Nedir?Stockholm Sendromu, bir mağdurun, kendisini fiziksel ya da psikolojik olarak tehdit eden kişiye karşı empati, sempati ve hatta bağlılık geliştirmesi durumudur. Bu durum, genellikle hayatta kalma içgüdüsüne dayanan bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar. Mağdur, tehdit altında olduğu bir ortamda, saldırganın küçük iyiliklerini abartarak ona karşı olumlu duygular besleyebilir. Örneğin, bir rehine, kendisine yemek veren veya zarar vermemeyi seçen bir soyguncuyu “iyi” biri olarak algılayabilir. Bu, mağdurun stresli ve tehlikeli bir durumda kontrol hissi kazanma çabasıdır.Sendrom, yalnızca rehine durumlarında değil, günlük hayatta da görülebilir. Örneğin, aile içi şiddet mağdurları, kendilerine zarar veren partnerlerine karşı bağlılık geliştirebilir. Benzer şekilde, tarikat üyeleri veya savaş esirleri de baskıcı figürlere karşı paradoksal bir bağlılık sergileyebilir. Bu durum, mağdurun dünyayı saldırganın perspektifinden görmeye başlaması ve kendi kimliğini kaybetmesiyle karakterizedir.Stockholm Sendromu’nun BelirtileriStockholm Sendromu’nun belirtileri, mağdurun psikolojik ve duygusal durumunda belirgin değişikliklerle kendini gösterir. En yaygın belirtiler şunlardır:1. *Saldırgana Karşı Sempati ve Empati*: Mağdur, kendisine zarar veren kişiyi suçlamak yerine onun davranışlarını haklı çıkarmaya çalışabilir. Örneğin, bir rehine, soyguncunun “zor bir hayatı” olduğunu düşünerek ona acıyabilir.2. *Duygusal Bağlılık*: Mağdur, saldırganla güçlü bir duygusal bağ kurabilir. Bu bağ, saldırganın mağduru koruduğu veya ona anlayış gösterdiği yanılsamasına dayanabilir.3. *Kurtarıcılara Karşı Olumsuz Tutum*: Mağdur, polise veya kendilerini kurtarmaya çalışan diğer kişilere karşı düşmanca bir tavır sergileyebilir. Örneğin, 1973 Stockholm olayında rehineler, polisin operasyon yapacağını öğrenince soyguncuları uyarmıştır.4. *Kendini Suçlama*: Mağdur, yaşadığı durumu kendi hatası olarak görebilir ve saldırganı suçlamaktan kaçınabilir.5. *İzolasyon Hissi*: Mağdur, yalnızca saldırgan tarafından anlaşıldığını düşünerek dış dünyadan kopabilir.6. *Anksiyete ve Depresyon*: Mağdurlarda uyku bozuklukları, kabuslar, odaklanma sorunları ve duygusal boşluk gibi belirtiler sıkça görülür.Bu belirtiler, mağdurun yaşadığı travmatik deneyimin bir sonucu olarak ortaya çıkar ve genellikle bilinçsiz bir şekilde gelişir. Stockholm Sendromu’nun NedenleriStockholm Sendromu’nun kesin nedenleri bilinmemekle birlikte, birkaç faktörün bu durumu tetiklediği düşünülmektedir. En temel neden, mağdurun hayatta kalma içgüdüsüdür. Tehdit altında olan bir birey, saldırganla bağ kurarak hayatta kalma şansını artırmaya çalışır. Diğer nedenler arasında şunlar yer alır:- *Uzun Süreli Temas*: Mağdur ile saldırgan arasındaki uzun süreli etkileşim, duygusal bağlanmayı kolaylaştırır.- *Güç Dengesizliği*: Saldırganın mağdur üzerindeki mutlak kontrolü, bağımlılık hissini artırır.- *İzolasyon*: Mağdurun dış dünyayla bağlantısının kesilmesi, saldırganı tek ot [belirtme] kaynağı haline getirir.- *Manipülasyon*: Saldırganın mağdura karşı hem tehditkar hem de “nazik” davranışları, mağdurda kafa karışıklığına yol açar.