1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Olmamış bir şeyi olmuş gibi gösterme hastalığı nedir?

Olmamış bir şeyi olmuş gibi gösterme hastalığı nedir?

“Eğer beynimizin sağ ve sol tarafları birbirinden bağımsız hareket etmeye başlarsa, hayal ve gerçeği ayırt edemeyiz. Beynin sağ ve sol kısımlarının bağımsız hareket etmesi olarak tanımlanan; Şizofreni, bireyin duygu düşünce ve davranışlarda anormal sapmalar yaşamasına sebep olur. Toplumdan uzaklaşma, olaylar karşısında fazla tepki verme veya tepkisiz kalma, mantıksız konuşmalar, konsantrasyon güçlüğü gibi belirtilerle yavaş yavaş ilerler..


Paranoid Şizofreni Nedir?

Paranoid şizofreni kendini daha çok birden fazla sanrı ya da sık işitme varsanıları ile gösterir. Yani ön planda daha çok pozitif belirtiler yer alır. Sanrılardan daha çok kötülük, düşmanlık görme (persekütuar) ve büyüklük (grandiyoz) sanrıları görülür. İşitme varsanıları çoğunlukla sanrıların içeriği ile ilişkili olur. Paranoid şizofreni katatonik ve dezorganize şizofreniye göre nispeten geç yaşlarda ortaya çıkar. Hastalar şizofreniye daha çok sosyal yaşamlarını kurmuş oldukları 20’li 30’lu yaşlarda yakalanırlar. O yüzden hastalığı daha rahat geçirir ve ego kaynakları diğer tip şizofrenili hastalara göre daha zengindir. Ayrıca paranoid şizofrenili hastalarda ruhsal beceriler ve duygusal katılım diğer tiplere göre daha çok korunmuştur. Paranoid şizofrenide davranışta gerileme de daha az görülür.

Paranoid şizofrenili hastalar şüpheci, gergin ve tetikte görünürler. Bazı kişilere aşırı resmi bazılarına da çok yakın durabilir ama genelde insanlara uzak duran bir tutum sergilerler. Tartışmacıdırlar, herkesten üstünmüş gibi davranırlar. Bilişsel işlevsellikleri ve duygulanımları görece sağlam kaldığından belirtilerini gizlemeyi ve toplumsal alanda idare etmeyi çok iyi başarırlar. Ancak provoke olduklarında özellikle beraber yaşadıkları kişilere karşı öfkeli ve saldırgan davranabilirler. İntihar girişiminde de bulunabilirler. Bazen de aile efradına farkında olmadan yaşadıkları sanrı ve varsanılardan söz edebilirler ama sorulduğunda inkâr ederler. Bu hastaların en önemli özelliği nöropsikolojik test performansında pek bozukluk gözlenmemesi ve tedaviye en iyi cevap veren şizofreni tipi olmasıdır.

Dezorganize (= Hebefrenik) Şizofreni Nedir?

Dezorganize şizofreni, bilişsel, ruhsal ve sosyal becerilerde belirgin gerileme (regresyon), dağınık (dezorganize) ve kontrolsüz (dizinhibe) davranışlarla karakterize bir şizofreni tipidir. Hastalar görünürde aktiftirler ancak hareketleri bir amaca ve işe yönelik değildir. Konuşma dağınıktır ve sıklıkla uygunsuz gülmeler ya da gülümsemelerle birliktedir. Duygulanımları donuk ya da uygunsuzdur. Yüz ifadelerinde grimas, mannerizm ve acayip mimikler gözlenebilir. Sanrı ya da varsanılar karma karışıktır ve belirli bir konu üzerinde yoğunlaşmaz. Dezorganize şizofreni genellikle 25 yaşından önce başladığından yıkanma, giyinme, yemek yapma gibi günlük yaşam etkinliklerini ileri derecede bozar. Nöropsikolojik ve bilişsel testlerde performans çoğunlukla düşüktür. O yüzden tedaviye cevabı en kötü olan şizofreni tipidir.

Katatonik Şizofreni Nedir?

Katatonik şizofreni motor işlevlerde belirgin bozulma ile karakterize bir şizofreni türüdür. Bu bozulmalar stupor, negativizm, rijidite, eksitasyon ve postür alma şeklindedir. Motor hareketler hareketsizlik (katatoni), aşırı motor etkinlik, aşırı negativizm, mutizm, istemli davranışlarda acaiplik, ekolali (karşıdakinin söylediğini tekrarlama) ve ekopraksi (karşıdakinin davranışlarını tekrarlama) şeklindedir. Motor hareketsizlik, katalepsi (balmumu esnekliği) ya da stuporla kendini gösterir.

Balmumu esnekliği hastaya bir pozisyon verildiğinde saatlerce o pozisyonda kalmasıdır.

Stupor da hastanın çevreye ve çevresel uyarılara duyarlığının kaybı veya azalması ile belirgin hareketsizlik ve yarı uyku halidir. Hasta sanki yarı koma halindedir ve hiçbir uyarana cevap vermez.

Aşırı motor etkinlik amaçsızdır ve dış uyaranlardan etkilenmez. Bazen “katatonik eksitasyon” adını verdiğimiz katatonik pozisyondayken yanından geçene tokat atmak, ayağını çekmek gibi deşarj hareketleri gözlenebilir.

Katatonik şizofrenili hastalarda negativizm adını verdiğimiz karşıt davranma durumu da gözlenir. Negativizm hastanın konuşmaya veya istenileni yapmaya karşı direnç göstermesidir. Örneğin hasta muayene esnasında gözünü açması istendiğinde açmayabilir, açmaya çalışıldığında da gözkapaklarını daha da sıkarak kapatmaya çalışabilir, sorulan sorulara hiç cevap vermeyebilir.

Bu hastalarda hareketsizlik ve negativizm sebebiyle beslenme bozuklukları, dehidratasyon (aşırı su kaybı), bitkinlik, yorgunluk, dekübitus ülserleri ve böbrek bozuklukları görülebilir. İlaçlara bağlı ateş yükselmesi ve otonom dengenin bozulmasıyla karakterize nöroleptik malign sendrom riski yüksektir.

Ölüm tehlikesinin, kendine zarar verme riskinin en çok arttığı şizofreni tipidir.

Rezidüel Şizofreni Nedir?

Rezidüel şizofreni türünde hasta en az bir şizofreni epizodu geçirmiş olur ancak devam eden klinik görünümde sanrı, varsanı, dezorganize konuşma ve davranış gibi pozitif psikotik belirtiler gözlenmez.

Hastalarda negatif belirtiler ya da iki veya daha çok hafif pozitif semptomlar olabilir. Sanrı ya da varsanı olsa da pek belirgin değildir ve bunlara güçlü bir duygulanım eşlik etmez. Bu hastalar ya belli bir düzeyde remisyona girip tortu belirtilerle sınırlı da olsa sosyal işlevlerini yerine getirebilir ya aktif ve net bir atak yaşarlar ya da tam remisyona girerler.

Farklılaşmamış Tip Şizofreni Nedir?

Şizofreninin aktif evresi için tanı ölçütlerini karşılayan belirtiler vardır ancak bunlar paranoiddezorganize ya da katatonik tip için özel tanı ölçütlerini karşılamaz.

Bunların dışında bazı otoriteler şizofreniyi belirti özelliklerine göre Pozitif Belirtilerle Giden Şizofreni (Tip-I Şizofreni) ve Negatif Belirtilerle Giden Şizofreni (Tip-II Şizofreni) şeklinde iki gruba ayırır. Tip-I Şizofreni paranoid, katatonik, dezorganize şizofrenide görülen belirtilerle seyrederken Tip-II Şizofreni negatif belirtilerle seyreder. Bir de Tip-II Şizofreniyi Defisit Sendromu adıyla ayrı bir kategori olarak görenler de vardır.


Dil beynin bütün alanlarının koordineli bir şekilde çalışmasıyla oluşan mükemmel bir faaliyettir. İnsanların birbiriyle anlaşmak, ruhsal ve duygusal iletişim kurmak, haberleşmek ve fikir alışverişinde bulunmak için kullandıkları en önemli araç dildir. Bu konuşma ve yazma şeklinde olduğu gibi işaret dili veya başka semboller aracılığı ile de olabilir. İnsandaki kadar gelişmiş olmasa da hayvanların bile kullandıkları bir dil vardır. Örneğin arıların havadaki dans etme biçimleri ile bal toplanacak yerleri işaret etmeleri, maymunların 2-3 yaşındaki bebeğin seviyesine gelebilecek düzeyde de olsa sağır ve dilsizler için kullanılan işaret dilini öğrenip kullanabilmeleri, balina ve yunusların çıkardıkları sesler hayvanların da kullandıkları bir dilin olduğuna işaret eder. Yani evrende canlı cansız ne varsa bir dile sahiptir ve kendince bir şeyler konuşur.

Ancak insan sembollerle ve soyut kelimelerle oluşturduğu konuşma ile diğer canlılardan farklı bir boyuta geçer. Ayrıca insan kendisini farklı kılan bu dili düşüncelere de dönüştüren bir yüksek kabiliyete sahiptir. Doğumundan itibaren dil ile ilgili bir gelişim sürecinden geçer. İletişime somut (konkre) yani eşyanın sesini taklitle başlar, sonra senbol ve soyut kelimelerle konuşmayı, en nihayetinde soyut düşünmeyi keşfeder. Oktavio Paz’ın da dediği gibi “İnsan düşündüğü için konuşmaz konuştuğu için düşünür.”

Dilin ve konuşmanın gelişmişlik seviyesi aynı zamanda düşüncenin de seviyesini belirler. İnsan düşüncesini kelimeler şekillendirir, zenginliğini kelimeler belirler. Kelimeler belli bir ahenk ve düzen içinde çağrışım bağlarıyla bir araya gelir. Böylece düşünme ve konuşmada bütünlük sağlanır. Kelimeler insan zihninde dış dünyayla ilgili nesne, olay ve duyguları sembolize eder. O yüzden bilinen kelime sayısı arttıkça zekânın kalitesi de artar. Bugün Afrika’da yaşayan bazı kabilelerin dilleri 900 kelimeden ibarettir. Buna karşılık, İngilizcede 120.000 kelime bulunur. Shakespeare’in eserlerinde birbirinden farklı 30.000 kelime kullandığı, bu yüzden dünyada en fazla değişik kelime kullanan yazar olduğu, onu Victor Hugo ve Goethe’nin takip ettiği bilinir. Bu yazarların eserleri, insan düşüncesini ve soyutlama gücünü yansıtan en esaslı örneklerdir.

Bu eserler hem yaşadıkları döneme ışık tutmuş hem de sonraki nesillerin düşünce gelişiminde de etkin rol oynamıştır. Bu örneklerin aksine fakirleşen dilin insan düşüncesini nasıl zafiyete uğrattığı, insan ilişkilerini ve iletişimini bozduğu, yozlaşmaya ve yabancılaşmaya sebep olduğu tarih boyunca sıklıkla görülmüştür. Kullanılan kelime sayısı azaldıkça önce dil sonra da düşünce fakirleşir. Düşüncenin fakirleşmesi insanı pasif, tekdüze veya çok az düşünen, taklit aşamasından öteye geçemeyen, kolayca yönlendirilebilen biri haline getirir. Dilin fakir olduğu veya fakirleştirildiği toplumlarda “sosyal yabancılaşma sendromu” adı verilen bir durum oluşur ki bunun psikiyatrideki karşılığı şizofrenidir. Şizofrenide doğal dil gelişimi tamamlanmış olmasına rağmen, nöro-kimyasal bozulmalar sebebiyle önce dil sonra da konuşma ve soyut düşünme bozulur. Bu nedenle şizofreni bir iletişim bozukluğu olarak da tanımlar. Nitekim bir dönem şizofreni ‘mükâleme bozukluğu’ yani ‘karşılıklı konuşma, iletişim bozukluğu’ diye de tanımlanmıştır.

Şizofrenide Konuşma Bozuklukları Nelerdir?

Şizofrenili hastalardaki konuşma bozukluğu düşünce ve muhakemenin bozulduğunu yansıtır önemli bir klinik belirtidir.

Şizofrenili hastalarda kendilerine söylenen cümleleri aynen tekrar etme, söylenen kelimelerin son hecesini veya kelimesini yineleme, aynı kelimeyi birçok kere arka arkaya söyleme, birbirleriyle hiçbir bağlantısı olmayan ve bir araya geldiği zaman anlamlı bir cümle teşkil etmeyen kelimeleri otomatik bir şekilde söyleme, kendisiyle görüşen kişinin sorularına yine onun kullandığı kelimelerle cevap verme şeklinde konuşmalar görülebilir. Bunlar düşünce fakirliğinin bir göstergesidir. Kişi karşısındaki insanın kelimelerini kullanarak iletişim kurmaya ve gitgide yabancılaştığı dış dünyaya taklit yoluyla tutunmaya çalışır.

Uzun süre hastanede kalmış, çevreyle irtibatı tamamen kopmuş, uyaran açlığı içindeki şizofrenili hastalarda aynı kelime veya deyimlerin hissiz ve duygusuz bir şekilde tekrar etme görülür. Hasta bazı kelimeleri, cümleleri, deyimleri, hatta kendi ürettiği kelimeleri papağan gibi tekrarlayıp durur.

Şizofrenili hastalarda sözel akıcılık ve kelimelerdeki melodiyi ifade etme zorlaşır. Dolayısıyla prozodileri bozulmuştur (disprozodi). Bu nedenle kelime vurgularını doğru yapamaz, hem kelime tonlamasında hem de hece vurgularında bozukluk yaşarlar.

Şizofrenide bazen agramatik konuşma görülür. Ekler, bağlantılar, fiiller bozulur. Hasta telgraf çeker gibi kısa cümlelerle konuşur. Buna telegrafik konuşma da denir. Yine fiilleri mastar halinde kullanma (tarzan konuşması) ve vecize gibi konuşma (asintaksi) da görülür. Ancak bu tip konuşmalarda, vurgular ve akış değişse de, anlatım gücü bir dereceye kadar korunur. Bir örnekle görmeye çalışalım: “Efkârı umumiyeye maruzatım şudur Türkiye Cumhuriyetinin başlıca vasıfları şudur birinci vazifesi Türk milletine akli selim yönüyle muamele edilmesidir bunun içindir ki muhtelif sınıflardaki insanlarda imtiyaz ve sınıf yoktur bunun sebebi şudur insanlar toplu olarak çalışırlarsa derece ve sınıflara münkasen olması zaruridir.” Yer yer vecize şeklinde (asintaksi), yer yer de telegrafik konuşma izleri görülüyor. Kelimeler art arda sıralanmış, noktalama işaretleri hastanın konuşma şekline göre değişmiştir hatta neredeyse kaybolmuştur.

