Psikolojik Hastalıklar ve Belirtileri Nelerdir?
Sağlıklı insan nasıldır?
Yalnızca fiziksel yada psikolojik hastalıklarımız olmadığında ve sakat değilsek sağlıklı olmayız. Sağlık bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam bir iyilik halidir.
Psikolojik rahatsızlıklar deyince akla en ağır psikolojik hastalıklar gelir çoğu zaman.
Ruhsal bozuklukların bir kısmı şiddet gibi ağır davranışsal sorunlara sebep olur. Yada cinsel açıdan uygunsuz davranışları getirir. Fakat psikolojik hastalıkları olan kişilerin bir çoğu diğer insanlardan çok farklı davranmazlar. Psikolojik hastalıklara fiziksel rahatsızlıklar kadar önem verilmez çoğu zaman. Oysa ki psikolojik rahatsızlıklar oldukça tehlikeli sonuçlar doğurabilir.
En yaygın psikolojik hastalıklar nelerdir?
250’nin üzerinde tanımlanmış psikolojik rahatsızlık bulunur. Bu sebeple daha rahat anlaşılabilmeleri için farklı kategorilere ayrılırlar. En yaygın görülen psikolojik hastalıklar şunlardır;
Anksiyete. Panik Atak, Agorafobi, Sosyal fobiler, Travma Sonrası Stres
Bozukluğu, Yaygın Anksiyete Bozukluğu
Duygudurum bozuklukları. Depresyon, Bipolar Bozukluk.
Kişilik bozuklukları
Yeme bozuklukları
Bağımlılıklar
Cinsel problemler
Psikolojik hastalıkların doğurabileceği sonuçlar
Psikolojik rahatsızlıklar intihar yada kaza ile sonuçlanabilir.
Var olan fiziksel hastalıklarınızın şiddetini artırabilir.
Psikolojik hastalıklar bireylerin üretkenliklerini büyük ölçüde azaltabilir.
Aile bireylerinden yalnızca birinde rastlansa bile psikolojik hastalıklar ailenin tümünü etkiler.
Psikolojik hastalıklar listesi
1) Psikolojik hastalıklar – Duygudurum bozuklukları
Duygudurum bozukları yada Mizaç bozuklukları denir. Duygudurum bozuklukları nedir? Hastaların uyarılara karşı geliştirdiği, uzun süreli üzüntü, öfke, tepki, nefret gibi duygusal tepkileri kapsar. Bu tepkilere psikotik semptomlarda eşlik edebilir. Kişi ya depresyonda olduğu gibi aşırı mutsuzluk ve ruhsal çöküntü içinde olur. Yada tam tersi "manik”, "öförik” bir halde kendileri çok iyi hissederler.
Psikolojik rahatsızlıklar – Depresyon
Depresyon belirtileri. Depresif bireylerin uyku ve yeme düzeni gibi günlük rutinleri değişir. Birey kendini daha az mutlu ve umutlu hisseder. Yorgunluk hissi hakimdir. Değersizlik ve pişmanlık duyguları hakim gelir. Psikosomatik ağrılar görülebilir. İntihar ve ölüm düşünceleri sıklıkla yaşanır. Depresyon yas değildir. Yas depresyona sebep olabilir. Fakat yas depresyon değildir.Yas sürecinde üzüntü dalgalar halinde gelip gidebilir. Bireyin kendine olan güveni ve ben değerliyim hissi muhafaza edilir.
Depresyon zayıflık değildir. Çok uzun bir süre güçlü olduğunuzu gösterir.
Depresyon görülme sıklığı.
Her altı kişiden biri ömründe en az bir defa depresyon geçirir.
Bayanlarda, erkeklerden daha sık görülür. Her üç bayandan biri depresyona yakalanır.
Depresyona sebep olan faktörler
Vücuttaki bazı hormonların düzensizliği
Genetik yatkınlık
Kişilik özellikleri. Karamsar olmak, strese yatkın olmak.
Çevresel faktörler. Fakirlik, şiddet görmüş olma
Depresyon tedavisi. İlaçla tedavi, psikoterapi, Elektro terapi, kendi kendine yardım.
Psikolojik rahatsızlıklar – Bipolar Bozukluk
Bipolar bozukluk yerine iki uçlu bozukluk yada manik depresif bozuklukta denir.
Bipolar Bozukluk nedir?
Bireyin ruh halinde değişikliğe, enerji ve fonksiyon kaybına neden olan beyin hastalıklarındandır. Bipolar I, Bipolar II ve Cyclotimik olmak üzere üç alt grubu bulunur. Depresif ve manik olmak üzere iki farklı hastalık dönemi yaşar bipolar hastaları.
Depresif oldukları dönemde insanlardan ve eğlenceli bulunan şeylerden kaçınırlar. Kendilerini daha az mutlu ve özgüvenli hissederler. Genellikle kış aylarında depresif ve yaz aylarında manik olurlar.
Manik oldukları dönemlerde kendilerini oldukça coşkulu ve iyi hissederler. Uyku gereksinimleri azalır, riskli yatırımlar yapabilirler, çok hızlı düşünebilirler ve çok para harcayabilirler.
Cyclotimik. İki kutuplu ruh hali rahatsızlığının daha az yoğunlukla hissedilmesi durumudur.
Bipolar bozuklukta risk grupları.
Hastaların büyük bir çoğunluğunun depresyon geçiren yada bipolar bozukluk yaşayan bir akrabası bulunur. Yüksek stres, uyku hastalıkları, uyuşturucu madde ve alkol kullanımı gibi çevresel faktörlerde etkili olur.
Bipolar bozukluğun tedavisinde sıklıkla ilaç tedavisinin yanında psikoterapi uygulamalarıda kullanılır.
2) Psikolojik hastalıklar – Kaygı bozukluğu
Kaygı bozukluğu yerine anksiyete bozukluğuda denir. Psikolojik hastalıklar arasında kaygı bozuklukları oldukça sık görülür.
Kaygı nedir.
Kaygı strese verilen normal bir reaksiyondur.
Kaygı bütünüyle zararlı mıdır.
Kaygı bir çok durumda aslında bize yardımcıda olur. Örneğin; hiç kaygı duymayan bir öğrenci ders çalışma motivasyonu bulamaz. Kaygı duyduğumuz şeylere karşı önlem alır, kendimizi doğabilecek tehlikelerden koruruz. Ama bazı kişilerde aşırı düzeyde kaygı ve korku yaşanır.
Kaygı bozuklukları nedir?
Aşırı düzeyde görülen kaygı ve korku durumlarıdır.
Kaygı bozukluklarının belirtileri. Endişe ve korkular bir çok farklı fiziksel tepkiyle sonuçlanabilir. Kalp çarpıntısı, aşırı terleme, ağız kuruluğu, sık idrara çıkma, titreme ve kaygılı olunan durumlarda ortaya çıkan panik atak.