- *Biyolojik Faktörler*: Travmatik durumlar, beyin kimyasında değişikliklere neden olabilir ve bu da duygusal bağlanmayı tetikleyebilir.Stockholm Sendromu’nun TedavisiStockholm Sendromu, resmi bir psikiyatrik tanı olarak DSM-V’te yer almasa da, psikolojik bir durum olarak kabul edilir ve tedavi edilmesi gereken ciddi bir durumdur. Tedavi, genellikle mağdurun travmatik deneyimlerini anlaması, duygusal bağlarını sorgulaması ve sağlıklı başa çıkma mekanizmaları geliştirmesi üzerine odaklanır. Başlıca tedavi yöntemleri şunlardır:1. *Psikoterapi*: Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve travma odaklı terapi, mağdurun yanlış inançlarını sorgulamasına ve travmatik deneyimleriyle başa çıkmasına yardımcı olur. EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) terapisi de travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtilerini hafifletmede etkilidir.2. *İlaç Tedavisi*: Anksiyete, depresyon veya uyku bozuklukları gibi belirtiler için psikiyatristler tarafından antidepresan veya anksiyolitik ilaçlar reçete edilebilir.3. *Destek Grupları*: Benzer deneyimler yaşayan kişilerle bir araya gelmek, mağdurun yalnız olmadığını hissetmesini sağlar ve iyileşme sürecini hızlandırır.4. *Aile ve Çevresel Destek*: Mağdurun ailesi ve arkadaşlarının destekleyici bir tutum sergilemesi, duygusal iyileşme için kritik öneme sahiptir.5. *Farkındalık ve Eğitim*: Mağdurun ve çevresinin Stockholm Sendromu hakkında bilgi sahibi olması, durumu tanımayı ve erken müdahale etmeyi kolaylaştırır.Tedavi süreci, mağdurun bireysel hikayesine ve klinik belirtilerine göre özelleştirilir. Amaç, mağdurun kendi duygularını tanıması, özgüvenini yeniden kazanması ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesidir. SonuçStockholm Sendromu, insan psikolojisinin karmaşık ve çoğu zaman anlaşılması zor bir yönünü temsil eder. Mağdurun, kendisine zarar veren kişiye karşı geliştirdiği duygusal bağ, hayatta kalma içgüdüsünün bir sonucu olarak ortaya çıkar ve hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Sendromun belirtilerini tanımak, erken müdahale için kritik öneme sahiptir. Psikoterapi, ilaç tedavisi, destek grupları ve çevresel destek gibi yöntemlerle, mağdurlar travmatik deneyimlerini aşabilir ve sağlıklı bir yaşam sürebilir. Ancak, bu süreçte profesyonel yardım almak ve sabırlı bir yaklaşım benimsemek esastır. Stockholm Sendromu, sadece mağdurları değil, aynı zamanda toplumu da etkileyen bir durumdur ve bu nedenle farkındalık yaratmak, önleyici adımlar atmak ve destek sistemlerini güçlendirmek büyük önem taşır.*Kaynaklar*:- Memorial Tıbbi Yayın Kurulu, “Stockholm Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri,” 2024.[](https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/stockholm-sendromu-nedir)- Acıbadem Web ve Yayın Kurulu, “Stockholm Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri,” 2024.[](https://www.acibadem.com.tr/ilgi-alani/stockholm-sendromu/)- NPİSTANBUL, “Stockholm Sendromu Nedir, Belirtileri Nelerdir?,” 2025.[](https://npistanbul.com/stockholm-sendromu-nedir-belirtileri-nelerdir) Yazıyı Oku
Uzman: Hidayet ÇALIŞKANYayınlanma: 21.04.2025