Bazı hastalar karşılıklı konuşma yeteneklerini kaybedebilirler. Kendi kendilerine mırıldanır, işittikleri seslerle konuşur, karşılarında gördükleri hayallerin söylediklerine cevap verirler. Zaman zaman, gözlerini odanın bir köşesine dikip gaipten gelen sesleri dinleyebilir, onlarla konuşabilir, kavga edebilir, konuşanlara küfür edebilirler. Tek başına monolog tarzında konuşabilir, durup dururken alakasız sözler sarf edebilirler. Buna verbal impulsiyon yani kontrolsüz konuşma adı verilir. Kendi kendine gülmeler, bazen aniden sinirlenmeler, kendi kendine konuşmalar bu belirtinin uzantısıdır.

Bazen son derece müstehcen deyimlerle dolu konuşmalar görülür. Buna koprolali adı verilir.


Şizofreninin yükünün büyük bir bölümü ailelerin üzerindedir. Eskiden, bu hastalığın anne babanın davranışları yüzünden geliştiği ya da hastalıkta ailenin payı olduğu şeklinde bir inanış vardı. Bu inanış bugün büyük ölçüde geçerliliğini kaybetmiş ve bu manevi yük bir nebze olsun azalmıştır. Ancak yine de ailelerin kaldırmaya çalıştığı yük son derece ağırdır. Sosyal desteğin iyi olduğu toplumlarda devlet bu yüke büyük oranda ortak olur ve ailelerin yükünü hafifletir. Ancak sosyal desteklerin iyi olmadığı toplumlarda yük halen ailelerin omuzlarındadır.

Ailelerin bu yükü omuzlamasında kültürel unsurlar önemlidir. Örneğin Çin’de hastalar çoğu zaman hakir görülür ve yalnız bırakılır; Brezilya, Meksika gibi ülkelerde ise sahiplenilir.

Ailelerin yükünü azaltmak için bazı ülkelerde gündüz bakım evleri kurulmuştur. Burada hastalar gün boyu resim, müzik, spor gibi aktivitelerle meşgul edilir. Bu meşguliyet esnasında aile fertleri meslekî ve sosyal faaliyetlerine devam edebilir, özel işlerini halledebilirler. Bu sayede aileler bir an olsun nefes alabilir ve rahatlayabilir.

Şizofreninin yükünde büyük önemi olan ailenin tedavide de rolü büyüktür. Her ne kadar hastayı psikiyatri doktoru tedavi etse ve bakımı hastane personeli yapsa da, hastanın hayatının büyük bir bölümü ailesiyle geçer. Bu nedenle, ailenin ve hatta çevrenin şizofreni konusunda eğitilmesi tedavi açısından büyük önem arz eder. Zira aile ve çevrede, şizofreninin seyrinde değişik tepkiler ortaya çıkabilir. Yeterli bilgilendirme olmadığında ortaya çıkan yanlış tutumlar hastanın iyileşmesine engel olabilir.

Bazen hasta yakınları, hastanın tıbbî tedavisinden sorumlu kişiler gibi görülür. Ancak bu yaklaşım doğru olmadığı gibi, hastalığın sürekli gündemde kalmasına ve hasta yakınlarının tükenmesine sebep olur. Doktorun yanında veya hastane ortamında zaten tedaviden bahsedilecektir. O yüzden hastanın sair zamanlarda şizofreninin gölgesinden kurtulmasına izin verilmelidir. Kişi kendisini hep hastane ortamındaymış gibi hissetmemelidir. Bu tutumun kötü sonuçlarından biri de ailelerin de damgalama batağına sürüklenmesidir. Şizofreni ailesi kimliğinden uzaklaşılmalıdır. Bu hastanın sosyalleşmesinin de bir gereğidir.

Hasta yakınlarına gereğinden fazla sorumluluk vermek, bir zaman sonra hastaya yöneltilen öfke, suçlama, ihmal, duygusal şiddet hatta direkt şiddet oranında artışa sebep olabilir. Aile, üstlendiği sorumluluğun ağırlığından dolayı makul düşünemez hale gelebilir ve kişiyi inatlaşıyormuş gibi algılamaya yöneltir. Bu hastanın en önemli desteği olan ailesinden uzaklaşmasına ve gitgide yalnızlaşmasına sebep olur. Ailelerin yapmaları gereken, sadece hastanın ilaçlarını takip ve temin etmek, onun güvenliğini sağlamak ve kendisine duygusal açıdan destek vermektir.

Öte yandan, şizofrenili kişilerin aileleri hastaya nasıl davranacakları ve hastanın güvenini nasıl kazanacakları konusunda eğitilmelidir. Bu konuda eğitim vermek psikiyatrın en önemli görevlerindendir. Eğer ailenin eğitimi eksik bırakılırsa, tedavi eksik kalmış olur. Sadece ilaçları düzenlemek ve küçük yönlendirmelerde bulunmak yeterli değildir. Hasta için evi onu rahabilite eden bir ortama dönüştürülmelidir. Aksi takdirde, hekim mükemmel bir ilaç tedavisi düzenlemiş olsa bile, kişisel ve sosyal boyut eksik kaldığından yeterli düzelme elde edilemez. Bu durum, ameliyatı başarıyla tamamlayıp cerrahi müdahaleye bağlı komplikasyonları önemsemeyen ve bu nedenle hastasını kaybeden bir cerrahın düştüğü duruma benzer. Ameliyatın başarılı geçmesi tedavinin tamamıyla başarılı olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde ilaç tedavisinin başarılı olması da, şizofreni tedavisinin tamamıyla başarıldığını göstermez. O yüzden psikiyatr ilaç tanzim etmenin yanısıra psikolojik ve sosyal terapi unsurlarını da devreye sokmalıdır. Yani hastane harici ortamı da hasta için terapötik hale getirmelidir.

Araştırmalar psikiyatrların çoğunun aileyi bilgilendirme, aileyle görüşme ve aileden bilgi alma konusunda yeterince duyarlı olmadıklarını ortaya koymuştur. Özellikle yoğun çalışılan merkezlerde aileler pek dikkate alınmaz. Aile görüşmeleri ihmal edilir ve tedavi sadece hastanın genel görünümü üzerinden belirlenir. Halbuki şizofrenide sağlıklı bilginin kaynağı ailelerdir. Hasta birçok belirtiyi gizleyebilir, hastalığını çarpıtabilir veya sorunlarını tam olarak ifade edemeyebilir. Böyle bir durumda mutlaka onunla yaşayan aile fertlerinin bilgilerine başvurulmalıdır. Aksi takdirde, teşhis dolayısıyla tedavi eksik kalır.

Psikiyatri uzmanlarının aileden bilgi almakla kalmayıp aile fertlerini iyi tanımaları da önemlidir. Hekim, aile fertlerinin olumlu ve olumsuz taraflarını, sosyokültürel ve sosyoekonomik durumlarını, eğitim seviyelerini, kişisel kapasitelerini, kişilik özelliklerini tespit etmeli; bu tespitin ışığında uygun programı belirlemeli ve aileleri buna göre yönlendirmelidir. Her aileye aynı yönlendirmelerin yapılması, iyi niyetli de olsa doğru değildir. Çünkü her ailenin ihtiyacı farklıdır. Örneğin şizofrenili hastayı dışlayan ve ondan korkan bir kültürde öncelikle korkuyu ortadan kaldırmak gerekir. Bu aşamayı geçmeden yapılacak yönlendirmeler çoğu zaman sonuçsuz kalır.

Kitap, dergi ve kitle iletişim araçlarından şizofreni hakkında bilgi elde etmek mümkündür. Ancak hastalığın yönetilmesi konusunda aileye en iyi bir uzman yardımcı olabilir. Şizofreninin ne olduğunu anlatan bilgilendirici faaliyetler faydalıdır ama yeterli değildir. Ailenin ve hastanın ihtiyacına yönelik destek programları belirlenmeli ve uygulanmalıdır.

Şizofrenide Ailelerin Bilgilendirilmesinin Önemi Nedir?

Aileler kendi içlerinden birine şizofreni tanısı konduğunda öfke, suçluluk, inkâr, hastalığı saklama ve gizli tutma gibi tepkiler verir. Verilen tepkide, ailenin yaşadığı toplumun şizofreniye bakışının rolü büyüktür. Psikiyatrın bu tepkileri gözden kaçırmaması süreci kontrol edebilmesi açısından önemlidir.

Şizofrenili hastalara yaklaşımın kötü olduğu Çin’de yapılan bir çalışmada 101 şizofrenili hasta ailesi eğitim programına alınmış. Bu programın sonunda, ailelerin bilgi ve bilinç düzeyinde yükselme ve hastaların belirti skorlarında da anlamlı bir düşüş gözlenmiştir. Aile eğitiminin tedaviye büyük katkılar sağladığını gösteren bunun gibi birçok araştırma vardır. Bunun tam tersi de söz konusudur: Şizofreni konusunda bilgilendirilmeyen ve eğitilmeyen ailelerde gözlenen olumsuz tutumlar, depresyon ve moral bozukluğunun daha çok görülmesine sebep olmuştur.

Şizofreni Ailelerinde Görülen Öfkenin Sebebi Nedir?

Şizofreni sebebiyle özgürlüklerinin kısıtlandığını düşünen ailelerde sıklıkla öfke gelişir. Şizofreni bakımı, ailelere günlük işlerinin yanında ek sorumluluklar yüklediği için aile fertleri bir zaman sonra zorlanmaya başlar. Bu da, gizli bir öfkenin gelişimine zemin hazırlar. Sağlık sisteminde görülen aksaklıklar, ilaç yazdırmanın zorlukları gibi dış faktörler öfkenin daha da artmasına sebep olur. Aile hastanın ilaçlarını temin etmek gibi asli sorumluluklarından ve hastadan gitgide uzaklaşır. Bu ihmal hastalarda duygusal bir şiddet etkisi yaratarak durumlarının daha da kötüleşmesine yol açar. Bazen bu duygusal şiddetin dozu iyice artar. Yaşanan zorlukların günah keçisi olarak ilan edilen hastaya bağırmalar, kızmalar ve hakaretler başlar.

Öfke, muhakeme ve empatiyi bozan bir duygudur. Çarptığı duygu ve düşüncelerin yönünü olumsuza çevirir. İlk dönemde hastaya duyulan şefkat öfkenin etkisi ile nefret söylemlerine dönüşür. Hastanın şizofrenili olduğu unutulur. Örneğin ailesi tarafından zehirleneceği şeklinde sanrıı olan bir hastanın nankörlük ettiği düşünülebilir. Ailede bu tür bir öfke ile karşılaşan psikiyatr olaya hemen müdahale etmelidir. Çünkü ailedeki bu öfke şizofreninin şiddetlenmesine ve intihar gibi korkulan olaylara sebep olabilir. Aileye şizofrenideki bu düşüncelerin ne anlama geldiğini, nereden kaynaklandığını anlatmalı, ailenin moralini yükseltmeli ve sakinleşmesini sağlamalıdır. Psikiyatr destekleyici ve cesaretlendirici olmalı, aileyi suçlamaktan kaçınmalıdır. Ayrıca aile ile işbirliğini kuvvetlendirmelidir çünkü aile psikiyatrın dışarıdaki gözü, kulağı gibidir ve tedavinin başarılı olması için aileye ihtiyacı vardır.

Ailelerin sağlık kurumlarında ilaç yazdırma ve ilaca ulaşma imkânlarının kolaylaştırılması da son derece önemlidir. Hastalığın tükettiği aileler, bu türden bürokratik engellerle karşılaştıklarında kendilerini daha da çaresiz hissederler. Söz konusu aksaklıklar hasta yakınlarında depresyon, tükenmişlik, panik, kaygı bozukluğu gibi ruhsal sorunlara yol açar.

Şizofreni Ailelerinde Görülen İnkâr Davranışı Nedir?

Şizofrenili hastaların yakınlarında gözlenen bir başka tutum da hastalığı inkârdır. İnkâr hastayı gizlemeyi de beraberinde getirir. Aslında yaşanan büyük acıdan korunmak adına kullanılan bir savunma mekanizmasıdır. Bazen de hastalığın sindirilememesine karşı “Benim çocuğum nasıl böyle olur?” tarzında bir tepkidir. Güzel günlerin geçmişte kaldığı düşüncesi de inkârı doğurabilir.

Bu kişiler şizofreni konusunda mutlaka bilgilendirilmelidir. Bunun biyolojik bir bozukluk olduğu, diğer pek çok rahatsızlık gibi ilaçla tedavi edilebildiği, bu konuda yeni gelişmelerin olduğu, sosyal destekle çok daha iyi bir noktaya gelinebileceği anlatılmalıdır. Ailelerin, yaşadıkları inkâr duygusundan bir anda kurtulmalarını beklememek gerekir. Her görüşmede hasta yakınlarının yanlış düşünceleri irdelenmeli ve sabırla düzelmesi sağlanmalıdır.

Şizofreniyi inkârın önemli sonuçlarından biri de mücadele azminin yol olmasıdır. Hasta yakınları böyle bir psikolojide ilaç yazdırmaya, hastaneye yatırmaya, tedavi için uğraşmaya gerek yok gibi düşüncelere kapılır ve hastayı ihmal edebilir.

Şizofreni Ailelerinde Suçluluk ve Günahkârlık Duygusu Gelişir mi?

“Biz bir günah işledik, Allah da bize bu cezayı verdi.” şeklindeki günahkarlık duygusu sık görülen bir tepkidir. Bunun böyle olmadığını, çok ahlaklı, dindar, maneviyatı güçlü, inançlı, dürüst, namuslu kişilerin de şizofreniye yakalanabileceğini, şizofreninin genetik ve biyolojik etkenlere bağlı olarak geliştiğini vurgulamak gerekir. Şizofreninin metafizik ve spiritüel nedenlerle oluştuğu inancı Ortaçağ zihniyetinin bir ürünüdür. 24 Günahkarlık psikolojisi aileleri çareyi tıptan ziyade üfürükçü, şarlatan hocalarda aramaya sevk eder. Bu yüzden oyalanıp yıllarca tedaviye başvuramamış binlerce şizofrenili hasta vardır. Halbuki şizofrenide tedavi ne kadar erken başlarsa iyileşme ihtimali o oranda artar.