Kaygı bozukluklarının görülme nedenleri.
Genetik nedenler ve yetiştirme şekli olabildiği gibi, alkol, kafein ve belirli maddelerin kullanımıyla alakalı olabilir.
Kaygı bozukluklarının tedavisi.
Terapi, ilaç kullanımı, stresle baş etme yöntemleri, kendi kendine yardım.
Psikolojik rahatsızlıklar – Kaygı bozuklukları nelerdir?
- Yaygın anksiyete
- Bireyin belirli bir korku yada endişe duymadığı, yaygın kronik anksiyetesidir.
- Yaygın anksiyete bozukluğu yaşayan hastalar günlerinin büyük bir kısmı endişe
- ve korku içinde geçirerek düşük bir yaşam kalitesine sahip olurlar.
- Bu psikolojik hastalığı geçiren bireylerde sonuç olarak uyku bozukluğu,
- yorgunluk, konsantrasyon bozukluğu, kasların gerginleşmesi ve yorgunluk
- görülür.
- Panik Bozukluğu
- Tekrarlayan fiziksel ve psikolojik ızdırap veren panik ataklar görülür.
- Çarpıntı, terleme, titreme, nefes alamama hissi, göğüste ağrı ve baş dönmesi
- gibi belirtiler gösterir.
- Özgül fobiler
- Bireyin belirli nesnelere yada durumlara karşı duyduğu aşırı ve mantıksız
- korkulardır. Her ne kadar kişi bunların mantıksız olduğunun farkında olsada bu
- duygu ile baş edemezler.
- Başlıca özgül fobileri şunlardır; yükseklik korkusu, belirli hayvanlardan korkma,
- iğne korkusu.
- Sosyal kaygı bozukluğu
- Sosyal anksiyete bozukluğu yada sosyal fobide de denir.
- Sosyal fobi bireyin başkalarının yapacağı negatif değerlendirmelerden
- çekinerek kaygı duymalarıdır.
- Birey sosyal ortamlardan kaçınır. Örneğin; topluluk önünde konuşmak, umuma
- açık ortamlarda yemek ve tuvaleti kullanmak.
- Duygusal ilişki kurabilmek, birine yönelmek, başkaları gözlemlerken çalışmak ve
- yeni insanlarla tanışmakta güçlük çekerler.
- Ayrılık anksiyetesi
- Bireyin yaşına uygun olmayan aşırı düzeyde bağlılık duyulan bireylerden ayrılma korkusu, kaygısı taşıma.
3) Psikolojik hastalıklar – Yeme bozuklukları
Yeme bozuklukları nedir? Yeme alışkanlığıyla ilgili psikolojik
hastalıklar çok ciddi yeme davranışı bozuklukları ve kilo kontrolü
rahatsızlıklarıdır. Yeme bozukluğu olan bireyler yeme ve vücut
ağırlığı konusunda takıntılıdırlar.
- Anoreksiya nevroza
- Kişinin normal kilonun çok altında (yüzde 15 daha az) olmasına rağmen
- kendisini şişman olarak görmesi durumu.
- Yiyecekleri aşırı kontrol, aşırı egzersiz yapma, müshil ilaçları kullanma gibi
- yöntemlere başvurulur.
- Bulgular. Menstrüasyon görmeme, kemiklerde incelme, saç ve tırnaklarda
- kırılganlık, aşırı kabızlık, tansiyon düşüklüğü, depresyon …
- Bulimiya nervoza
- Bulimiya nervoza atağı sırasında birey kısa sürede aşırı derece çok yemek yer.
- Daha sonrasında kilo kaybını önlemek için farklı yollara başvurur; kusma, ilaç,
- yoğun egzersiz …
- Tıkınırcasına yeme bozukluğu
- Kısa sürede tıkanırcasına yemek yerler ve sonrasında pişmanlık ve utanç
- duyarlar. Bulimia nervroza hastalarında görüldüğü gibi kilo alımını önleyici
- davranışlarda bulunmazlar.
Yeme bozuklukları neden kaynaklanır?
Bireyler az yemek yada daha çok yemek isterken kontrolü kaybetmiş olabilir.
Vücutları ile ilgili realist bir algıları yoktur.
Birey çok mükemmeliyetçi olabilir.
Yeme bozuklukları en çok kimlerde görülür?
Genellikle ergenlik ve genç erişkinlik dönemlerinde olan bayanlarda görülen bu tip psikolojik hastalıklar ciddi hayati tehlikelere götürebilirler.
Yeme bozuklukları tedavisi.
Psikolojik tedaviler fizyolojik tedavilere eşlik eder. Yeme bozuklukları ciddi hayati tehlikeler oluşturabilir.
4) Psikolojik hastalıklar – Uyku bozuklukları
Bireyin uyku ritimleri ile ilgili yaşadıkları bozukluklardır. Uyku kalitesinde, zamanında ve
miktarında yaşanan problemlerdir.
Uykuyla ilgili psikolojik hastalıklar da bireyin fiziksel, bilişsel, sosyal ve duygusal
fonksiyonlarına ciddi bir şekilde zarar verebilir.
Uyku bozuklukları tedavisi. Rahatlama egzersizleri, psikoterapi ilaçlar, diyet değişikliği, nefes almayı kolaylaştırıcı aparatlar.
İnsomnia
Uykuya dalmada ve uykuda kalmada güçlük.
Narkolepsi
Bir anda uyuya kalma
Uyku apnesi
Uyku apnesi hastaları uyku sırasında nefes güçlükleri yaşarlar.
Gece terörü
Uykuda yürüme
Uykuda idrar kaçırma
Uyku felci
Huzursuz bacak sendromu
5) Psikolojik hastalıklar – Cinsel sorunlar
Cinsellikle ilgili psikolojik hastalıklar fiziksel ve psikolojik temellere dayanabildiği gibi kimi
zaman da neden bulunamaz. Cinsel sorunlar cinsel kimlikle ilgili sapmalar yada cinsel
fonksiyonlarını yerine getirilememesi gibi sorunlardır. Cinsel ilginin toplumun kabul
etmediği alışılmadık nesnelere yönelmesi gibi psikolojik hastalıklar parafili adını alır.
Cinsiyet disforisi
Cinsiyet kimliği disforiside denir. Bireyin fiziksel cinsiyetiyle kendini hissettiği kimliği
arasındaki farklılıktan kaynaklanır. Cinsiyet disforisi yaşamak toplumun bir cinsiyetten
beklediği şekilde davranmamakla aynı şey değildir. Birey yanlış bedende doğduğunu
hisseder.
6) Psikolojik hastalıklar – Psikotik bozukluklar
Psikotik bozukluklar nedir?
Anormal düşünce ve algılara sebep olan ve bireyin gerçeklikle olan bağını koparan psikolojik hastalıklardır.
Psikotik bozuklukların belirtileri.