Aşk; tanımı yapılması oldukça zor kelimelerden biridir. Ben bu noktada romantik aşktan bahsetmek istiyorum. Aşk; birine karşı hissedilen güçlü bağlılık, sevgi ve çekim duygusudur. Aşık olma; bireylerin birbirine güçlü şekilde çekilmesi ve duygularını derinleştirmeleriyle birlikte ilişkiyi sürdürmek istemeleriyle başlar. Aşık olma; yüksek fiziksel çekimi, yoğun duygusallığı ve sevdiğin kişiyi sık sık düşünmeyi ve bunların sonucunda bağlılığı içinde barındırır. Bağlanma birey için bir ihtiyaç olmakla birlikte ait olma gereksiniminin yansımasıdır, bu nedenle evrimsel kalıtımımızın bir parçasıdır. Ruhumuzun sevmeye ve bağ kurmaya ihtiyacı vardır. Her birimizin bağlanma biçemleri vardır. Üç geleneksel bağlanma biçemi güvenli, kaygılı ve kaçıngan bağlanmadır. Bağlanma ilişkileri bebeklikte başlar fakat yaşam boyunca önemlidir ve aile arkadaşlarla olduğu kadar partnerle olan ilişkileri de kapsar. Bağlanma; duygusal düzenleme, ilişki tutarlılığı, ilişkisel nitelik ve iletişim, çatışma ve yakınlık olmak üzere zamanla romantik ilişkilerin birçok yönüyle ilişkilendirilmiştir. Örneğin; güvenli bağlanan kişiler yakınlığı hoş karşılarken, kaçınmacı kişiler bundan korkabilir. Kaygılı kişiler ise terk edilmekten korkabilirler. İnsanlar; ilişki partnerlerinde belirli bağlanma niteliklerini arayabilirler ya da belirli bağlanma biçemine sahip olan partnerle yaşadığı birliktelik kendi bağlanma biçemini değiştirebilir. Bir partnerin ihaneti güvenli bağlanma biçemimizi sarsarken, sürekli ve kestirebilir biçimde seven partner kaçıngan bağlanma biçemimizi güvenli hale getirebilir. Aşk yaşamımıza bambaşka şekilde yansımaktadır. Bazen bu yansıyış canımızı yakabilir.. AŞK kurtulunması gereken bir şey olmaktan çok tadına varılması gereken bir şey olarak düşünülür nitekim keşke her zaman böyle olsa fakat birçok kez en çok gereksinimi duyulan ayakta kalma ve iyileşmedir. Aşk ve ilişki de hayat gibi inişli çıkışlı bir yolculuktur. Günümüzde sıkça duyduğumuz kavramlar arasına sevginin bir anda yoğun bir şekilde gösterilmesiyle başlayan " Love Bombing", aniden ortadan kaybolmalarla tanımlanan "Ghosting" ve gerçeklik algısını sarsacak kadar etkili bir manipülasyon yöntemi olan "Gaslighting" eklendi. Bu kavramlar sağlıklı ilişki dinamiklerini sarsan ciddi unsurlar olarak önümüze çıkmaktadır. Bunları yaşadıktan sonra aşkın yitik haline tanıklık etmemiz kaçınılmaz olmaktadır. Bu noktada yitik bir aşktan kurtulmak pek kolay olmamasına rağmen değişik stratejiler ile süreci kolaylaştırabiliriz.İlki ve en önemlisi bunun zaman alacak olmasıdır. Bu yüzden sabırlı davranmalıyız. İlişkide bağlanma gereksinimi varsa bunu yitirmek bireyi sarsan olumsuz bir deneyim olmaktadır. Aslında ilişkiler bittiğinde belki de canımızı en çok yakan şeylerden biri o bağı kaybetmiş olmamızdır. Bundan kaynaklı bireyler bir anda iyileşme beklememelidir. Bireyler bu süreçte kendisine bakım ilkelerini hatırlatmalıdır. İyi beslenme ve uyuma, bedenimiz ve işimiz üzerine odaklanma iyileşme sürecinde yardımcı olabilir. Ve en önemlilerinden bir tanesi de destek sistemidir. Bu destek sistemine güvenmek önemlidir. Onarım sürecinde olan birey için toplumsal yaşama dönmesini sağlayacak etkinlikler önermeden duyarlı ve yargısız bir dinleyici olmaya kadar arkadaşlar ve aile sık sık yardımcı olabiilir.Ayrıca