İnternet ve akıllı telefon gibi iletişim araçlarının artmasıyla birlikte, ilaç kullanan kişilerin haberleşme ve yaşadıklarını başkalarıyla paylaşma imkânları da artmıştır. Deneyimlerin paylaşılması güzel bir şeydir. Ancak bazen yanlış algılamalara sebep olan ve bilgi kirliliği yaratan paylaşımlar da olmaktadır. Bunlar yarattıkları dezenformasyonla hasta ve yakınlarını tedirgin etmektedir.

İlaçların elbette yan etkileri vardır ama her ilaç her insanda aynı yan etkiye yol açmaz. Metabolizmanın hassasiyeti ve hastalık durumu kişiden kişiye değişir. Böyle bir durumda “Şu ilaç bende baş ağrısı/unutkanlık yaptı. Sizleri de uyarıyorum, bu tür ilaçları kullanmayın” şeklindeki paylaşımlar birçok hastaya ulaşıp paniğe sebep olabilir. Bu tür yazıları okuyan hasta ve yakınlarının mutlaka doktorlarına danışmaları gerekir. Yazıların etkisiyle hastanın veya yakınlarının ilacı kendi kendine kesmesi tedavi sürecini aksattığı gibi en başta hastaya zarar verir. Bunun için psikiyatrlar, hasta ve yakınlarına şizofreni ilaçlarıyla ilgili yanlış yönlendirmeleri baştan izah etmelidir.

Şizofreni ilaçları bağımlılık yapar mı?

Şizofreni ilaçlarının uyuşturucu etkisi yoktur. Uyuşturucu maddeler şizofreniye sebep olan dopamin maddesini arttırırken, şizofreni ilaçları azaltır. Uyuşturucular vücutta bu maddenin tükenmesine sebep olur, şizofreni ilaçları ise dopamini tüketmeden etkinliğini düzenler ve o yüzden bağımlılık oluşturmaz.

Şizofreni ilaçları beynin yapısını bozar mı?

Günümüzde kullanılan psikiyatri ilaçları beyne yapısal olarak zarar vermez. Çünkü bu ilaçlar sadece biyokimyasal ve fonksiyonel süreçlere etki eder, beyinde kalıcı bir hasara ve zihinsel bir bozulmaya yol açmaz.

Şizofreni ilaçları organlara diğer ilaçlardan daha fazla mı zarar verir?

Yanlış inanışlardan biri de, şizofrenide ilaçlarının böbrek, karaciğer ve kalp gibi hayati organlara zarar verdiğidir. Eski tarz ilaçlar kalp ve karaciğer gibi organlara zarar verebiliyordu. Ancak yeni kuşak antipsikotik ilaçlar birçok yan etkiden arındırılmıştır. Makul dozlarda alındıklarında masum ilaçlardır.

Şizofreni ilaçları uyutucu mudur?

Bir başka yanlış inanç da, ilaçların hastaları sadece uyuttuğu, uyuşturduğu ama tedavi etmediğidir. Özellikle yeni kuşak şizofreni ilaçları, hastayı uyuşturmadan, uyutmadan tedavi eder. İlaçların prospektüslerinde yan etkileri yazar. Ancak yazılan yan etkiler mutlaka her hastada ortaya çıkacak diye bir kayıt yoktur. Bu bilgiler uyarı mahiyetindedir. En basit bir ağrı kesicinin prospektüsünde bile yüzlerce yan etkiden bahsedilir. Psikiyatrların deneyimleri prospektüs bilgilerinden çok daha değerlidir. Şizofrenide kullanılan her ilacın kendine has yan etkileri olabilir. Bunlar iyi bilinir ve gerekli tedbirler alınırsa rahat bir tedavi süreci yaşanabilir. Dikkat edilmesi gereken, yan etkileri fark etmektir. Farkına varıldıktan ve önlem alındıktan sonra, hele yeni kuşak şizofreni ilaçlarında ağır yan etkiler gözlenmez.

Şizofreni İlaçlarının Yan Etkileri Nelerdir?

Hareket yavaşlaması (=parkinsonizm): Özellikle eski kuşak şizofreni ilaçları tükürük salgısında artma, hareketlerde yavaşlama, robotlaşma ve titreme belirtileriyle giden parkinsonizm tablosuna sebep olabilir. Bu yan etkiler, hastaların %30’unda görülür. Ancak yeni kuşak ilaçlarla durum değişmiştir. Psikiyatrlar, saydığımız belirtilerin görülmemesi için parkinsonizmi önleyen ilaçları tedaviye eklediklerinde belirtiler çok daha az görülür. Buna rağmen yan etki görülüyorsa, önleyici ilacın dozu arttırılır ya da hastanın durumu el veriyorsa şizofreni ilacının dozu azaltılır. Bu da işe yaramazsa psikiyatrın kararıyla ilaç değiştirilir.

Uyku hali: Bazı şizofreni ilaçları aşırı uyku hali yapabilir. Özellikle ilaca başladıktan sonraki ilk günlerde, hastada sıklıkla uyku hali görülebilir. Bu durum, genellikle vücudun ilaca alışmasından sonra geçer. O yüzden ilk günlerde sabırlı olunmalıdır. Ancak alışma dönemi geçtiği halde uykululuk devam ediyor ve hasta günlük aktivitelerden geri kalıyorsa ilacın dozu azaltılmalıdır. Doz azaltımı sakıncalıysa, ilaç bir süre başka bir ilaçla kombine edilip yavaşça kesilmeli, yeni ilaca geçiş yapılmalıdır. Eski ilaçlar gerçekten de hastaları çok uyuturdu. Sadece uyutma etkisinden istifade edilen, tedavi gücü olmayan ilaçlar vardı. O zamanlar pek fazla seçeneğin olmaması psikiyatrın elini kolunu bağlıyordu. Ancak yeni kuşak ilaçlarla bu yan etkiler büyük oranda geride kalmıştır.

Uyuyan insan hayattan kopar. Konuşmaz, dışarı çıkmaz, kendine bakmaz, iş yapmaz, alışverişe gitmez. Şizofreni tedavisinde istenilen şey ise, kişinin bir an önce sosyal işlevselliğine kavuşmasıdır. O yüzden uyutmayan ve sedasyon yaratmayan ilaçları seçmek gerekir. Hastalığın alevlenme dönemlerinde bilinçli olarak uyutan, sakinleştiren ilaçlar seçilebilir, ancak atak geçtikten sonra uyutmayan ilaçlardan yana tercihte bulunulmalıdır.

Ağız kuruluğu: Çoğunlukla geçici bir durum olarak ilaçlara bağlı ağız kuruluğu görülebilir. Ağız kuruluğu için bol su içmek, şekersiz sakız çiğnemek gibi pratik uygulamalar tavsiye edilir.

Kabızlık: Şiddetli kabızlıklarda hastaya ilaç ve lavman desteği verilmelidir. Ancak öncesinde hekime danışılması gerekir. Çünkü bu tür ilaçlar gereksiz yere ve uzun süre kullanıldığında bağırsak tembelliğine yol açabilir. Hafif ve orta derecede kabızlıklarda her sabah bir iki adet kayısı kurusu yiyip üstüne bir iki bardak su içmek, bitkisel kaynaklı bağırsak düzenleyicileri kullanmak işe yarayabilir.

İdrar tutukluğu: Bazı şizofreni ilaçları idrar yollarında kasılma yaparak tutukluğa sebep olabilir. Bu çok yaygın olmayan bir yan etkidir. Eğer şiddetliyse ilacın dozu azaltılıp yerine başka takviyeler yapılabilir. İdrar yollarını gevşeten ilaçlar verilebilir. Orta ve hafif düzeyde seyreden idrar tutukluğu genellikle geçicidir ve sorun yaratmaz.

Kalp-damar sistemine etkiler: Bazen ilaçlar tansiyonu düşürebilir. Özellikle aniden ayağa kalkınca ortaya çıkan tansiyon düşüklükleri (=postural hipotansiyon) görülebilir. Ani tansiyon düşmesi hastanın düşmesine, yığılıp kalmasına, bayılmasına ve yaralanmasına sebep olabilir. Böyle durumlarda öncelikle hastaya yerinden aniden kalkmaması gerektiği tembihlenmeli ve bol su içmesi tavsiye edilmelidir. Buna rağmen söz konusu yan etki geçmiyor ve sık tekrarlanıyorsa ilaç değişikliği düşünülmelidir. Kimi zaman ilaçlara bağlı kalpte hızlanmalar görülebilir. Doz ayarlamaları veya kalp hızını dengeleyen ilaçlar bu sorunu çoğunlukla çözmektedir.

Şiddetli kasılmalar (=distoni): Vücuttaki dopaminin azalmasına bağlı olarak distonik reaksiyon denilen kasılmalar oluşabilir. Ensede, sırtta, belde, bileklerde, kollarda durdurulamayan şiddetli kasılmalarla beliren bu durum, görünüm itibarıyla çok dehşete düşürücü ve endişe vericidir. Aileleri çok korkutur. Ancak görüldüğü kadar korkutucu ve tehlikeli bir durum değildir. Böyle bir şey yaşandığında hemen hastanın psikiyatristi aranıp yardım istenmelidir. Psikiyatrların tedavinin başında, hasta yakınlarına olası bir distonik reaksiyon halinde ne yapmaları ve ne kullanmaları gerektiğini detaylı bir şekilde anlatmaları bu paniklemeyi büyük ölçüde engeller. Aksi takdirde hem hasta ve yakınları sıkıntıya girer, hem de hekime ve ilaçlara olan güven sarsılır. Distonik reaksiyon, tedavi uyumsuzluklarının ve ilaç korkusunun en önemli sebeplerindendir. Acil durumlarda kas içine uygulanan ilaçlarla çabucak kontrol altına alınabilen bu reaksiyonun oluşmaması için, şizofreni ilaçlarının yanına biperiden gibi distoniyi önleyici ilaçlar da eklenmelidir.

Akatizi (=yerinde duramama): Akatizi yerinde duramama, sürekli gezinme, hop oturup hop kalkma, odadan odaya geçme şeklinde görülen aşırı sıkıntı halidir. Hastanın acı çekmesine sebep olan, hatta intihara bile kapı aralayan bir durumdur. %20-25 oranında görülen bu tablonun psikiyatr tarafından çok önemsenmesi ve vakit geçirmeksizin giderilmesi büyük önem arz eder. Dopamin etkinliğini arttıran veya sıkıntı gideren ilaçlar akatiziyi düzeltir. Akatizi ihtimali her zaman göz önünde bulundurulmalı ve hasta yakınları hem bilgilendirilmeli hem de kendilerine bu tür durumlarda kullanılacak ilaçlar önceden verilmelidir.

Nöroleptik malign sendromu: Şizofreni ilacı kullananlarda çok nadir rastlanan bir durumdur. Kaslarda aşırı kasılma, istemsiz hareketlerde artma, nefes alma zorluğu ve ateş gözlenir. Acilen müdahale edilmesi gereken bir durumdur. Hasta derhal hastaneye ulaştırılmalıdır.

Tardif diskinezi: Dudak şapırdatma, çiğneme, yalanma şeklinde dil hareketleri, istemsiz kol ve bacak hareketleri ile seyreden, tavşan sendromu da denilen bir durumdur. Uzun süre eski tip şizofreni ilacı kullanan kişilerde %20-30 oranında görülür. Erkeklerde ve yaşlılarda daha sık rastlanır. Yeni kuşak ilaçlar kullanılmaya başlandıktan sonra neredeyse tarihe karışmıştır.

Sara nöbetleri: Bazı şizofreni ilaçları sara nöbetlerini tetikleyebilir. Nöbet halinde gerekli müdahale yapılmalı, ilacın dozu düşürülmeli, risk devam ederse ilaç değiştirilip nöbet önleyici ilaç ilave edilmelidir.

Cinsel isteksizlik ve cinsel fonksiyon bozuklukları: İlaçlar hormonal etkileşim sonucunda cinsel isteksizliğe yol açabilir. Kadınlarda orgazm olamama, erkeklerde ereksiyon sorunları veya geç boşalma görülebilir. Bu yan etkiler geçicidir. İlaçlar kalıcı iktidarsızlık yapmaz. Psikiyatr gerekli görürse reçeteye destekleyici ilaçlar ilave edebilir. Evli hastalar istek azalması olsa bile cinselliği yaşamaları konusunda yönlendirilmelidir.

Âdet düzensizliği ve göğüsten süt gelmesi: Kadınlarda sık sık ilaçlara bağlı âdet düzensizlikleri görülür. Bunun sebebi, ilaçların prolaktin hormonunu yükseltmesidir. Prolaktinin yükselmesi, göğüsten süt gelmesine de sebep olur. Bu yan etkiler hastada ve yakınlarında panik yaratabilir. Birçok kişi “Acaba beynimde ur mu var, yoksa rahim kanseri miyim?” diye telaşlanır. Belirtiler, çoğu kişide ilaçların azaltılması veya kesilmesiyle düzelir. Ancak ilaçların kesilmesi veya değiştirilmesi hasta için zararlı olacaksa, kişi âdet göremese de değişiklik yapmamak gerekir. Bu durumdan ötürü çok telaşlanan ailelere rahatlamaları için bir nöroloğa başvurmaları tavsiye edilebilir. Göğüsten süt gelmesi, kişiyi rahatsız etmedikçe müdahale gerektiren bir durum değildir. Ancak rahatsız ediyorsa ilacın dozu ayarlanmalıdır.