Bu tür psikolojik hastalıkların başlıca belirtileri hezeyanlar ve halüsinasyonlardır.
Halüsinasyonlar duyma, görme yada hissetme gibi yanlış algılardır.
Hezeyanlar bireyin gizli mesajlar aldığı gibi yanlış inanışlara sahip olmasıdır.
Psikolojik rahatsızlıklar – Şizofreni
Psikolojik hastalıklar arasında bu grupta ilk akla gelenlerden birisi şizofrenidir. Toplumun
yüzde birinde görülür. Aktif olduğu dönemde halüsinasyon hezeyanlar görülür. Bireyin
kafası karışık, konuşmaları düzensiz, mantıklı düşünme kabiliyetini kaybetmiş olabilir.
Hayattan zevk alma, yeni planlar ortaya koyma, duygularını ifade etme gibi alanlarda ki
becerileri kaybedebilir. Bir aydan kısa süre devam eden ve madde kullanımına bağlı olarak
gelişen psikozlarda bu psikolojik hastalıklar grubunda incelenir.
Şizofreni risk faktörleri.
Genetik ve yoğun stres gibi çevresel etkenler.
Şizofreni tedavi.
İlaç, psikoterapi, stresle baş etme yöntemleri öğrenme, psikoeğitim, destek programları.
Folie a deux durumu için iki kişinin çılgınlığı da denir. Psikoz sahibi kişiler gördükleri hayaller
yada komplo teorileri sıklıkla yakınları ile paylaşırlar. Nadiren yakınlarıda bu hayelleri doğru
olarak kabul ederler.
Şizoaffektif denen durumunda ise hastalar hem şizofreni hem de duygudurum
bozukluklarına bağlı semptomlar gösterir. Örneğin bireyin hem halüsinasyonlar görür, hem
de depresiftir.
7) Psikolojik hastalıklar – Kişilik Bozuklukları
Kişilik nedir?
Bireyi diğerlerinden ayıran kalıcı davranışsal ve ruhsal özelliklerdir.
Kişilikle alakalı psikolojik hastalıklar ne demektir?
Kişilikle ilgili psikolojik hastalıklarda birey bir çok alanda içinde bulunduğu kültüre ters düşen, uyumsuz
davranış, biliş ve içsel tecrübeler gösterir. Bu tip psikolojik hastalıklar ergenlik ve gençlik döneminde görülmeye başlar.
Kişilik hastalıklarına sahip bireylerin yaşadığı topluma adapte olmasını güçtür.
Farklı kişilik özelliklerine, karakteristik davranışlara, düşüncelere ve iç yaşantı örüntüsüne
sahiptirler. Bu karakteristikler kendisini çok farklı toplumsal durumlarda gösterir.
Kişilik bozuklukların oluşma nedenleri.
Başlıca nedenler çocuklukta yetiştirme tarzı ve geçirilen travmatik olaylar gelir.
Görülme sıklığı.
Sınırda kişilik bozukluğu ve bağımlı kişilik gibi psikolojik hastalıklar genelde kadınlarda görülür. Paranoid kişilik bozukluğu ve narsistik kişilik bozukluğu daha çok erkeklerde görülür.
- Tuhaf davranışlar
- Paranoid kişilik bozukluğu
- Şizoid kişilik bozukluğu
- Narsistik kişilik bozuklu
- Şizotipal kişilik bozukluğu
- Dramatik, duygusal ve düzensiz davranış
- Antisosyal kişilik bozukluğu
- Sınırda kişilik bozukluğu
- Histrionik kişilik bozukluğu
- Narsistik kişilik bozukluğu
- Endişeli veya korkulu kişilik bozukluğu
- Çekingen kişilik bozukluğu
- Bağımlı kişilik bozukluğu
- Obsesif kompülsif kişilik bozukluğu
8) Çocuklarda ruhsal bozukluklar
Tanısı bebeklikte, çocuklukta yada ergenlikte konulan psikolojik hastalıklardır.
Gelişim bozuklukları ve öğrenme bozuklukları gibi psikolojik hastalıkların semptomlarının bazıları yetişkinlikte de devam eder.
Çocuklarda ruhsal bozukluklar listesi
Otizm Spektrum Bozuklukları
Asperger
Otistik Bozukluk
Rett Sendromu
Bağlanma Bozuklukları
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu – DEHB
Davranış Bozukluğu
Özgül Öğrenme Güçlükleri
Yazılı Anlatım Bozukluğu
Yıkıcı Duygu Durum Bozukluğu
Enkoprezis İrade dışı kaka tutamama
İdrarını tutamama
Etkileyici Dil Bozukluğu
Diskalkuli (Matematik Bozukluğu)
Karşıt Olma – Karşı Gelme Bozukluğu
Dürtü Kontrol Bozuklukları
Okuma Bozukluğu
Ruminasyon Bozukluğu (çocuklarda geviş getirme)
Seçici Konuşmamazlık (Mutizm)
Ayrılık Kaygısı Bozukluğu
Sosyal (Pragmatik) İletişim Bozukluğu
Basmakalıp Hareket Bozukluğu
Kekemelik
Tourette Bozukluğu
Geçici Tik Bozukluğu
Zeka geriliği
9) Psikolojik hastalıklar – Nörobilişsel bozukluklar
Nörobilişsel psikolojik hastalıklar.
Beynin yapısında ya da fonksiyonlarında oluşan bozukluklardan kaynaklanır.
Nörobilişsel psikolojik hastalıklar hafıza, problem çözme ve algı gibi bilişsel kabiliyetlerle ilgilidirler. Deliryum, hafif bilişsel bozukluk ve demans bireyin daha önceden sahip olduğu bilişsel kabiliyetlerde azalma olduğu anlamına gelir. Nörobilişsel psikolojik hastalıkların ortaya çıkma nedenleri. Alzheimer, Parkinson, travmatik beyin hasarı, enfeksiyonlar, alkolü kötüye kullanma, serebrovasküler hastalıklar.
- Psikolojik rahatsızlıklar – Alzheimer
Eskiden bireyin güçlük duymadan yaptığı bir çok şeyde zorlanmasına sebep olur.
Her unutkanlık yaşayan hasta Alzheimer değildir.
Hastalar bu kayıplarından ötürü kaybolabilir, kişilik ve davranış farklılıkları gösterebilirler.
Başlangıçta hafif belirtiler göstererek ileri aşamalarına gelindiğinde hastaya bakım gerekebilir.
- Psikolojik rahatsızlıklar -Parkinson
- 1. Vücut hareketlerinin koordinebir şekilde yapılmasında önemli görevi olan dopamin hormonu üreten hücrelerin kaybı ile ortaya çıkar. Hastalığın oluşmasında genetik yatkınlık önemli rol oynar.