bireyin onarımını hızlandırmak için yapılması ve yapılmaması gereken bazı özgül davranış stratejileri vardır. Yapılmaması gerekenler oldukça açıktır:Partneri anımsatıcı şeyleri çevrenizde tutmayın. (resimler,hediyeler..)Eski partneri aramayın ve evinin veya apartmanının yakınlarından geçmeyin.Ortak arkadaşlarınıza partneriniz hakkında soru sormayın. Eğer iyileşmekte olan birey eski partnerini düşünmeye başlarsa, gözünün önünde bu düşünceyi durduracak bir DUR işareti canlanmalıdır.Eğer bir şarkı veya müzik parçası partneri hatırlatıyorsa o şarkı veya müzik parçası dinlenmemelidir.Son olarak o ilişki hiç yaşanmamış gibi davranmak pek sağlıklı bir yöntem değildir. Acınızın farkında olun ve ileriye bakın. Yapılması gerekenlerden daha önce de bahsettiğimiz gibi kişinin görünümüne özen göstermesi, bir destek sistemine güvenmesi gerekmektedir. Ek olarak birey çalışma yaşamında veya okulda başarılı olmaya odaklanabilir veyahut kendisine yeni bir ilgi alanı bulup oraya yoğunlaşabilir. Gönüllü çalışmalara katılım sağlayıp insanlara yardım edebilir. Başkasına yardım etmek insanı kendisi hakkında düşünmekten uzaklaştırabilir ve iyileşme sürecinde fayda sağlayabilir. Bu süreç bir spor veya boş zaman etkinliğine başlamanın tam zamanıdır. Sanat bu noktada size fayda sağlayabilir. Sanat terapisi uygulayıcısı olarak şunu söyleyebilirim ki yazmak, boyamak, çizmek insan ruhunu en rahatlatan şeylerden biridir. Onun haricinde nefes egzersizleri, yoga, meditasyon. Hayatta her şey bir nefesle başlar. Doğru nefes alıp vermeye başladığınızda, bedeninizin dengeye girmesi korku ve endişelerinizden kurtulmanız, duygularınızı kontrol edebilmeniz, zihninizin ve düşüncelerinizin berraklaşması, hayatınızı kısıtlayan, yerleşmiş inanç ve davranış kalıplarının salıverilmesi; kısaca yenilenmeniz mümkün olacaktır. Bir düşünün.. En son ne zaman derin, uzun bir nefes aldınız? Eğer uzun zamandır derin bir nefes almadıysanız şimdi derin bir nefes alın ve sonrasında kendinize şu soruyu sorun: Sana kendine ne kadar değer verdiğini ilişkine baktığım zaman anlıyorum deseydim bu sana nasıl hissettirirdi? Eğer cevabın olumsuzsa onarıma kendimizden başlayarak en doğru kararı vermişiz demektir. İnsan kendine nasıl davranıyorsa karşısındaki de öyle davranır. Önce sen kendini sevmeli ve kendine değer vermelisin. Son olarak onarımda olan kişi aşk ilişkisini kaybettiğinde şu an çekmekte olduğu acıya neden olan, ait olma gereksiniminin ileride büyük olasılıkla yeni ve umut edilir daha başarılı bir aşk ilişkisine çekeceğini anımsamalıdır. Bu ilişki sana ne öğretti?, Belki de ilişkiden beklediklerini ve beklemediklerini öğretti. Dilersen bunları yepyeni bir sayfaya yazıp değerlendirebilirsin. Sen ilişkiden ne bekliyorsun? Sınırların neler? Seni neler rahatsız ve mutsuz eder? Sen ne olduğu zaman kendini seviliyor hissediyorsun? Senin sevgi dilin ne? Bütün bunlara verdiğin cevap seni yeniliğe hazırlayacak. Onarımını tamamlama yolculuğunda kendini daha iyi tanıman, anlaman ve yeni başlangıçlara hazırlanmanda yardımcı olabilmek dileğimle.. PSİKOLOG HANDE İPEK TEMEL.KAYNAKÇA YAKIN İLİŞKİLER PSİKOLOJİSİ, S. HENDRİCK. Yazıyı Oku
Uzman: Hande İPEK TEMELYayınlanma: 15.04.2025