Kilo artışı: Bazı şizofreni ilaçları kilo aldırabilir. Hatta bazıları 20-30 kiloluk artışa yol açabilir. Sonuçta kilo artışı ile birlikte göbek çevresinin genişlemesi, tansiyonun ve şekerin yükselmesiyle beliren metabolik sendrom gelişebilir. Bu çok ciddiye alınması gereken bir durumdur. Kilo deyip geçilmemeli, hafife alınmamalıdır. Çünkü kilo, beslenme düzeni zaten bozuk olan şizofrenili hastalarda tıbbi rahatsızlıkların görülme riskini daha da arttırır. Hele hasta kilo almaya meyilliyse, kalp-damar ve şeker hastalıkları söz konusuysa mutlaka kiloyu etkilemeyen ilaçlar seçilmelidir. Kilonun, hastalık riskinin yanında, yaşam kalitesini düşürme ve kendine güveni azaltma gibi etkileri de vardır. O yüzden psikiyatri uzmanlarının mutlaka kilo faktörünü önemsemesi gerekir.

İlaçlara başladıktan sonraki ilk dönemlerde şekerli yiyeceklere aşırı düşkünlük söz konusu olabilir. Bu durum, ileride insülin direncine sebep olup diyabet gelişimine zemin hazırlar. Hastaların tatlı yeme krizi diye de nitelendirdikleri bu durumda, önce şekerli yiyecek tüketimini kısıtlama yoluna gidilmelidir. Buna rağmen önüne geçilemezse, tedaviye insülin direncini azaltan ilaçlar eklenebilir. Tabii bunun mutlaka bir hekim kontrolünde yapılması gerekir.

Metabolik bozukluklardan korunmak için, hastaların bu ilaçları kullandıkları süre içerisinde mutlaka altı ayda bir açlık kan şekeri, vücut kitle indeksi ve kan yağları açısından kontrol edilmeleri gerekir.

Son yıllarda kilo artışına sebep olmayan, prolaktin hormonunu etkilemeyen ilaçlar geliştirilmiştir. Riskli hasta gruplarında bu ilaçlar tercih edilmelidir. Ancak eski ilaçların tedavideki başarısı da yok sayılmamalı, gerekiyorsa yan etkiler açısından önlemler alınmak kaydıyla bu ilaçlar da kullanılmalıdır.

Günümüzde şizofreninin tedavisinde kullanılan birçok ilaç vardır. Bunların isimleri bu kitapta belirtilmemiştir. Çünkü bu kitabın amacı şizofreninin tanıtılması ve sosyal yönlerinin gündeme getirilmesidir. Hedef kitle sadece psikiyatri uzmanları, psikiyatri asistanları, psikologlar, psikiyatri hemşireleri, hekimler ve sağlık çalışanları değil hastaların bizatihi kendileri ve aileleridir. Bu yüzden ilaç isimleri verilmemiştir. Ancak hiçbir ilacın bir diğerine üstünlüğü henüz kanıtlanmış değildir. Hekimler üstünlüğü yan etki profiline göre belirlemektedir. Hastaya yan etkisi olan bir ilaç verilmek zorundaysa, mutlaka ona ve yakınlarına yan etkilere karşı alınabilecek önlemler detaylı bir şekilde anlatılmalıdır.

Şizofrenide İlaç Tedavisinin Getirdiği Mali Yük Nedir?

Şizofreni dünyadaki yetersizliğe sebep olan ilk 25 sağlık sorunundan biridir. Düşük görülme sıklığına rağmen yüksek bir sağlık yükü ile sosyal ve ekonomik yük oluşturur. Sadece hastaları değil hasta ailelerini, diğer bakım verenleri ve geniş bir topluluğu etkiler.

Hastalığın oluşturduğu ekonomik yük doğrudan ve dolaylı maliyetten oluşur. Doğrudan maliyetin içine ruh sağlığı organizasyonları, tedavi merkezleri, hastaneye yatış, doktor ve personel giderleri, hastanın bakımı için hizmet alınan bakım merkezleri, ilaçlar ve destek hizmetleri girer. Dolaylı maliyet ise kişinin çalışamamasına bağlı verimlilik ve üretkenlik kaybı, hastaya verilen devlet desteği, hastanın ve ailenin çektiği zorluklar, ailenin desteklemek için sırtlandığı ağır yük gibi parametrelerdir. Genelde direk maliyetler üzerine yoğunlaşılır ancak araştırmalar göstermiştir ki toplam mali yükün %50 ila 85’i dolaylı maliyetten oluşmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü Batı toplumlarında sağlık harcamalarının %1.6 ila 2.6’sının şizofreniye ait olduğunu tespit etmiştir. ABD’de şizofreninin her yıl 60 milyar dolardan daha fazla ekonomik yükü olduğu belirlenmiştir. Bu rakamın 1975 yılında 15, 1985 yılında 22,7, 1999 yılında ise 32,5 milyar dolar olduğu dikkate alındığında maliyetin gitgide arttığı görülmektedir.

Şizofreni bireysel ve toplumsal alanda da çok ciddi mali yük oluşturur. Bu konuda halkın bilinçlendirilmesi, sağlık politikaları üreten yetkililerin çok daha kapsamlı ve detaylı planlamalar yapması gerekir.


Şizofrenili hastaların özellikle ailelerinin en çok merak ettikleri konuların başında hastalarının evlenip evlenemeyeceğidir. Aileler “Acaba çocuğumuz iyileşip ileride evlenebilir mi? Yuva kurabilir mi? Çocuk sahibi olabilir mi?” gibi soruları sıkça sorar. Şizofreniyi ilgilendiren her konuda olduğu gibi evlilik konusunda da hastalığın kendisinin yanısıra psikososyal faktörler etkilidir. Şizofrenili hastaların evlenmeleri mümkün değildir düşüncesi damgalamanın etkisiyle oluşmuş bir mittir ve doğru değildir. Şizofrenili hastalar da aşk, evlilik ve çocuk konusunda isteklidirler. Başta psikiyatrlar olmak üzere aileler ve yakın çevre bunu yadsımamalı, bu konuda destekleyici ve teşvik edici olmalıdır.

Şizofrenide ortaya çıkan psikososyal beceri kaybından dolayı evlilik oranları düşüktür. Özellikle erkek şizofrenili hastalarda bu oran çok daha düşüktür. Yapılan bir araştırmada şizofrenili hastaların sadece %32.9’unun evli ya da bir partnerle yaşadığını ortaya koymuştur.

Evlililiğin şizofrenili hastalara katkısı büyüktür. Hastaların yaşam kalitesini artırır, onları hayata bağlar, intihar düşüncelerini ve teşebbüslerini önler. O yüzden şizofrenili hastalarda evlilik üzerinde özellikle çalışılması gereken bir konudur.

Şizofrenide evliliği etkileyen birçok faktör vardır. Bunların başında hastalığın başlama yaşı gelir. Erken dönemde (25 yaş öncesi) başlayan şizofrenilerde evlilik oranı anlamlı derecede düşüktür. Evlenen şizzofrenili bireylerin, iletişim isteği yüksek, diğer insanlar için bir şeyler yapmayı seven, sorumluluk sahibi ve değişimlerden daha az korkan kişiler oldukları tespit edilmiştir. Bu kişilerin eşlerinden beklentileri nispeten az olduğundan evliliği yürütmeleri daha kolaydır. Nitekim değişime hazır olmayan, eşlerinden aşırı beklenti içine giren şizofrenili hastalarının evliliği sürdürmede başarısız oldukları görülmüştür.

On yıllık bir izleme çalışmasında katılımcıların %70’inin evlendiği bildirilmiştir. Ancak erkek hastaların daha çok bekâr kaldığı, kadınların ise daha çok evliliği sonlandırdığı gözlenmiştir. Hastalığın süresi, başlama şekli, işitme varsanıları ve depresif durumlar evliliği etkileyen faktörlerdir. Süre uzadıysa, işitme varsanıları devam ediyorsa, depresyon varsa ve ekonomik durum zayıf ise evlilikten uzaklaşma ihtimali artıyor.

Hastalığın çabuk kontrol altına alınması ve hastanın mücadele konusunda yeterli bir seviyeye gelmesi evliliği olumlu yönde etkiler. Kurtarılmış bir evlilik, hastalığın gidişatına da olumlu katkılarda bulunabilir. Çünkü evlilik, aile içinde ve dışında bir disiplin ve sosyal sorumluluk alanı oluşturur. Bu sayede hastalar saç tarama, tıraş olma, yıkanma, yüz yıkama, temiz giyinme gibi özbakım ritüellerini daha çok yerine getirir; yemek, alışveriş, faturaları ödeme gibi sorumlulukları daha çok üstlenir; eş dost-akraba ziyareti, misafir ağırlama ve misafirliğe gitme, eğlenme gibi sosyal ilişkileri daha çok devam ettirirler. Bu katkılarıyla evlilik adeta bir psikososyal terapi etkisi gösterir.

Şizofrenili hastalar sorumluluk alabilecek seviyeye geldikten sonra uygun bir eşle evlenebilirler. Hastalığı bilen, hastaya alevlenmeler sırasında yardımcı olabilecek, sabırlı ve anlayışlı kişiler ‘uygun eş’ tanımlamasına girer. Ancak ailelerin mutlaka eşe destek olması gerekir. Aile, eş ve hekim işbirliği halinde olursa ileri derecede hasta bireyler bile, bu tarz bir evlilikle günlük işlerini rahatlıkla yapabilir, hatta çalışabilir hale gelebilir. Teşvik eden, destekleyen, motive eden, eğlendiren bir eş, hastanın mutlu, huzurlu ve insanca yaşamasına çok büyük katkı sağlar.

Sosyal alandan ileri derecede uzaklaşmış, işitme varsanıları ve sanrıları olan bir erkek hasta, iyi bir ilaç tedavisinin ardından önce günlük aktivitelerini yerine getirmeye, sonra sorumluluk almaya, daha sonra da çalışmaya başlamıştı. Önceleri işyerinde ancak iki saat kalabiliyor, sıkıldığında çekip gidiyordu. İş arkadaşlarının yardımı ve anlayışı sayesinde bütün gün çalışabilecek hale geldi. Artık sıkıntı gelse bile işini bırakmıyordu. Bu aşamada, aile, evliliği gündeme getirmeye başladı. Hasta, bir süre sonra evlendi. Evliliğin ilk aylarında hastanın eşiyle yoğun görüşmeler yapıldı, eş hastalık konusunda eğitildi. İlk günlerde hastanın eşi bir hayli zorlanmış, özellikle cinsellik ve paylaşım konularında sorun yaşamıştı. Ancak çift, hekim ve aile desteği sayesinde zamanla bunları aştı ve birbirine uyum sağlayabildi. Evlilik, hastanın sosyal paylaşımını arttırdı, kendine güven eksikliğinden kaynaklanan cinsel çekingenliğini ortadan kaldırdı. Hasta bir çocuk sahibi oldu. Şu an mutlu bir şekilde hayatını sürdürebiliyor.

İyi bir tedavi, ailevi ve sosyal destek, sabır ve şefkatle şizofrenili bir bireyin yuva kurmasının önünde hiçbir engel kalmaz.

Evlenmek İsteyen Bir Hastaya Yaklaşım Nasıl Olmalıdır?

Şizofrenili hastalarda evliliğin ancak hastalığın kontrol altına alınır, tedavi rayına oturur, hasta günlük bakımını yapabilir, sosyal açıdan iletişime geçebilir, sorumluluk alabilir durumda ise gündeme gelebilir. Aksi takdirde, hem hasta hem de evlendiği kişi hoş olmayan olaylar, moral bozuklukları ve ayrılıklar yaşayabilir. Hastalar evliliği gündeme getirdiklerinde, bahsedilen şartların yanısıra kararın bilinçli ve sağlıklı olup olmadığı mutlaka değerlendirilmelidir. Çünkü evlenme isteği bazen hastalığın bir yansıması olabilir. Bazı hastalar damgalamadan kurtulmak, normal olduklarını kanıtlamak veya yaşadıkları özgüven eksikliğini telafi etmek için evlenmek isteyebilirler. Yani evlilik isteği, bir normal görünme çabasının ürünü olabilir. O yüzden bu tür taleplerle karşılaşıldığında gerçekçi olup olmadığının değerlendirilmesi hekime bırakılmalıdır.

Ailelerin şizofrenili hastaların evlilik isteklerine tepkileri değişebilmekle birlikte bazıları şaşkınlıkla bazıları kızgınlıkla bazıları da sevinçle karşılar. Damgalamanın etkisinde kalmış olanlar şaşırırlar hatta kızarlar. Çünkü onlara göre şizofrenili bir bireyin evlenmesi neredeyse mümkün değildir. O yüzden bu tür aileler “Sen hastasın, nasıl evleneceksin, daha kendine bakamıyorsun, eşine mi bakacaksın, otur oturduğun yerde.” gibi kırıcı davranışlar sergileyebilir. Bazıları hiç cevap vermez, kişinin isteğini kale almaz, umursamaz ve duymazdan gelir. Hâlbuki şizofrenili birinin evliliği isteyecek hale gelmesi büyük bir aşamadır. O yüzden sakin, serinkanlı ve durumu anlamaya çalışır bir tutum en sağlıklı olanıdır. “Tabi ki herkes gibi senin de yuva kurma hakkın var. Bunu biz de çok istiyoruz. Seni bu konuda destekliyoruz. Bunu doktorumuzla konuşalım ona göre planlama yapalım.” şeklindeki bir empatik ve rahatlatıcı konuşma çok yerinde olacaktır. Hasta buna rağmen ısrarını sürdürürse yine reddedici değil destekleyici davranıp hemen doktora danışmak gerekir.

Şizofrenili Hastanın, Eşine Zarar Verme Riski Var mıdır?

Bu, özellikle paranoid şizofreni vakalarında söz konusu olabiliyor. Bazı hastalar alevlenme dönemlerinde eşlerinin kendilerini aldattığı, kendilerine kötülük yapacağı veya öldüreceği şeklinde sanrılara sahip olabilirler. Evlilik öncesi bilgilendirilmiş aileler ve eşler bu tür durumlarda gerekeni yapar. Yani hastayı bir an önce doktoruna götürür. Şizofrenili hasta her durumda eşine zarar verir düşüncesi doğru değildir. Şizofreni tedavi sonrasında bu düşünceler çoğunlukla geriler. Ancak alevlenme dönemlerinde dikkatli ve tedbirli olmak gerekir.

Şizofrenili Kadınların Evlilikte Yaşadıkları Sorunlar Nelerdir?