- 2. Parkinson tedavisi.İlaç tedavisi, Vitamin desteği, Fizyoterapi, Psikoterapi
- 3. Parkinson’da görülen belirtiler
- İlk görülen ve en çok bilinen bulgusu titreme ve yavaş hareket etmektir.
- Anımsama, karar verme, kelime bulma, matematiksel işlemler yapma, yeni bilgileri edinmede güçlük.
- Koku duyusunda azalma
- El yazısında küçülme
- Kabızlık
- Baş dönmesi ve bayılma
- Düşük tonlarla konuşma
- Öne eğilerek kamburlaşmak
- Boş gözlerle bakmak
- Kollarda ve bacaklarda sertlik
- Bir çok kronik hastalıkta olduğu gibi Parkinson hastaları arasında depresyon gibi psikolojik hastalıklar sıklıkla görülebilir.
- Parkinson hastalarında aşırı sinirlilik gibi davranışsal problemler görülebilir.
10) Psikolojik hastalıklar – Madde bağımlılığı
Madde bağımlılığı yada Madde kullanım bozukluğu da denir.
Madde bağımlılığı nedir?
Bir maddenin kişinin kendisine yada başkalarına zarar verecek miktarda yada metotlarla alınmasına madde kullanım bozukluğu denir.
Bağımlılık yapan maddeler nelerdir?
Uyuşturucu ve alkolün yanı sıra yatıştırıcılar, uyku hapları gibi psikiyatrik ilaçlarda yer alır. Örneğin; amfetaminler, barbitüratlar, benzodiazepinler.
Bu maddelerin aşırı tüketilmesi yada kullanılmaması durumunda verilen tepkiler. Hayal görme, hafıza, cinsel yada uyku bozuklukları gibi fiziksel bulgular görülebilir. Madde etkisi altında anti-sosyal davranışlar ve uzun süreli kişilik değişiklikleri görülebilir. Madde bağımlılıklarından sadece bireyler değil toplumda bir çok yönden olumsuz etkilenir. Zararları ekonomide, artan suç oranlarında görülür. Türkiye’de uyuşturucu madde bağımlılıklarından birine sahip olma oranı yüzde 3’tür. Bu orana alkol ve sigara dahil değildir.
Madde bağımlılığı risk altındaki gruplar. Göçmenler, mülteciler, işsizler, tutuklular, sokakçocukları ve müzisyenler.
Madde bağımlılıkları – Nedenleri
Uyuşturucuya başlamada biyolojik genetik nedenler kadar çevrenin de etkisi görülür. Merak, arkadaş etkisi en çok dile getirilen nedenlerdir. İnsanların çoğu neden bazılarının madde bağımlısı haline geldiğini anlamakta güçlük çeker. Bağımlılığı olan bireyleri ahlaksızlıkla yada zayıf irade sahibi olmakla suçlarlar. Oysaki beyin yapısında değişiklikler yapan maddelerden kurtulmak için güçlü bir irade çoğu kez yeterli olmaz.
Madde bağımlılıkları – Tedavisi
Ne yazik ki genellikle madde bağımlılığı başladıktan sonra onun kötü etkilerini ortadan kaldırmak için kullanılır terapi yöntemleri. Oysaki amaç madde bağımlılığını engellemek olmalıdır. Madde bağımlılarında tedavi olanların oranı oldukça düşüktür. Madde bağımlılığı ile baş etmek için bir çok terapi metodu kullanılır. En başarılı sonucu almak için ilaç terapisinin yanında psikoterapi de önerilir. Hastalar sıklıkla madde bağımlılığını bıraktıktan sonra geri dönüş yaparlar. Bu nedenle tedavinin tekrarlanabilir. Hastanın ihtiyaçlarına göre tedavi değiştirilebilir yada alternatif tedavilerin uygulanması gerekebilir.
Psikolojik hastalıklar tanısı nasıl konur?
Psikolojik hastalıklara tanı koymak, fiziksel hastalıklara tanı koymaktan daha zordur.
Hekimlerin teşhis koymalarına yardımcı olan rötgen, kan tahlili gibi bir çok yardımcı bulunur. Psikolojik hastalıkların teşhisinde de nöropsikiyatri alanında gelişmeler oldu. Fakat bu alanda ki gelişmeler yetersizdir.
Peki psikiyatrist, klinik psikolog ve psikoterapistler göremedikleri psikolojik hastalıkların teşhisini nasıl koyarlar?
Psikolojik hastalıkların teşhisinde tıp modeli kullanılır. Fiziksel hastalıkların tanımı gibi yapılır.
Hastanın şikayetleri dinlenerek, hastalık belirtilerine göre uygun teşhis tanısı konur.
- Görüşme.İlk aşamada hastaların şikayetleri konusunda yaptıkları sözlü ifade
- psikolojik tanı konulmasında esas teşkil eder.
- Teşhis mülâkatları.Ruh sağlığı hizmetleri veren uzmanların kullanması için
- hazırlanan standart soruları kapsar. Danışanın yaşadığı sıkıntılar ve bu problemlerin
- neden olduğu psikososyal sonuçları rapor ederler.
- Psikometrik testler.Bu testlerde hastalardan sorulara cevap vermeleri yada
- bilgisayar destekli bazı işlemleri yerine getirmeleri istenebilir.
Psikolojik hastalıkların neden olduğu şikayetler
Zihinsel. Tekrarlayan rahatsız edici düşünceler gibi
Davranışsal. Agresif olmak gibi
Algısal. Başkalarının göremediği şeyleri görmek gibi
Fiziksel. Yorgunluk ve ağrılar gibi
Psikolojik hastalıkların belirtileri birbirine benzer. Teşhis konulurken ayırt edilmesi güç olabilir.
Psikolojik hastalıkların tanısı için gerekli olan semptomlar ayrıntılı ve açık bir şekilde değişik gözlemcilerin farklı yorumlamalarına mahal vermeyecek şekilde yapılmalıdır. Psikolojik hastalıkları tanı teşhis kitapları. Psikolojik hastalıkların teşhisinde yaygın olarak iki tanı teşhis kitabı kullanılır. Biri Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından hazırlanan DSM, diğeri Dünya Sağlık Örgütü tarafından hazırlanan ICD’dir. DSM kitaplarının yıllar içinde yeni basımlarını resimde görerek giderek daha fazla hastalık tanımı yapıldığını görebiliriz.
Psikolojik hastalıklar teşhis edilirken uzmanlar aldatılabilir mi?
Psikolojik hastalıklara tanı konulması sırasında ruh sağlığı uzmanları kolaylıkla aldatılabilirler.
Örnek
David Rosenhan bunu kanıtlamak için hasta olmayan anlaşmalı bireyleri Amerika’da farklı
kliniklere gönderdi. Sesler duyduklarını söyleyen tüm sahte hastalar kliniklere hasta olarak
derhal kabul edildiler. Kliniğe alındıktan sonra sürekli normal davranışlar sergilemelerine
rağmen hasta olmadıklarına uzmanları ikna edemediler. Zira damgalanan sahte hastaların
yaptığı her davranış hastalıklarının bir belirtisi olarak görüldü. Klinikteki gerçek hastalardan
bazıları ise onların psikolojik hastalıklara sahip olmalarından şüphe duydular (Rosenhan,
1973).
Bu utandırıcı sonuçların yayınlanmasından sonra bir klinik Rosenhan’dan kendilerine sahte
hastalar göndermesini, muhakkak doğru teşhiste bulunacaklarını iddia ettiler. İlerleyen
günlerde klinik 195 hasta arasından 48 sahte hasta tespit ettiklerini açıkladı. Oysaki
Rosenhan hiç sahte hasta yollamamıştı.
Psikolojik hastalıklara teşhis ne gibi sakıncaları beraberinde getirebilir?
Psikolojik hastalıklara tanı konulmasına yardımcı olan gereçler hızla gelişiyor. Bu alanda bir çok psikometrik gereçler geliştiriliyor.
Fakat psikolojik hastalıklara tanı konulmasının bazı sakıncalarıda olabilir.
Kişilerin yaşadığı yakınmaların, psikolojik hastalık olarak nitelenmesi kişinin toplumda damgalanması anlamına gelebilir. Bu durum kişinin sağlığına daha da olumsuz yönde etki eder.
Birey toplumda izole edilebilir ve problemlerinin üstesinden gelmelerinde daha olumlu etki edebilecek olan sosyal destekten mahrum kalabilirler.
Tanı sonrasında bireyin çevresi bu psikolojik hastalığı bireyin kişiliğinin yegane özelliği imiş gibi görebilir.
Bireye psikolojik hastalık teşhisi koymak kendilerine özgü sıfatlarını görmezden gelmek anlamına gelir.
Normal olan günlük problemler psikolojik hastalıklara dönüştürebilir. Örneğin; kendisini mutsuz olarak nitelendiren birey kolayca depresyon tanısı alabilir. Mutsuzlukla baş etmek, depresyonun üstesinden gelmekten daha kolaydır.
Çok basit problemlerde psikolojik hastalıklar teşhisi alabilir. Örneğin kafein nedeniyle yaşanan uyku problemleri.
Kimi eleştirmenler psikolojik hastalıklara yapılan tanılarının gözden geçirilmesini istemektedirler. Hastalık tanımlarını yapan manuellerin içeriklerine gelen eleştirilerle defalarca yenilendiler. Kimi psikolojik hastalıklar zamanla psikolojik rahatsızlık olmaktan çıktı. Örneğin; homoseksüellik 1952 yılına kadar APA tarafından hastalık olarak görülürken, bu tarihten sonra psikolojik tanı kitabından çıkarıldı. (Kaynak:umutevim)
Yayınlanma: 30.11.2024 13:31
Son Güncelleme: 30.11.2024 13:31

Bunları da sevebilirsiniz...
Evlilikte Duyarsızlık: Psikolojik Dinamikler ve Çözüm YollarıEvlilik, iki bireyin duygusal, fiziksel ve zihinsel olarak birbirine bağlandığı, karşılıklı anlayış ve destek üzerine kurulu bir birlikteliktir. Ancak, zamanla çiftler arasında duygusal bağın zayıflaması, empati eksikliği ve ilgisizlik gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Evlilikte duyarsızlık, partnerlerden birinin ya da her ikisinin de diğerinin duygularına, ihtiyaçlarına veya beklentilerine karşı kayıtsız kalması olarak tanımlanabilir. Bu durum, evliliğin temel taşlarından olan güven, sevgi ve iletişimi tehdit ederek ciddi çatışmalara yol açabilir. Bu makalede, evlilikte duyarsızlığın psikolojik nedenleri, etkileri ve çözüm yolları ele alınacaktır.Evlilikte Duyarsızlığın Psikolojik NedenleriEvlilikte duyarsızlığın kökeninde bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörler yatabilir. İlk olarak, bireysel faktörler arasında kişinin geçmiş deneyimleri, duygusal olgunluk düzeyi ve stresle başa çıkma becerileri yer alır. Örneğin, çocukluk döneminde duygusal ihmale maruz kalmış bir birey, yetişkinlikte duygularını ifade etmekte zorlanabilir ve partnerinin ihtiyaçlarına karşı duyarsız kalabilir. Ayrıca, kişinin kendi duygularına yabancılaşması (aleksitimi) da empati kurma yeteneğini zayıflatabilir.İlişkisel faktörler, çiftler arasındaki iletişim kalitesine ve çatışma çözme becerilerine bağlıdır. Uzun süreli evliliklerde, çiftler rutinlere hapsolabilir ve birbirlerinin duygusal sinyallerini fark etmeyi bırakabilir. Örneğin, bir partnerin sürekli olarak iş stresiyle meşgul olması, diğer partnerin duygusal ihtiyaçlarını göz ardı etmesine neden olabilir. Ayrıca, çözülmemiş çatışmalar veya biriken kırgınlıklar, duygusal mesafe yaratabilir ve duyarsızlığı körükleyebilir.Çevresel faktörler arasında ise modern yaşamın getirdiği baskılar öne çıkar. Yoğun iş temposu, maddi sorunlar veya çocuk yetiştirme sorumlulukları, çiftlerin birbirine ayıracakları zamanı ve enerjiyi azaltabilir. Bu durumda, partnerler farkında olmadan birbirine karşı ilgisiz hale gelebilir.Duyarsızlığın Evliliğe EtkileriEvlilikte duyarsızlık, hem bireysel hem de ilişkisel düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Duyarsızlığın en yaygın etkilerinden biri, duygusal bağın zayıflamasıdır. Bir partnerin sürekli olarak diğerinin ihtiyaçlarına kayıtsız kalması, terk edilmişlik, değersizlik ve yalnızlık hislerini tetikleyebilir. Bu durum, zamanla öfke, hayal kırıklığı veya depresif belirtiler gibi duygusal sorunlara yol açabilir.Duyarsızlık, aynı zamanda iletişimde bozulmalara neden olur. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan bir partner, kendini ifade etmekten vazgeçebilir veya agresif bir iletişim tarzı benimseyebilir. Bu, çiftler arasında kısır döngüye dönüşen çatışmalara yol açar. Örneğin, bir partnerin "Seninle konuşmak anlamsız, zaten beni umursamıyorsun" gibi söylemleri, diğer partneri savunmaya geçirerek iletişimi daha da zorlaştırabilir.Duyarsızlığın uzun vadeli etkileri arasında ise evliliğin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesi yer alır. Partnerlerden biri sürekli olarak ihmal edildiğini hissederse, bu durum sadakatsizlik, ayrılık veya boşanma gibi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, duyarsızlık çocukların da duygusal gelişimini etkileyebilir; ebeveynler arasındaki soğukluk, çocuklarda güvensizlik veya kaygı gibi sorunlara neden olabilir.