Araştırmalara göre şizofrenili kadınlar erkeklere nazaran daha yüksek bir evlenme oranına sahiptir. Ancak şizofrenili kadınların evliliği sonlandırma oranları da yüksektir. Bunda, sorumluluğun çoğu zaman kadınların üzerinde kalması, beklentilerin artması, desteğin yetersiz kalışı ve hastalığa bağlı eksiklikler etkili olur. Beklentilerin nispeten az, dayanışmanın çok olduğu kırsal kesimlerdeki şizofrenili hastalar evlilik hayatında daha az zorlanır. Şehir hayatında ise aksine daha çok zorlanırlar. Kültürel unsurların olumsuz ve gelişmişlik seviyesinin düşük olduğu toplumlarda bu zorluğun şiddeti daha da artar. Örneğin Hindistan’da yapılan bir araştırmada, şizofrenili kadınlara eşlerinin destek olmadığı, çocuk bakımının kadınlara kaldığı, kadınların sahipsizlikten dolayı güvenlik problemi yaşadığı tespit edilmiştir. Bu durumlarda şizofrenili kadınlar yaşadıkları stresin etkisiyle ve çoğu zaman da alevlenme sürecine girerek evliliğin yükünü kaldıramaz ve evliliği sürdüremezler.

Sosyal desteğin iyi organize edildiği, yardımlaşma ve sorumluluk duygularının güçlü olduğu gelişmiş toplumlarda bu tür sorunlar çok daha az yaşanır. Ailelerin beklentiler ve sorumluluk paylaşımı noktasında bilinçlendirilmesi evliliğe uyumu artırmaktadır. İlk etapta, önemli olan sorumluluk yüklemekten ziyade hastaların evlilik korkularını gidermek, sosyal performanslarını ve uyumlarını artırmaktır. Sorumluluklara geçiş kademeli bir şekilde olmalıdır.

Ancak şu da bir gerçek ki şizofrenili kadınlar bunca yüke ve olumsuz şartlara rağmen yalnız yaşamayı, hayattan zevk almayı, iletişime geçmeyi ve faydalı işler yapmayı erkeklerden daha çok başarırlar.

Şizofrenili Hastaların Evlilikte Paylaşımları Nasıldır?

Şizofrenili hastalar başlangıçta evlilikteki paylaşımlara direnç gösterebilir. Örneğin cinsellikten, sohbet etmekten, birlikte gezmekten, el ele tutuşmaktan kaçınırlar. Kişisel ve toplumsal damgalama ve şizofreninin oluşturduğu özgüven kaybı evliliğe uzak durmanın sebepleridir. Türkiye’de ve dünyada, hekimlerin bir kısmı da buna dâhil olmak üzere, şizofrenili hastaların evlenemeyeceğine dair yaygın bir kanaat vardır. Bu nedenle hastaların kendileri de evlenebileceklerine inanmaz, hatta kendilerini evliliğe layık görmez. Bununla birlikte, kendileri için evliliğin mümkün olup olmadığını sıkça sorarlar. Hatta bazen “Seni evlendirelim mi, evlenmek ister misin?” gibi sorular karşısında, yüzlerinde mahcubiyetle karışık bir tebessüm belirir. Bu tebessüm evliliği arzu ettiklerine dair bir ifadedir. Evlilik her ne kadar kaçınır davransalar da şizofrenili hastaların ve hasta yakınlarının hayalidir.

Evlilikten Sonra Gelişen Şizofrende Süreç Nasıl İşler?

Evlilik her ne kadar güzel bir yaşantı olsa da bir stres yükünü de beraberinde getirir. Bu yükün etkisiyle bazı kişilerde şizofreni evlilik sonrasında tetiklenebilir. Sosyal destek ağının zayıf olduğu ailelerde ve toplumlarda bu durum çoğu zaman boşanmayla sonuçlanır. Türkiye’de kadın hastalandığında erkek çoğunlukla terk eder, ama erkek hastalandığında kadın genellikle evliliği sürdürür.

Bazı eşler ve aileleri evlenmeden önce şizofreninin var olduğunu, ancak bunun kendilerinden saklandığını, kandırıldıklarını iddia eder. Hasta ve ailesine öfkeli ve suçlayıcı davranırlar. Bu durumda çoğu aile kızını veya oğlunu alıp hastayı kaderiyle baş başa bırakır. Hâlbuki şizofreni, evlilik sonrasında da gelişebilir. Eğer evlilik sonrası gelişmişse etik ve ahlakî değerler hastanın kabulünü, önyargılı, şüpheci ve anlayışsız olmamayı gerektirir. Şizofrenili hastalar başlangıç dönemlerinde destek ve anlayış gördüklerinde kısa sürede toparlanabilirler. “Hastalıkta ve sağlıkta birlikte olma” düsturunu benimseyen, “ne olursa olsun eşimin yanındayım” diyebilen eşler şizofrenili bireylerin en büyük destekçisi olurlar. Sevgi, şefkat, özveri ve inanç, her şeyin olduğu gibi şizofreninin de üstesinden gelir.

Şizofrenide Evlilik Öncesinde Hastalık Gizleniyor mu?

Hastalar evlilik öncesinde şizofreniyi gizleme kaygısına pek düşmezler. Ancak bazı aileler hastalığı, saklanması gereken bir eksiklik, zayıflık ve aile itibarını düşüren bir ayıp olarak görürler. Bu sebepten durumu gizlerler. Kimi aileler de çocuklarını evlendirerek sağlıklı olduğu mesajını vermeye çalışırlar. Evliliği bir anlamda paravan olarak kullanırlar. Bu tarz tutumlar etik olmadığı gibi şizofrenili hastanın daha da kötüleşmesine sebep olurlar. Karşı tarafın durumu fark ettiğinde vereceği tepkiler ve sonrasında yaşanan boşanma hastayı daha da örseler. Açık, şeffaf, kendinden emin ve dürüst olmak her zaman kazandırır.

Annesi ya da Babası Şizofrenili Olan Birinin Evliliği Bundan Nasıl Etkilenir?

İnsanlar şizofrenili hastalardan ve şizofreniden çok korkarlar. Annesi ya da babası şizofrenili olan bir kişi evleneceği zaman, müstakbel eşinin ona en başta soracağı soru “Acaba bizim çocuklarımız da hastalanır mı?” sorusudur. En çok bu yaşanır. Ancak tek yumurta ikizlerinde bile eş hastalanma oranı %35-47’dir. Yani genetik yatkınlık, kişinin %100 hastalanacağı anlamına gelmez. Sadece diğer insanlara göre daha yüksek bir risk olduğunu gösterir. Bu durum evliliğe engel olarak görülmemelidir.

Ebeveyni şizofrenili olan kişilerin eşleri, bazen bunu bir çatışma malzemesi olarak kullanabilir. Herhangi bir tartışmada “Zaten sizin aileniz sorunlu, sen de onlardan birisin” gibi rencide edici sözler söyleyebilir ya da söylemeseler bile davranışlarıyla bunu ima edebilirler. Bazen de en ufak bir fevri harekette “Acaba eşim de mi hasta?” kuruntusuna kapılabilirler. Şizofreni bir biyolojik bozukluktur. Bunu bir üste çıkma malzemesi olarak kullanmak ilişkiyi derinden yaralar. Böyle bir durumda bir iletişim uzmanından yardım alınması gerekir.

Şizofrenili ebeveyn bazen evliliğin yükünü artırabilir. Hasta sahibi destek görememekten eşi de rahat iletişime girebileceği bir muhatap bulamamaktan yakınır. Hasta ebeveynle aynı evde yaşamak durumunda olanlar, özellikle alevlenme dönemlerinde ortaya çıkan gerilimden çok etkilenir. Çocukları olan ailelerde bu gerilim daha da şiddetli yaşanır. Bütün bunların üzerine bir de bakımın verdiği zorluklar eklenince, eşlerde tükenmişlik meydana gelir. Şizofrenili kişilere destek verilirken bakım verenlerin de yaşam kaliteleri düşünülmelidir. Sosyal destek yetersiz olduğu durumlarda eşler bu konuyu evlilik öncesinde detaylıca konuşmalı ve bu süreçte bir uzmandan yardım almalıdır.

Şizofreni Hastaları Eşleri ile neler yaşarlar?

Evli olup hastaneden çıktıktan sonra eşiyle yaşamaya devam edebilen hastalar, aileleriyle kalan bekâr hastalara göre çok daha hızlı toparlanır. İlgili eşler genel olarak şizofrenili eşlerini bağımlı biri gibi görmek istemezler. Onların pasif hallerini kabullenmez ve aktif olmaları için cesaretlendirirler. Ebeveynler ise genel itibarıyla her konuda kendilerine ihtiyaçları varmış gibi düşünür ve hastaları pasifize ederler. Eşler çoğunlukla şizofrenili eşlerine arkadaş gibi davranırlar. Ancak inkar edip zorlamayla hastalığı kabullenip teşvik etme arasındaki sınırı iyi belirlemek gerekir. Aksi takdirde, cesaretlendiriyorum derken hasta daha çok acı çekebilir, özgüvenini kaybedebilir ve daha da geri çekilebilir. Bir insanın eşinin şizofreniye yakalanması çok acı verici bir durumdur. Bu acı bazen eşleri aceleciliğe ve eşini bir an önce eski haliyle görme hırsına sevk eder. Ancak bilinmelidir ki bu uzun bir süreç alabilir ya da hasta tamamen eski haline dönemeyebilir. O yüzden psikiyatriste danışarak gitmekte yarar vardır.

Genç eşlerin sıklıkla dile getirdiği konulardan biri de, şizofrenili hastaların cinsel sorunlarıdır. Şizofrenide görülen anhedoni ve apati cinselliğe de etki eder. Hastalar hiçbirşeyden zevk almadıkları gibi cinsellikten de zevk almazlar. Ayrıca ilaçlar da cinsel isteksizliğe ve geç boşalma gibi cinsel sorunlara sebep olabilir. Yine hastalık döneminde yaşanan korkular, kaygılar, şüpheler, ses duymalar cinsel ilgiyi azaltabilir. Eşler iyileşmeyle birlikte ilaç dozunun azalacağı, durumun geçici olduğu, zamanla cinsel performansın artacağı yönünde bilgilendirilmelidir. Bir yandan eşlerin tolerans ve hoşgörüleri güçlendirilmeli öte yandan hastanın bu durumu kabullenmesine engel olunmalıdır. El ele tutuşma, sarılıp uyuma, beraber film izleme, başbaşa yemek yeme, romantik paylaşımlar da önemli cinsel yaşantılardır ve problemin şiddetini düşürebilir, süresini kısaltabilirler. Bu noktada cinsel terapiler ile eş terapileri çok işlevsel olabilir. Hatta şizofreni sonrasında mutlaka böyle bir terapötik yardım ile eşler bu sorunlarla başaçıkmayı öğrenebilir.

Şizofrenide Kontrolsüz Cinsel Davranışlar Nelerdir?

Bazı şizofrenili hastalarda kontrolsüz cinsel davranışlar gözlenebilir. Hasta uluorta mastürbasyon yapabilir, kadınları taciz edebilir, müstehcen konuşmalar yapabilir, pervasız cinsel davranışlar sergileyebilir. Eşler bunların şizofreniden kaynaklandığını bilmelidir. Nitekim bu davranışlar tedavi ile düzelebilmektedir.

Özetle evlilik ya da bir eşle yaşayabilmek şizofrenili hastaların yaşam kalitesini ve işlevselliğini yükseltir. Evlilik onlar için hem bir sosyal şifa kaynağı hem de bir ödüldür. İyi bir destek ve teşvikle onların bu ödülden istifade edebilmeleri mümkündür.

kAYNAKVE AYRINTILI BİLGİ İÇİN..www.adnancoban.com.tr



Yayınlanma: 02.08.2024 11:48

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:29

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 2300
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