### Çözüm Yolları: Duyarsızlığı Aşmak İçin Psikolojik StratejilerEvlilikte duyarsızlığı aşmak, çiftlerin bilinçli çabaları ve duygusal yatırımlarıyla mümkündür. Aşağıda, bu sorunu çözmek için uygulanabilecek psikolojik stratejiler sıralanmıştır:1. *Açık ve Yapıcı İletişim Kurma*: Çiftler, duygularını ve ihtiyaçlarını açıkça ifade etmeye özen göstermelidir. "Sen hep böyle yapıyorsun" gibi suçlayıcı ifadeler yerine, "Bazen ihtiyaçlarımı fark etmediğini hissediyorum, bu konuda konuşabilir miyiz?" gibi yapıcı bir dil kullanılabilir. İletişimde "ben dili" kullanmak, karşı tarafın savunmaya geçmesini önler.2. *Empati Geliştirme*: Empati, partnerin duygularını anlamak ve onun bakış açısını takdir etmek anlamına gelir. Çiftler, birbirlerinin duygusal sinyallerine daha fazla dikkat ederek empati becerilerini güçlendirebilir. Örneğin, partnerin stresli bir gün geçirdiğini fark eden bir eş, destekleyici bir tavır sergileyerek duygusal bağı güçlendirebilir.3. *Kaliteli Zaman Geçirme*: Yoğun yaşam temposunda çiftlerin birbirine ayırdığı zaman azalabilir. Birlikte geçirilen kaliteli zaman, duygusal yakınlığı artırır. Haftada bir akşam yemeği, ortak bir hobi veya basit bir yürüyüş bile ilişkiyi canlandırabilir.4. *Duygusal Farkındalığı Artırma*: Partnerler, kendi duygularını ve ihtiyaçlarını daha iyi anlamak için öz-yansıtma yapabilir. Meditasyon, günlük tutma veya terapi gibi yöntemler, duygusal farkındalığı artırarak duyarsızlığın azalmasına yardımcı olur.5. *Çift Terapisi*: Profesyonel destek, duyarsızlığın altında yatan nedenleri anlamak ve etkili iletişim stratejileri geliştirmek için faydalıdır. Çift terapisi, çiftlerin birbirine karşı daha duyarlı hale gelmesine ve ilişkilerini yeniden inşa etmesine olanak tanır.6. *Stresle Başa Çıkma Becerilerini Geliştirme*: Dışsal stres faktörleri duyarsızlığı tetikleyebilir. Çiftler, stres yönetimi teknikleri (örneğin, nefes egzersizleri veya zaman yönetimi) öğrenerek birbirine daha fazla enerji ayırabilir.Evlilik ve İlişki Terapisinin Temel PrensipleriEvlilik ve ilişki terapisi, çeşitli temel prensipler üzerine inşa edilmiştir. Bu prensipler, çiftlerin ilişkilerini anlamalarına ve sorunlarını çözmelerine yardımcı olur. İşte evlilik ve ilişki terapisinin temel prensiplerinden bazıları:İlişkiyi önceliklendirmeİlişki terapisi, çiftlerin ilişkilerini önceliklendirmelerini sağlar. İlişkideki sorunlar genellikle diğer yaşam stresleri tarafından gölgelenebilir. Terapistler, çiftlere ilişkilerini önemsemelerini ve ona zaman ayırmalarını öğütler. Bu, ilişkinin sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlar.Eşitlik ve saygıEvlilik ve ilişki terapisi, çiftler arasında eşitlik ve saygı temelinde kurulmuştur. Terapistler, çiftlere birbirlerine karşı saygılı olmayı, duygularını ifade etmeyi ve ihtiyaçlarını dile getirmeyi öğretir. Bu, sağlıklı bir iletişim ve karşılıklı anlayışın temelidir.İletişim becerileri geliştirmeİletişim, sağlıklı bir ilişkinin temel taşıdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere etkili iletişim becerileri geliştirmeleri konusunda rehberlik eder. Terapistler, aktif dinleme, empati kurma ve açık bir şekilde ifade etme gibi becerileri öğretir. Böylece, çiftler duygularını daha iyi ifade edebilir ve birbirlerini daha iyi anlayabilir.Çatışma yönetimiHer ilişkide çatışmalar kaçınılmazdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere çatışma yönetimi becerilerini öğretir. Terapistler, çiftlerin çatışmaları yapıcı bir şekilde ele almalarını sağlar. Bu, çiftler arasındaki anlaşmazlıkların daha sağlıklı bir şekilde çözülmesine yardımcı olur.#SonuçEvlilikte duyarsızlık, çiftlerin duygusal bağını zayıflatan ve ilişkiyi tehdit eden ciddi bir sorundur. Ancak, bu durum çözümsüz değildir. Duyarsızlığın kökeninde yatan bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörleri anlamak, çözüm yollarını belirlemede ilk adımdır. Açık iletişim, empati, kaliteli zaman geçirme ve profesyonel destek gibi stratejiler, çiftlerin birbirine karşı duyarlılığını artırabilir. Evlilik, sürekli bir çaba ve özen gerektirir; duyarsızlığı aşmak ise bu çabanın en önemli parçalarından biridir. Çiftler, birbirine karşı duyarlılıklarını yeniden inşa ederek daha sağlıklı, tatmin edici ve sürdürülebilir bir ilişki kurabilirler. Yazıyı Oku
Uzman: Hidayet ÇALIŞKANYayınlanma: 21.04.2025
Stockholm Sendromu, psikoloji literatüründe, mağdurların kendilerine zarar veren ya da onları esir tutan kişilere karşı duygusal bir bağ geliştirdiği bir durum olarak tanımlanır. Bu sendrom, adını 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir banka soygunu olayından almıştır. Soyguncular tarafından altı gün boyunca rehin tutulan dört banka çalışanı, kurtarılmalarına rağmen soygunculara karşı sempati geliştirmiş, hatta bazıları onların avukatlık masraflarını karşılamış ve biri soyguncudan biriyle evlenmek için nişanlısından ayrılmıştır. Psikiyatr Nils Bejerot tarafından ilk kez tanımlanan bu durum, sadece rehine durumlarıyla sınırlı kalmayıp, aile içi şiddet, cinsel taciz, insan ticareti ve tarikat gibi baskıcı ilişkilerde de gözlemlenmektedir. Bu makalede, Stockholm Sendromu’nun tanımı, belirtileri, nedenleri ve tedavi yöntemleri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Stockholm Sendromu Nedir?Stockholm Sendromu, bir mağdurun, kendisini fiziksel ya da psikolojik olarak tehdit eden kişiye karşı empati, sempati ve hatta bağlılık geliştirmesi durumudur. Bu durum, genellikle hayatta kalma içgüdüsüne dayanan bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar. Mağdur, tehdit altında olduğu bir ortamda, saldırganın küçük iyiliklerini abartarak ona karşı olumlu duygular besleyebilir. Örneğin, bir rehine, kendisine yemek veren veya zarar vermemeyi seçen bir soyguncuyu “iyi” biri olarak algılayabilir. Bu, mağdurun stresli ve tehlikeli bir durumda kontrol hissi kazanma çabasıdır.Sendrom, yalnızca rehine durumlarında değil, günlük hayatta da görülebilir. Örneğin, aile içi şiddet mağdurları, kendilerine zarar veren partnerlerine karşı bağlılık geliştirebilir. Benzer şekilde, tarikat üyeleri veya savaş esirleri de baskıcı figürlere karşı paradoksal bir bağlılık sergileyebilir. Bu durum, mağdurun dünyayı saldırganın perspektifinden görmeye başlaması ve kendi kimliğini kaybetmesiyle karakterizedir.Stockholm Sendromu’nun BelirtileriStockholm Sendromu’nun belirtileri, mağdurun psikolojik ve duygusal durumunda belirgin değişikliklerle kendini gösterir. En yaygın belirtiler şunlardır:1. *Saldırgana Karşı Sempati ve Empati*: Mağdur, kendisine zarar veren kişiyi suçlamak yerine onun davranışlarını haklı çıkarmaya çalışabilir. Örneğin, bir rehine, soyguncunun “zor bir hayatı” olduğunu düşünerek ona acıyabilir.2. *Duygusal Bağlılık*: Mağdur, saldırganla güçlü bir duygusal bağ kurabilir. Bu bağ, saldırganın mağduru koruduğu veya ona anlayış gösterdiği yanılsamasına dayanabilir.3. *Kurtarıcılara Karşı Olumsuz Tutum*: Mağdur, polise veya kendilerini kurtarmaya çalışan diğer kişilere karşı düşmanca bir tavır sergileyebilir. Örneğin, 1973 Stockholm olayında rehineler, polisin operasyon yapacağını öğrenince soyguncuları uyarmıştır.4. *Kendini Suçlama*: Mağdur, yaşadığı durumu kendi hatası olarak görebilir ve saldırganı suçlamaktan kaçınabilir.5. *İzolasyon Hissi*: Mağdur, yalnızca saldırgan tarafından anlaşıldığını düşünerek dış dünyadan kopabilir.6. *Anksiyete ve Depresyon*: Mağdurlarda uyku bozuklukları, kabuslar, odaklanma sorunları ve duygusal boşluk gibi belirtiler sıkça görülür.Bu belirtiler, mağdurun yaşadığı travmatik deneyimin bir sonucu olarak ortaya çıkar ve genellikle bilinçsiz bir şekilde gelişir. Stockholm Sendromu’nun NedenleriStockholm Sendromu’nun kesin nedenleri bilinmemekle birlikte, birkaç faktörün bu durumu tetiklediği düşünülmektedir. En temel neden, mağdurun hayatta kalma içgüdüsüdür. Tehdit altında olan bir birey, saldırganla bağ kurarak hayatta kalma şansını artırmaya çalışır. Diğer nedenler arasında şunlar yer alır:- *Uzun Süreli Temas*: Mağdur ile saldırgan arasındaki uzun süreli etkileşim, duygusal bağlanmayı kolaylaştırır.- *Güç Dengesizliği*: Saldırganın mağdur üzerindeki mutlak kontrolü, bağımlılık hissini artırır.- *İzolasyon*: Mağdurun dış dünyayla bağlantısının kesilmesi, saldırganı tek ot [belirtme] kaynağı haline getirir.- *Manipülasyon*: Saldırganın mağdura karşı hem tehditkar hem de “nazik” davranışları, mağdurda kafa karışıklığına yol açar.- *Biyolojik Faktörler*: Travmatik durumlar, beyin kimyasında değişikliklere neden olabilir ve bu da duygusal bağlanmayı tetikleyebilir.Stockholm Sendromu’nun TedavisiStockholm Sendromu, resmi bir psikiyatrik tanı olarak DSM-V’te yer almasa da, psikolojik bir durum olarak kabul edilir ve tedavi edilmesi gereken ciddi bir durumdur. Tedavi, genellikle mağdurun travmatik deneyimlerini anlaması, duygusal bağlarını sorgulaması ve sağlıklı başa çıkma mekanizmaları geliştirmesi üzerine odaklanır. Başlıca tedavi yöntemleri şunlardır:1. *Psikoterapi*: Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve travma odaklı terapi, mağdurun yanlış inançlarını sorgulamasına ve travmatik deneyimleriyle başa çıkmasına yardımcı olur. EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) terapisi de travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtilerini hafifletmede etkilidir.2. *İlaç Tedavisi*: Anksiyete, depresyon veya uyku bozuklukları gibi belirtiler için psikiyatristler tarafından antidepresan veya anksiyolitik ilaçlar reçete edilebilir.3. *Destek Grupları*: Benzer deneyimler yaşayan kişilerle bir araya gelmek, mağdurun yalnız olmadığını hissetmesini sağlar ve iyileşme sürecini hızlandırır.4. *Aile ve Çevresel Destek*: Mağdurun ailesi ve arkadaşlarının destekleyici bir tutum sergilemesi, duygusal iyileşme için kritik öneme sahiptir.5. *Farkındalık ve Eğitim*: Mağdurun ve çevresinin Stockholm Sendromu hakkında bilgi sahibi olması, durumu tanımayı ve erken müdahale etmeyi kolaylaştırır.Tedavi süreci, mağdurun bireysel hikayesine ve klinik belirtilerine göre özelleştirilir. Amaç, mağdurun kendi duygularını tanıması, özgüvenini yeniden kazanması ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesidir. SonuçStockholm Sendromu, insan psikolojisinin karmaşık ve çoğu zaman anlaşılması zor bir yönünü temsil eder. Mağdurun, kendisine zarar veren kişiye karşı geliştirdiği duygusal bağ, hayatta kalma içgüdüsünün bir sonucu olarak ortaya çıkar ve hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Sendromun belirtilerini tanımak, erken müdahale için kritik öneme sahiptir. Psikoterapi, ilaç tedavisi, destek grupları ve çevresel destek gibi yöntemlerle, mağdurlar travmatik deneyimlerini aşabilir ve sağlıklı bir yaşam sürebilir. Ancak, bu süreçte profesyonel yardım almak ve sabırlı bir yaklaşım benimsemek esastır. Stockholm Sendromu, sadece mağdurları değil, aynı zamanda toplumu da etkileyen bir durumdur ve bu nedenle farkındalık yaratmak, önleyici adımlar atmak ve destek sistemlerini güçlendirmek büyük önem taşır.*Kaynaklar*:- Memorial Tıbbi Yayın Kurulu, “Stockholm Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri,” 2024.[](https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/stockholm-sendromu-nedir)- Acıbadem Web ve Yayın Kurulu, “Stockholm Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri,” 2024.[](https://www.acibadem.com.tr/ilgi-alani/stockholm-sendromu/)- NPİSTANBUL, “Stockholm Sendromu Nedir, Belirtileri Nelerdir?,” 2025.[](https://npistanbul.com/stockholm-sendromu-nedir-belirtileri-nelerdir) Yazıyı Oku