🧠 Düşünce Hataları: Zihnimizin Bize Oynadığı Küçük Oyunlar

Bazen bir olay yaşarız, ardından zihnimiz hızla yorum yapmaya başlar:“Beceremedim.”“Kesin bana kızdı.”“Zaten her şey hep benim yüzümden oluyor.”Bu cümleler o kadar tanıdık gelir ki, sanki bir gerçekmiş gibi kabul ederiz. Oysa çoğu zaman bu düşünceler, zihnimizin çarpıttığı hikâyelerdir. İşte bu çarpıtmalar, psikolojide “bilişsel çarpıtmalar” ya da “düşünce hataları” olarak adlandırılır. Gerçeği tam olarak yansıtmazlar, duygularımızı yoğunlaştırır, davranışlarımızı da etkilerler. Bu yazıda en yaygın düşünce hatalarına örneklerle değinip, her biri için nasıl farkındalık geliştirebileceğinizi birlikte inceleyeceğiz.1. FelaketleştirmeKüçük bir olayı en kötü senaryoya dönüştürmek. Bir sınavda beklediğin notu alamadığında “Kesin başarısızım, bir daha toparlayamam” demek,patronun mailine cevap vermediğinde “Beni beğenmedi, yakında işten çıkaracak” diye düşünmek… Felaketleştirme, zihnin “en kötü ihtimale” odaklanmasıdır.Nasıl Ele Alabilirsin:Dur ve kendine sor: “Gerçekten en kötü ihtimal bu mu, yoksa bir varsayım mı?”En kötü senaryoyu düşün, sonra “Bu olursa ne yapabilirim?” diye ekle. Bu, kontrol hissini geri kazandırır.“Şu anda elimde ne var, ne biliyorum?” diyerek mevcut veriye dön.Felaketleştirme, geleceği tahmin etmeye çalışmanın bir yoludur ama çoğu zaman gerçeklerle ilgisi yoktur.Zihin seni korumak ister, ama bunu abartılı senaryolarla yapar.2. Zihin OkumaKarşımızdakinin ne düşündüğünü bilmeden varsaymak. Arkadaşın sana kısa mesaj attı diye “Kesin bana kırıldı.” Toplantıda biri sessiz kaldı diye “Yetersiz buldu herhalde.” Zihin okuma, karşıdaki kişinin niyetini ya da düşüncesini kendi korkularımızla doldurmaktır. Bu düşünce biçimi, ilişkilerde yanlış anlamaları ve mesafeyi artırır.Nasıl Ele Alabilirsin:“Gerçekten bunu biliyor muyum, yoksa tahmin mi ediyorum?” diye sor.Eğer emin değilsen, açık iletişim kur: “Biraz sessizsin, bir şey mi var?”Hatırla: Sessizlik her zaman olumsuzluk anlamına gelmez.Zihin okumayı bırakmak, hem ilişkilerde hem içsel huzurda fark edilir bir rahatlama sağlar.3. Ya Hep Ya Hiç (Siyah-Beyaz) DüşünmeHer şeyi uçlarda görmek: “Ya mükemmelim, ya başarısız.”Bu düşünce biçimi özellikle mükemmeliyetçi kişilerde sık görülür.Bir proje yüzde 95 iyi gittiğinde bile o eksik yüzde 5’e takılmak, bir hata yaptı diye kendini tamamen yetersiz hissetmek…Nasıl Ele Alabilirsin:Hayatı “gri alanlar” üzerinden düşünmeyi dene: her şey mükemmel olmak zorunda değil.“Tam olarak doğru olmasa da, yine de iyi bir iş çıkardım.” gibi dengeli cümleler kur.Mükemmel yerine “yeterince iyi” olmayı hedefle.Zihin ya 0 ya 100 görmek ister ama yaşam 50 ton griden oluşur.4. Aşırı GenellemeBir olumsuz deneyimi tüm geleceğe yaymak. “Bir ilişkide incindim, bir daha kimseye güvenmem.” “Bu sınavdan kaldım, demek ki hiçbir şeyi başaramam.” Bir olaydan genelleme yapmak, zihnin “geçmiş = gelecek” varsayımına inanmasıdır. Oysa her yeni durum, yeni bir ihtimaldir.Nasıl Ele Alabilirsin:“Bu hep böyle mi oldu, yoksa sadece bu sefer mi?” diye sor.Geçmişte benzer durumları nasıl farklı yaşadığını hatırla.Her deneyimin seni biraz daha güçlendirdiğini fark et.Bir başarısızlık tüm kimliğini tanımlamaz. Sadece bir andır, bir sonuç değil.5. KişiselleştirmeOlan her şeyin sorumluluğunu kendi üstüne almak. Arkadaşın keyifsizse “Kesin ben bir şey yaptım.” Toplantıda biri suratsızsa “Benim sunumum kötüydü.” Kişiselleştirme, başkalarının duygularını kendi davranışlarınla ilişkilendirmektir. Ancak insanların ruh hâllerini belirleyen sayısız faktör vardır — ve çoğu seninle ilgili değildir.Nasıl Ele Alabilirsin:“Bu durum gerçekten benimle mi ilgili?” diye kendine sor.Alternatif açıklamalar düşün: “Belki o da zor bir gün geçiriyordur.”Sınır koymayı öğren: Başkasının duygusu, senin sorumluluğun değildir.Empati değerli ama aşırı sorumluluk duygusu yıpratıcıdır.6. Olumluyu Görmezden Gelmeİyi olanları yok saymak, dikkati sadece olumsuza vermek. Bir projede herkes seni tebrik etti, ama bir kişi eleştirdi. O tek cümle gün boyunca zihninde dönüp durur. Olumluyu görmezden gelmek, beynin doğal “negatif önyargısı”yla ilgilidir yani beyin, tehlikeyi önceden fark etmek için olumsuza odaklanır. Ama artık hayatta kalma değil, dengeye ihtiyaç duyuyoruz.Nasıl Ele Alabilirsin:Günün sonunda kendine sor: “Bugün iyi giden üç şey neydi?”Takdir almayı küçümseme, “ama” ekini kullanmadan kabul et.Başarını gözden kaçırma, kendine hakkını ver.Olumlu olanı fark etmek, Pollyanna’lık değil; zihinsel dengeyi yeniden kurmaktır.7. EtiketlemeTek bir davranış üzerinden kendini (veya başkasını) tamamen tanımlamak. “Bir hata yaptım, demek ki beceriksizim.” “İşe geç kaldı, kesin sorumsuz biri.” Etiketleme, hem kendine hem başkalarına haksızlık eder. Davranışlar geçicidir; kimlikler değil.Nasıl Ele Alabilirsin:“Beceriksizim” yerine “O gün hata yaptım.” de.İnsanları bir özelliğe indirgeme; davranışı durumdan ayır.Herkesin güçlü ve zayıf yönleri olduğunu hatırla.Etiketler değil, deneyimler seni tanımlar.8. “Gereklilik” Cümleleri (Should Statements) “Yapmalıyım”, “Olmalıyım”, “Asla yapmamalıyım.” Bu tür cümleler, kendine karşı katı bir iç ses yaratır. “Daha başarılı olmalıyım.” “Hiç üzülmemeliyim.” “Daima güçlü durmalıyım.” Bu beklentiler karşılanmadığında suçluluk ve yetersizlik duygusu artar.Nasıl Ele Alabilirsin:“Yapmalıyım” yerine “Yapmak istiyorum çünkü…” demeyi dene.Gerçekçi beklentiler koy: İnsan olmak hata yapmayı da içerir.“Bugün elimden geleni yapıyorum.” cümlesiyle kendine şefkat göster.Kendini motive etmenin yolu, baskı kurmak değil; anlayışla yaklaşmaktır.🌱 Son Söz: Zihnini Gözlemle, Onunla SavaşmaDüşüncelerini tamamen susturmak mümkün değil. Ama onları tanımak, etiketlemek ve sorgulamak mümkün. Bir düşünce geldiğinde hemen inanmak yerine, “Bu gerçekten doğru mu, yoksa zihnimin oyunu mu?” diye sormak, düşüncelerle aranda bir mesafe oluşturur. Zihin bazen abartır, geneller, korkar. Ama sen fark ettiğinde, o düşüncenin esiri değil, gözlemcisi olursun. Eğer zihnin sık sık seni eleştiriyor, suçluyor veya kaygılandırıyorsa, bu döngüden çıkmak mümkündür. Düşünce hatalarını fark etmeyi ve duygularını daha dengeli yönetmeyi öğrenmek için profesyonel destek alabilirsin.📞 Yüz yüze veya online psikolojik destek için: 0505 011 69 59

Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) ve Bilişsel Davranışçı Terapi

Zihnimiz, bizi korumak için sürekli çalışan bir sistemdir. Ancak bazen bu sistem fazla uyanık hale gelir; tehditleri olduğundan büyük görür, kontrol etme isteği artar ve kişi kendini bitmek bilmeyen düşünce ve davranış döngülerinin içinde bulur. Bu durum, psikolojide Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) olarak tanımlanır. OKB, kişinin istenmeden gelen rahatsız edici düşünceler (obsesyonlar) ve bu düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak için yaptığı tekrarlayıcı davranışlarla (kompulsiyonlar) karakterizedir.OKB’nin merkezinde “kontrol” ve “belirsizliğe tahammülsüzlük” temaları bulunur. Kişi genellikle aklına gelen bir düşüncenin —örneğin “ocağı açık unuttum mu?”, “ellerim mikropla dolu olabilir mi?” veya “ya birine zarar verirsem?”— tehlikeli bir anlam taşıdığını varsayar. Bu düşünceyi uzaklaştırmaya, bastırmaya ya da nötralize etmeye çalışır. Ancak bu çaba, kısa süreli bir rahatlama sağlasa da zihne şu mesajı verir: “Bu düşünce gerçekten tehlikeli, o yüzden tekrar kontrol etmeliyim.” Böylece beyin “tehlike var” sinyalini öğrenir, düşünce tekrar gelir, kişi tekrar davranışı yapar ve kaygı döngüsü güçlenir. Bu döngü, zamanla kişinin günlük yaşamını daraltır. Evden çıkmadan kapı kilidini defalarca kontrol etmek, sürekli el yıkamak, düşüncelerden kaçınmak ya da “ya kötü bir şey olursa” ihtimaliyle hareket etmek yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürür.OKB üç temel bileşenle ilerler: obsesyonlar, kompulsiyonlar ve bu ikisini bağlayan kaygı döngüsü. Obsesyonlar istem dışı, rahatsız edici, tekrar eden düşünceler, imgeler veya dürtülerdir. Kişi bu düşüncelerin mantıksız olduğunu bilir ama zihninden uzaklaştıramaz. Kompulsiyonlar ise bu düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak için yapılan tekrarlayıcı davranışlardır; örneğin sürekli el yıkamak, dua etmek, saymak ya da kontrol etmek gibi. Kısa süreli rahatlama sağlasa da, kompulsiyonlar uzun vadede kaygıyı güçlendirir.Bilimsel araştırmalar, OKB tedavisinde en etkili yaklaşımın Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) olduğunu göstermektedir. Özellikle “Maruz Bırakma ve Tepki Önleme” (ERP) yöntemi, OKB tedavisinde altın standart kabul edilir. BDT’nin OKB üzerindeki etkisi, bireyin düşünce-davranış döngüsünü fark etmesine ve değiştirmesine dayanır. Amaç, düşünceleri tamamen ortadan kaldırmak değil; onlara karşı kişinin tutumunu değiştirmektir.Maruz bırakma aşamasında kişi, korktuğu veya kaçındığı durumla kontrollü biçimde yüzleştirilir. Örneğin mikrop kapma korkusu olan biriyle, terapide kademeli olarak kirli bir yüzeye dokunma egzersizi yapılabilir. Bu süreç, beynin öğrenme sistemine yeni bir mesaj gönderir: “Evet, bu durum rahatsız edici, ama düşündüğüm kadar tehlikeli değil.” Kaygı dalgalanır ama sonunda azalır; kişi, korkulan durumun tahmin ettiği kadar yıkıcı olmadığını deneyimleyerek öğrenir.Tepki önleme aşamasında kişi, alışılmış kompulsiyonları yapmadan beklemeyi öğrenir. Bu, terapinin en zor ama en etkili kısmıdır. Kompulsiyon yapılmadığında kaygı artar ama kişi eylemi gerçekleştirmediğinde felaketin gerçekleşmediğini fark eder. Beyin yeni bir öğrenme yapar: “Kontrol etmezsem kötü bir şey olmuyor.” Böylece OKB’nin temelini oluşturan yanlış öğrenme tersine çevrilir.BDT’de yalnızca davranışlara değil, düşünce biçimlerine de odaklanılır. Terapide kişi, düşüncelerini mutlak gerçeklik gibi değil, zihinsel yorumlar olarak görmeyi öğrenir. OKB’de sık karşılaşılan düşünce hataları arasında aşırı sorumluluk alma (“Bir şey olursa suç bende olur”), düşünce-eylem birliği (“Bir şeyi düşünmek onu yapmakla eşdeğer”), kesinlik ihtiyacı (“%100 emin olmalıyım”) ve felaketleştirme (“Kontrol etmezsem kesin kötü bir şey olur”) bulunur. Terapist, bu düşünceleri sorgulamak ve yerine daha gerçekçi, esnek alternatifler yerleştirmek için bilişsel yeniden yapılandırma tekniklerini kullanır. Bu sayede kişi, “belirsizliği tolere etme” becerisi kazanır.BDT’nin etkisi yalnızca psikolojik düzeyde değil, nörobiyolojik düzeyde de gözlenmiştir. Araştırmalar, BDT’nin beynin ön singulat korteksi ve orbitofrontal korteks gibi alanlarında işlevsel değişikliklere yol açtığını göstermektedir. Yani kişi kaygısını düzenlemeyi öğrendikçe, beynin tehdit algısı sistemleri de yeniden yapılanır. Bu, terapinin “beyin düzeyinde yeniden öğrenme” sağladığının güçlü bir kanıtıdır.OKB için BDT süreci genellikle haftada bir seans şeklinde yürütülür. İlk aşamalarda döngünün fark edilmesi ve tetikleyicilerin belirlenmesi hedeflenir. Ardından maruz bırakma planı hazırlanır ve kişi, terapistin rehberliğinde aşamalı olarak korkularıyla yüzleşir. Ev ödevleri terapinin önemli bir parçasıdır; çünkü beyin yalnızca konuşarak değil, deneyimleyerek öğrenir. Maruz kalma egzersizleri, düşünce kayıtları ve kaygı toleransı çalışmaları, terapinin kalıcılığını artırır. Süre kişiye göre değişse de genellikle 12–20 seans arasında belirgin ilerleme sağlanır. Ancak OKB kronik bir yapıya sahip olabileceğinden, kişi kazandığı becerileri uzun vadede sürdürmeyi öğrenir.Bazı vakalarda BDT’ye ek olarak ilaç tedavisi de kullanılabilir. Özellikle SSRI grubu antidepresanlar beyindeki serotonin dengesini düzenleyerek kaygı düzeyini azaltır ve terapiye katılımı kolaylaştırır. Ancak kalıcı değişimi sağlayan unsur, düşünce ve davranış döngüsünün yeniden yapılandırılmasıdır. Bu nedenle BDT, OKB tedavisinin temel bileşeni olarak kabul edilir.BDT, düşünceleri yok etmeye değil, onlarla farklı bir ilişki kurmaya odaklanır. Zihin her zaman yeni düşünceler üretir; ama kişi artık bu düşüncelerin kölesi olmak zorunda değildir. OKB’den iyileşme, düşüncelerin hiç gelmemesiyle değil, geldiğinde sizi yönetememesiyle başlar. Terapinin sonunda kişi “Düşüncelerim benim gerçeğim değil; sadece zihnimden geçen olasılıklar.” diyebilmeyi öğrenir .Yani düşünce ve eylem ayrışması yapılır.OKB, yalnızca kaygı değil, kontrol ve güvenlik ihtiyacının aşırı hale gelmiş bir ifadesidir. Bilişsel Davranışçı Terapi, bu döngüyü kırmak için bilimsel ve pratik bir yol sunar. Kişi düşüncelerini bastırmak yerine onlarla yüzleşmeyi, davranışlarını kaçınma yerine seçerek yapmayı öğrenir. Terapi süreci zaman, sabır ve kararlılık ister; ancak her seans, beynin “tehdit” yerine “güven” algısını güçlendiren yeni bir öğrenmedir.OKB tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır ve doğru yaklaşımla kişi zihninin karmaşasından özgürleşebilir. BDT, bu özgürleşme yolculuğunun en etkili ve kalıcı araçlarından biridir. Çünkü insan zihni, farkındalık ve deneyimle işlevsel olarak yeniden eğitilebilir.

PSİKOTERAPİYE NEDEN İHTİYAÇ DUYULUR? TERAPİYE NE ZAMAN VE NEDEN BAŞLAMAK GEREKİR?

PSİKOTERAPİYE NEDEN İHTİYAÇ DUYULUR ?Psikoterapi, bireylerin duygusal, zihinsel ve davranışsal sorunlarını anlamalarına, çözmelerine ve daha sağlıklı bir yaşam sürmelerine yardımcı olmayı amaçlayan bir süreçtir. İnsanlar farklı nedenlerle psikoterapiye ihtiyaç duyabilir ve bu nedenler genellikle kişisel, sosyal veya çevresel faktörlere bağlı olarak değişir. İşte terapiye başlama gerekliliğini açıklayan bazı durumlar :Duygusal Zorluklar :Sürekli üzüntü, kaygı, korku, öfke veya suçluluk duyguları.Duygusal dalgalanmalar veya kontrol edilemeyen hisler.Travma sonrası stres belirtileri (örneğin kazalar, kayıplar, şiddet veya doğal afetler sonrası).Zihinsel Sağlık Sorunları :Depresyon, anksiyete, obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) veya travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi teşhis edilmiş psikolojik rahatsızlıklar.Düşük benlik saygısı, kendilik algısı veya kimlik sorunları.Davranışsal Sorunlar : Kendine zarar verme, yeme bozuklukları, madde bağımlılığı gibi davranışlar.Öfke kontrolü sorunları veya zarar verici davranışlar.İlişki ve Sosyal Sorunlar :Aile, arkadaşlık, romantik ilişki ya da iş yerindeki çatışmalar.Sosyal izolasyon, yalnızlık veya bağ kurma zorlukları.Hayat Değişiklikleri :Ayrılık, boşanma, yeni bir iş, taşınma gibi yaşam olaylarının getirdiği stres.Kayıp ve yas süreci. TERAPİYE NE ZAMAN VE NEDEN BAŞLAMAK GEREKİR ?Uzun Süreli Rahatsızlık Hissi : Eğer kendinizi haftalar ya da aylarca mutsuz, endişeli veya umutsuz hissediyorsanız, bu durum terapiye başlama sinyali olabilir.Günlük İşlevsellikte Zorluk : İş, okul veya günlük sorumlulukları yerine getirmekte zorlanıyorsanız, terapi faydalı olabilir.Destek İhtiyacı : Kendinizi yalnız, anlaşılmamış veya çaresiz hissediyorsanız, bir terapist size destek olabilir.Kendi Çabalarınızın Yetersiz Kalması : Sorunlarınızı kendi başınıza çözmeye çalıştıysanız ve hala bir ilerleme kaydedemediyseniz, profesyonel yardım almanın zamanı gelmiş olabilir.Kronik Fiziksel Belirtiler : Psikolojik kaynaklı olabilecek baş ağrısı, mide rahatsızlıkları veya uyku sorunları gibi fiziksel belirtiler yaşıyorsanız. PSİKOTERAPİ İLE NELER KAZANILIR ?Daha iyi bir kendilik farkındalığı.Sağlıklı baş etme mekanizmalarının geliştirilmesi.İlişkilerde ve iletişimde iyileşme.Duygusal yüklerin hafiflemesi.Daha anlamlı ve tatmin edici bir yaşam.Psikoterapiye başlamak için illa "büyük bir sorun" yaşamanız gerekmez. Kendinizi tanımak, yaşam kalitenizi artırmak veya kişisel gelişim için de terapi alabilirsiniz. Terapiye başlamak, kendinize yapabileceğiniz en önemli yatırımlardan biridir.DUYGUSAL ZORLUKLARLA BAŞ ETMEK İÇİN NELER YAPILABİLİR ?Duygusal zorluklarla başa çıkmak, hayatın doğal bir parçasıdır. Bu süreçte sağlıklı yöntemler kullanmak, duygusal dayanıklılığınızı artırabilir ve zor zamanların üstesinden gelmenizi kolaylaştırabilir. İşte duygusal zorluklarla baş etmek için bazı etkili yöntemler :Kendinizi Anlamaya Çalışın Duygularınızı Tanımlayın : Ne hissettiğinizi anlamaya çalışın. Hüzün, öfke, korku, hayal kırıklığı gibi duyguları isimlendirmek, onların üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmanıza yardımcı olacaktır.Kendi Tepkilerinizi İnceleyin : Hangi durumların bu duyguları tetiklediğini fark etmeye çalışın. Bu farkındalık, başa çıkma stratejilerinizi geliştirmenize yardımcı olur.Kendinize Şefkat Gösterin Kendinizi Eleştirmekten Kaçının : Hatalar yapmak insanidir, bunu aklınıza getirmeye çalışın. Kendinizi yargılamak yerine anlayışlı olmayı deneyebilirsiniz.Kendinize Zaman Tanıyın : Duygularınızın geçmesi için zaman gerektiğini kabul etmelisiniz. Zorlayıcı duygular zannettiğiniz şekliyle kalıcı olmayabilir.Sağlıklı İletişim KurunDuygularınızı Paylaşın : Güvendiğiniz bir arkadaşınızla, aile üyenizle ya da bir terapistle duygularınızı konuşmak, duygusal yükünüzü hafifletebilir.Sınırlar Koyun : Duygusal zorlanmalara neden olan insanlara veya durumlara karşı sınırlar belirlemek, kendinizi korumanıza yardımcı olabilir.Fiziksel Sağlığınıza Özen GösterinDüzenli Egzersiz : Hareket etmek, stres hormonlarını azaltır ve ruh halinizi iyileştirir.Yeterince Uyuyun : Kaliteli uyku, duygusal dengeyi korumanızda önemli bir rol oynar.Sağlıklı Beslenin : Yeterli besin alımı, bedeninizin ve zihninizin daha iyi çalışmasını sağlar.Olumlu Düşünme Alışkanlığı GeliştirinMinnettarlık Pratiği : Gün içinde size iyi gelen şeylere odaklanmak, pozitif bir bakış açısı kazandırabilir.Gerçekçi Hedefler Belirleyin : Küçük ve ulaşılabilir hedefler belirlemek, kendinizi daha güçlü hissetmenize yardımcı olacaktır.Rahatlama Tekniklerini KullanınNefes Egzersizleri : Derin nefes alıp vermek, kaygıyı ve stresi azaltmanızda yardımcı olacaktır.Meditasyon veya Yoga : Zihni sakinleştirmek ve beden farkındalığını artırmak için etkili araçlardır.Sanatsal İfade : Resim yapmak, yazmak veya müzikle uğraşmak gibi yaratıcı aktiviteler, duygularınızı ifade etmenize yardımcı olabilir.Profesyonel Destek AlınEğer duygusal zorluklar günlük yaşamınızı önemli ölçüde etkiliyorsa ve kendi başınıza üstesinden gelemiyorsanız, bir terapist veya psikolojik danışmandan destek almayı düşünebilirsiniz.Duygusal Gücünüzü İnşa EdinSabırlı Olun : Duygusal iyileşme bir süreçtir ve zaman alabilir.Kendi Değerinizi Hatırlayın : Kendinize, duygusal dayanıklılığınızı artırabileceğinizi ve zorlukların üstesinden gelebileceğinizi hatırlatmaya gayret gösterin.Duygusal zorluklarla baş etmek için küçük ama etkili adımlar atmak, kendinizi daha güçlü ve huzurlu hissetmenizi sağlar. Herkesin bu süreçte kendine uygun yöntemler bulması önemlidir. Önemli olan, kendinize iyi bakmayı ve ihtiyaç duyduğunuzda destek istemekten çekinmemeyi öğrenmektir.ZİHİNSEL SAĞLIK SORUNLARIYLA NASIL BAŞA ÇIKABİLİRİZ ? Zihinsel sağlık sorunlarıyla başa çıkmak, hem kişisel hem de profesyonel destek gerektirebilir. Bu süreçte, kişinin kendi çabaları, sosyal çevresi ve gerektiğinde uzman yardımı bir arada çalışarak etkili bir çözüm sunabilir. İşte zihinsel sağlık sorunlarıyla başa çıkmak için öneriler :Zihinsel Sağlık Sorunlarını Kabul EdinKendi Durumunuzu Anlayın : Sorunlarınızı kabul etmek, çözüm sürecinin ilk adımıdır. Kendinizi yargılamadan, ne yaşadığınızı anlamaya çalışın.Utanç ve Stigmayla Mücadele : Zihinsel sağlık sorunlarının fiziksel rahatsızlıklar kadar doğal olduğunu unutmayın. Bu konuda açık olmak, destek almanızı kolaylaştırır.Profesyonel Yardım AlınPsikoterapi : Bir terapistle çalışmak, sorunların kök nedenlerini anlamanıza ve başa çıkma stratejileri geliştirmenize yardımcı olabilir.Psikiyatri Desteği : Gerekliyse, ilaç tedavisi düşünülmelidir. İlaç tedavisi, depresyon, anksiyete veya diğer rahatsızlıkların belirtilerini hafifletebilir.Gruplar ve Destek Toplulukları : Benzer deneyimleri yaşayan insanlarla bir araya gelmek, yalnız olmadığınızı hissettirebilir.Günlük Rutin OluşturunDüzenli Uyku : Her gün aynı saatte yatıp kalkmaya özen gösterin. Kaliteli uyku, zihinsel sağlık üzerinde olumlu bir etkiye sahiptir, bunu unutmayın.Sağlıklı Beslenme : Dengeli bir diyet, beyninizin daha iyi çalışmasına ve ruh halinizin dengelenmesine katkıda bulunur. (Bu konuda zorlandığınızı düşünüyorsanız bir diyetisyenden destek almayı düşünebilirsiniz.)Fiziksel Aktivite : Düzenli egzersiz, mutluluk hormonu (endorfin) salınımını artırarak stres ve depresyonla başa çıkmada yardımcı olur.Kendinizi İfade Etmeyi ÖğreninDuygularınızı Yazın : Günlük tutmak, zihinsel yükünüzü hafifletebilir ve düşüncelerinizi organize etmenizi sağlayacaktır.Sanatsal Aktiviteler : Resim, müzik veya el sanatları gibi yaratıcı uğraşlar, duygusal ifade için etkili bir araç olabilir.Sosyal Bağlantılarınızı GüçlendirinGüvendiğiniz İnsanlarla Konuşun : Aile üyeleri, arkadaşlar veya meslektaşlar duygularınızı paylaşmanız için bir destek ağı oluşturabilir.Yalnızlıktan Kaçının : Sosyal izolasyon, zihinsel sağlık sorunlarını kötüleştirebilir. Toplumsal etkinliklere veya gönüllü projelere katılarak kendinizi bağlı hissedebilirsiniz.Rahatlama Tekniklerini KullanınMindfulness ve Meditasyon : Şimdiki ana odaklanmayı öğrenmek, endişe ve stresi azaltabilir.Nefes Egzersizleri : Derin nefes alıp verme teknikleri, sinir sisteminizi sakinleştirebilir.Gevşeme Egzersizleri : Yoga veya progresif kas gevşetme gibi yöntemler, bedeninizle zihniniz arasında bir denge kurar.Olumsuz Düşünceleri Yeniden ÇerçeveleyinGerçekçi Düşünme : Kendinizi sürekli eleştiriyorsanız, daha nazik ve gerçekçi bir bakış açısı geliştirmeye çalışın.Minnettarlık Pratiği : Hayatınızdaki olumlu şeylere odaklanmak, ruh halinizi iyileştirebilir.Sınırlarınızı Bilin ve İhtiyaçlarınızı TanıyınHayır Demeyi Öğrenin : Fazla sorumluluk almak, stres seviyenizi artırabilir. Sınırlarınızı belirlemek önemlidir.Kendi İhtiyaçlarınıza Öncelik Verin : Kendinize zaman ayırarak dinlenmeye çalışın ve yenilenin.Uyarıcı Maddelerden KaçınınAlkol ve Madde Kullanımı : Stresle baş etmek için bu tür maddelere başvurmak yerine, sağlıklı baş etme yöntemleri geliştirmeye çalışın.Kafein ve Şeker : Aşırı tüketim, anksiyete ve ruh hali dalgalanmalarını artırabilir.Kendinize Zaman TanıyınSabırlı Olun : Zihinsel sağlık sorunlarının çözümü zaman alabilir. Kendinizi iyileşme sürecinde yargılamaktan kaçınmaya çalışın.Küçük İlerlemeleri Kutlayın : Attığınız her küçük adım önemlidir ve sizi daha iyi bir yere taşır.Zihinsel sağlık, fiziksel sağlık kadar önemlidir ve bakımı süreklilik gerektirir. Eğer kendinizi çaresiz hissediyorsanız, yalnız olmadığınızı ve yardım almanın güçlü bir adım olduğunu unutmayın. DAVRANIŞSAL SORUN YAŞAYANLAR İÇİN NELER YAPABİLİR ?Davranışsal sorunlar kişinin günlük yaşamını, ilişkilerini ve genel yaşam kalitesini etkileyebilir. Bu sorunlarla başa çıkmak için kişinin kendine yönelik farkındalık geliştirmesi, sağlıklı alışkanlıklar oluşturması ve gerektiğinde profesyonel yardım alması önemlidir. İşte davranışsal sorunlarla baş etmek için yapılabilecekler :Sorunu Anlamaya Çalışın Kendi Davranışlarınızı Gözlemleyin : Hangi durumlarda, ne tür davranışlar sergilediğinizi fark etmeye çalışın. Belirli bir tetikleyici, duygu ya da düşünce bu davranışları yönlendiriyor olabilir.Etkilerini Değerlendirin : Davranışlarınızın hem size hem de çevrenizdekilere olan etkisini analiz etmeye gayret gösterin. Bu farkındalık, değişim için önemli bir ilk adımdır.Duygular ve Davranışlar Arasındaki Bağlantıyı AnlayınDuygusal Sebepleri Keşfedin : Öfke, hayal kırıklığı, korku ya da stres gibi duygular, olumsuz davranışları tetikleyebilir. Bu duyguların kaynağını bulmaya çalışın.Alternatif Tepkiler Geliştirin : Sorunlu davranış yerine, benzer durumlarda nasıl farklı tepki verebileceğinizi düşünün.Sağlıklı Alışkanlıklar Geliştirin Öfke Yönetimi : Öfke veya sinir anında derin nefes alıp vermek, kısa bir mola vermek ya da fiziksel bir aktivite yapmak sakinleşmenize yardımcı olabilir, deneyimleyin.Duygusal Düzenleme : Rahatlama teknikleri (nefes egzersizleri, meditasyon, yoga) veya sanatsal aktiviteler (resim yapmak, yazmak) duygusal kontrol sağlar.Hedef Odaklı Davranışlar : Olumsuz alışkanlıklar yerine, hayatınıza pozitif alışkanlıklar katın. (Örneğin, spor yapmak ya da bir hobi edinmek.)Kendinizi Eğitin ve Bilgi EdininKaynak Araştırması : Davranışsal sorunlar hakkında kitaplar, makaleler veya videolar izleyerek bilgi sahibi olun.Davranış Değişimi Modelleri : Özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) yaklaşımlarını inceleyerek kendi düşünce ve davranış döngülerinizi anlamaya çalışabilirsiniz.Sosyal Destek AlınGüvendiğiniz Kişilerle Konuşun : Aile veya arkadaşlarınızdan destek istemek yalnız hissetmenizi önleyebilir.Destek Gruplarına Katılın : Benzer sorunları yaşayan insanlarla iletişim kurarak deneyim paylaşabilirsiniz.Profesyonel Yardım Almayı Düşünün Eğer davranışsal sorunlar, yaşam kalitenizi ciddi şekilde etkiliyorsa ve kendi başınıza başa çıkamıyorsanız, bir uzmandan destek almak önemlidir :Psikoterapi : Terapi, davranışlarınızın kökenini anlamanıza ve alternatif yollar geliştirmenize yardımcı olacaktır.Psikiyatri Desteği : Davranışlarınız biyolojik veya nörolojik bir sorundan kaynaklanıyorsa, bir psikiyatr size uygun bir tedavi planı sunacaktır.Kendinizi Motive Edin ve Küçük Hedefler KoyunHedeflerinizi Belirleyin : Değiştirmek istediğiniz davranışları belirleyin ve bunları küçük, ulaşılabilir hedeflere bölün.Başarıları Kutlayın : Olumlu değişiklikler yaptığınızda kendinizi ödüllendirin. Bu, motivasyonunuzu artıracaktır.Riskli Durumlardan KaçınınTetikleyicileri Belirleyin : Sorun olduğunu düşündüğünüz davranışları tetikleyen durumları veya insanları belirleyin. Bu tetikleyicilerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışın.Sınırlar Koyun : Kendinizi zararlı alışkanlıklardan korumak için net sınırlar belirlemeye çalışın.Sabırlı Olun ve Süreçten VazgeçmeyinDeğişim Zaman Alır : Davranış değişikliği bir süreçtir ve hemen gerçekleşmez. Kendinize zaman tanıyın ve küçük ilerlemeleri kabul edin.Kendinizi Affedin : Hatalar yapsanız bile kendinizi yargılamayın. Önemli olan tekrar denemektir.Kendinize İyi BakınFiziksel Sağlık : Düzenli uyku, sağlıklı beslenme ve egzersiz, zihinsel ve duygusal dengeyi destekler.Rahatlama : Kendinize keyif aldığınız aktiviteler için zaman ayırın. Hobiler ve eğlence, stres yönetiminde yardımcı olabilir.Davranışsal sorunlar, destek ve doğru yöntemlerle yönetilebilir. Önemli olan, değişim sürecinde kararlı olmak ve gerektiğinde yardım istemekten çekinmemektir. Bu süreç, kendinizi daha iyi tanımanıza ve yaşam kalitenizi artırmanıza yardımcı olacaktır. İLİŞKİDEKİ PROBLEMLER VE SOSYAL SORUNLAR NASIL ÇÖZÜLEBİLİR ?İlişki ve sosyal sorunlar, kişinin hem duygusal hem de zihinsel sağlığını etkileyebilen karmaşık durumlar olabilir. Ancak bu sorunlarla başa çıkmak ve ilişkileri iyileştirmek mümkündür. İşte ilişki ve sosyal sorunları çözmek ve sağlıklı ilişkiler kurmak için yapılabilecekler :İletişim Becerilerinizi GeliştirinAçık ve Dürüst İletişim : Hislerinizi, düşüncelerinizi ve ihtiyaçlarınızı net bir şekilde ifade etmeye özen gösterin. Pasif veya saldırgan değil, açık ve saygılı bir ton kullanın.Empati Kurun : Karşınızdaki kişinin bakış açısını anlamaya çalışın. Onun duygularını ve düşüncelerini dikkate almak, karşılıklı anlayışı artırır.Aktif Dinleme : Konuşurken kesintiye uğratmadan, gerçekten anlamak için dinleyin. Sorular sorarak karşınızdakine değer verdiğinizi gösterin.Kendinizi Tanıyın ve Sınırlarınızı BelirleyinKendi Değerlerinizi ve İhtiyaçlarınızı Anlayın : İlişkilerde kendinizden ne beklediğinizi ve karşı taraftan ne istediğinizi belirlemeye çalışın.Sağlıklı Sınırlar Koyun : Kendi sınırlarınızı tanımlayın ve bu sınırların aşılmasına izin vermeyin. Aynı şekilde, başkalarının sınırlarına da saygı gösterin.Çatışmaları Sağlıklı Şekilde ÇözünSorunu Doğru Tanımlayın : Çatışmanın kökenini net bir şekilde belirleyin. Sorunun kişisel değil, davranışsal olduğunu anlamak önemlidir.Savunmacı Olmaktan Kaçının : Eleştiriler karşısında savunmaya geçmek yerine yapıcı bir şekilde çözüm arayın.Ortak Çözüm Bulun : Her iki tarafın da ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir çözüm üzerinde uzlaşmaya çalışın.Güçlü İlişkiler İçin Zaman AyırınBirlikte Kaliteli Zaman Geçirin : Ortak ilgi alanları bulup, birlikte yapmaktan keyif aldığınız etkinliklere zaman ayırın.Destekleyici Olun : İyi bir ilişki, zor zamanlarda birbirini desteklemeyi gerektirir. Karşınızdaki kişiye duygusal destek sunarak bağlılığı güçlendirin.Kendi Duygularınızı Yönetmeyi ÖğreninStres ve Öfkeyi Kontrol Edin : Kızgın veya stresliyken tepki vermek yerine, sakinleşmek için zaman ayırın.Duygusal İfade : Hissettiklerinizi bastırmak yerine yapıcı bir şekilde ifade edin. Örneğin, "Sen hep böylesin" yerine, "Bu davranış beni üzüyor" diyebilirsiniz.Sosyal Bağlantılarınızı GenişletinYeni İnsanlarla Tanışın : İlgi alanlarınıza uygun etkinliklere veya gruplara katılarak yeni bağlantılar kurabilirsiniz.Farklı Perspektifler Edinin : Çeşitli insanlarla ilişki kurmak, sosyal becerilerinizi geliştirir ve sizi daha esnek bir birey yapar.Kendi Özsaygınızı GüçlendirinKendinizi Sevin : Sağlıklı bir ilişki kurabilmek için önce kendinizi sevmeniz ve değer vermeniz önemlidir.Bağımlılıktan Kaçının : İlişkilerinizde kendi kimliğinizi koruyun. Kendi ilgi alanlarınız ve hedefleriniz olsun.Geçmiş Sorunlardan ÖğreninGeçmişteki Hataları İnceleyin : Daha önce yaşadığınız ilişki veya sosyal sorunlardan ders çıkararak gelecekte aynı hataları tekrar etmemeye çalışın.Affetmeyi Öğrenin : Hem kendinizi hem de başkalarını affetmek, duygusal yüklerden kurtulmanıza ve yeni başlangıçlara yer açmanıza yardımcı olur.Geri Bildirim Almaktan ÇekinmeyinAçık Olun : Sosyal becerileriniz veya davranışlarınız hakkında güvendiğiniz insanlardan yapıcı geri bildirim isteyebilirsiniz.Kendinizi Geliştirin : Aldığınız geri bildirimleri kullanarak daha sağlıklı ilişkiler kurmaya çalışın.Gerektiğinde Profesyonel Destek AlınÇift ve Aile Terapisi : İlişkisel çatışmalar, uzman rehberliğiyle daha etkili bir şekilde çözülebilir.Sosyal Beceriler Eğitimi : Sosyal ilişkilerde zorlanan bireyler, bu konuda profesyonel destek alarak becerilerini geliştirebilir.İlişki ve sosyal sorunlar, sabır ve kararlılıkla çözülebilir. Kendinizi ve çevrenizi daha iyi anlamaya çalışmak, sağlıklı ve güçlü ilişkiler kurmanın temel taşlarıdır. Önemli olan, değişime açık olmak ve gerekirse yardım istemekten çekinmemektir. BİRTAKIM HAYAT DEĞİŞİKLİKLERİNDEN DOLAYI ZORLANMA KARŞISINDA NELER YAPABİLİR ?Yaşam olayları, ister olumlu ister olumsuz olsun, önemli değişiklikler getirebilir ve duygusal, zihinsel, hatta fiziksel bir yük oluşturabilir. Bu durumlarla başa çıkmak, uyum sağlamak ve süreci kolaylaştırmak için stratejik adımlar atmak önemlidir. İşte bu tür değişikliklerle başa çıkmak için öneriler :Duygularınızı Kabul Edin ve İfade EdinDuygularınızı Tanıyın : Kaygı, üzüntü, heyecan veya öfke gibi duygular normaldir. Kendinizi kötü hissettiğiniz için suçlamamaya çalışın.Duyguları Paylaşın : Güvendiğiniz bir arkadaşınızla, aile üyesiyle veya bir terapistle duygularınızı paylaşarak yükünüzü hafifletin.Kendi Kendinize Yazın : Bir günlük tutmak, karmaşık duygularınızı anlamanıza ve ifade etmenize yardımcı olabilir.Değişimi Anlamlandırmaya ÇalışınDeğişimin Getirdiklerini Değerlendirin : Bu değişikliğin hayatınıza neler kattığını ve neleri götürdüğünü düşünün. Zorluklarla birlikte gelebilecek fırsatlar üzerinde düşünün.Kendi Hikayenizi Yazın : Bu olayın hayatınızdaki yerini anlamlandırarak, gelecekte sizi nasıl daha güçlü yapabileceğini düşünün.Yapılandırılmış Bir Plan Oluşturun Hedefler Belirleyin : Yeni bir işe başlamak veya taşınmak gibi değişiklikler için kısa ve uzun vadeli hedefler oluşturun.Adımları Belirgin Hale Getirin : Büyük değişiklikler karşısında küçük, yönetilebilir adımlar atın. Bu, kontrol hissinizi artırır.Esnek Olun : Planlarınızı gerektiğinde değiştirmeye açık olun.Kendinize Zaman TanıyınUyum Sürecini Kabul Edin : Büyük değişikliklerin ardından hemen normale dönmek mümkün olmayabilir. Kendinize duygusal ve zihinsel olarak uyum sağlamak için zaman tanıyın.Kendi Hızınızda Hareket Edin : Diğer insanların değişim süreçlerini kendinizle karşılaştırmaktan kaçınmaya çalışın. Herkesin süreci kendine özeldir.Destek Arayın Sosyal Destek : Aile, arkadaşlar veya bir destek grubundan yardım isteyin. Yalnız hissettiğinizde, birine ulaşmak önemli bir fark yaratabilir.Profesyonel Yardım : Eğer değişim sürecinde aşırı zorlanıyorsanız, bir uzman duygusal yükünüzü hafifletmenize yardımcı olabilir.Sağlıklı Alışkanlıklar OluşturunFiziksel Sağlık : Yeterli uyku, düzenli egzersiz ve dengeli beslenme, stresle baş etmenize yardımcı olur.Rahatlama Teknikleri : Nefes egzersizleri, meditasyon veya yoga gibi uygulamalar, zihinsel sakinlik sağlar.Yeni Rutinler : Hayatınızdaki değişikliklere uygun yeni alışkanlıklar ve rutinler geliştirmeye gayret edin.Olumlu Bir Perspektif GeliştirinMinnettarlık Pratiği : Hayatınızdaki olumlu yönlere odaklanarak zihninizi dengeleyebilirsiniz. Her gün birkaç şey için şükretmek bile fark yaratabilir.Zorluklarda Fırsat Görün : Yaşadığınız değişimlerin sizi nasıl büyütebileceğini ve geliştirebileceğini düşünün.Kendinize Yatırım YapınYeni Şeyler Öğrenin : Yaşam değişikliklerini, kendinizi geliştirme fırsatı olarak görebilirsiniz. Yeni bir dil öğrenmek, kurslara katılmak veya hobi edinmek faydalı olabilir.Kendi Kendinize Zaman Ayırın : Kitap okumak, yürüyüş yapmak veya yaratıcı aktivitelerle uğraşmak, kendinizi yenilemenize yardımcı olabilir.Geçmişi Kabul Edin ve Geleceğe OdaklanınGeçmişten Öğrenin : Yaşananları bir kayıp değil, bir öğrenme fırsatı olarak değerlendirin.Şimdiki Ana Odaklanın : Gelecek için plan yaparken, içinde bulunduğunuz anı yaşamayı unutmayın.Gerekirse Hayır Demeyi Öğrenin Fazla Yük Almaktan Kaçının : Hayatınızdaki değişiklikler sırasında kendinize fazla sorumluluk yüklemeyin.Önceliklerinizi Belirleyin : Enerjinizi ve zamanınızı en önemli şeylere odaklamaya çalışın.Sabırlı Olun ve Süreci KabulleninDeğişimin Bir Süreç Olduğunu Hatırlayın : Her değişim zaman alır ve bu süreçte iniş çıkışlar normaldir.Kendinizi Yargılamayın : Duygusal iniş çıkışlar yaşamak normaldir. Kendinize karşı nazik olmaya gayret edin.Bu tür yaşam olayları, kişisel büyüme ve dayanıklılık geliştirme fırsatları sunar. Sabırlı olun, yardım istemekten çekinmeyin ve kendinize iyi bakmayı unutmayın. Her zorluk, sizi daha güçlü bir birey yapma potansiyeline sahiptir.
Bensu ERKIŞI 16.10.2025