Uzman: Hidayet ÇALIŞKANYayınlanma: 21.04.2025
Aşk; tanımı yapılması oldukça zor kelimelerden biridir. Ben bu noktada romantik aşktan bahsetmek istiyorum. Aşk; birine karşı hissedilen güçlü bağlılık, sevgi ve çekim duygusudur. Aşık olma; bireylerin birbirine güçlü şekilde çekilmesi ve duygularını derinleştirmeleriyle birlikte ilişkiyi sürdürmek istemeleriyle başlar. Aşık olma; yüksek fiziksel çekimi, yoğun duygusallığı ve sevdiğin kişiyi sık sık düşünmeyi ve bunların sonucunda bağlılığı içinde barındırır. Bağlanma birey için bir ihtiyaç olmakla birlikte ait olma gereksiniminin yansımasıdır, bu nedenle evrimsel kalıtımımızın bir parçasıdır. Ruhumuzun sevmeye ve bağ kurmaya ihtiyacı vardır. Her birimizin bağlanma biçemleri vardır. Üç geleneksel bağlanma biçemi güvenli, kaygılı ve kaçıngan bağlanmadır. Bağlanma ilişkileri bebeklikte başlar fakat yaşam boyunca önemlidir ve aile arkadaşlarla olduğu kadar partnerle olan ilişkileri de kapsar. Bağlanma; duygusal düzenleme, ilişki tutarlılığı, ilişkisel nitelik ve iletişim, çatışma ve yakınlık olmak üzere zamanla romantik ilişkilerin birçok yönüyle ilişkilendirilmiştir. Örneğin; güvenli bağlanan kişiler yakınlığı hoş karşılarken, kaçınmacı kişiler bundan korkabilir. Kaygılı kişiler ise terk edilmekten korkabilirler. İnsanlar; ilişki partnerlerinde belirli bağlanma niteliklerini arayabilirler ya da belirli bağlanma biçemine sahip olan partnerle yaşadığı birliktelik kendi bağlanma biçemini değiştirebilir. Bir partnerin ihaneti güvenli bağlanma biçemimizi sarsarken, sürekli ve kestirebilir biçimde seven partner kaçıngan bağlanma biçemimizi güvenli hale getirebilir. Aşk yaşamımıza bambaşka şekilde yansımaktadır. Bazen bu yansıyış canımızı yakabilir.. AŞK kurtulunması gereken bir şey olmaktan çok tadına varılması gereken bir şey olarak düşünülür nitekim keşke her zaman böyle olsa fakat birçok kez en çok gereksinimi duyulan ayakta kalma ve iyileşmedir. Aşk ve ilişki de hayat gibi inişli çıkışlı bir yolculuktur. Günümüzde sıkça duyduğumuz kavramlar arasına sevginin bir anda yoğun bir şekilde gösterilmesiyle başlayan " Love Bombing", aniden ortadan kaybolmalarla tanımlanan "Ghosting" ve gerçeklik algısını sarsacak kadar etkili bir manipülasyon yöntemi olan "Gaslighting" eklendi. Bu kavramlar sağlıklı ilişki dinamiklerini sarsan ciddi unsurlar olarak önümüze çıkmaktadır. Bunları yaşadıktan sonra aşkın yitik haline tanıklık etmemiz kaçınılmaz olmaktadır. Bu noktada yitik bir aşktan kurtulmak pek kolay olmamasına rağmen değişik stratejiler ile süreci kolaylaştırabiliriz.İlki ve en önemlisi bunun zaman alacak olmasıdır. Bu yüzden sabırlı davranmalıyız. İlişkide bağlanma gereksinimi varsa bunu yitirmek bireyi sarsan olumsuz bir deneyim olmaktadır. Aslında ilişkiler bittiğinde belki de canımızı en çok yakan şeylerden biri o bağı kaybetmiş olmamızdır. Bundan kaynaklı bireyler bir anda iyileşme beklememelidir. Bireyler bu süreçte kendisine bakım ilkelerini hatırlatmalıdır. İyi beslenme ve uyuma, bedenimiz ve işimiz üzerine odaklanma iyileşme sürecinde yardımcı olabilir. Ve en önemlilerinden bir tanesi de destek sistemidir. Bu destek sistemine güvenmek önemlidir. Onarım sürecinde olan birey için toplumsal yaşama dönmesini sağlayacak etkinlikler önermeden duyarlı ve yargısız bir dinleyici olmaya kadar arkadaşlar ve aile sık sık yardımcı olabiilir.Ayrıca bireyin onarımını hızlandırmak için yapılması ve yapılmaması gereken bazı özgül davranış stratejileri vardır. Yapılmaması gerekenler oldukça açıktır:Partneri anımsatıcı şeyleri çevrenizde tutmayın. (resimler,hediyeler..)Eski partneri aramayın ve evinin veya apartmanının yakınlarından geçmeyin.Ortak arkadaşlarınıza partneriniz hakkında soru sormayın. Eğer iyileşmekte olan birey eski partnerini düşünmeye başlarsa, gözünün önünde bu düşünceyi durduracak bir DUR işareti canlanmalıdır.Eğer bir şarkı veya müzik parçası partneri hatırlatıyorsa o şarkı veya müzik parçası dinlenmemelidir.Son olarak o ilişki hiç yaşanmamış gibi davranmak pek sağlıklı bir yöntem değildir. Acınızın farkında olun ve ileriye bakın. Yapılması gerekenlerden daha önce de bahsettiğimiz gibi kişinin görünümüne özen göstermesi, bir destek sistemine güvenmesi gerekmektedir. Ek olarak birey çalışma yaşamında veya okulda başarılı olmaya odaklanabilir veyahut kendisine yeni bir ilgi alanı bulup oraya yoğunlaşabilir. Gönüllü çalışmalara katılım sağlayıp insanlara yardım edebilir. Başkasına yardım etmek insanı kendisi hakkında düşünmekten uzaklaştırabilir ve iyileşme sürecinde fayda sağlayabilir. Bu süreç bir spor veya boş zaman etkinliğine başlamanın tam zamanıdır. Sanat bu noktada size fayda sağlayabilir. Sanat terapisi uygulayıcısı olarak şunu söyleyebilirim ki yazmak, boyamak, çizmek insan ruhunu en rahatlatan şeylerden biridir. Onun haricinde nefes egzersizleri, yoga, meditasyon. Hayatta her şey bir nefesle başlar. Doğru nefes alıp vermeye başladığınızda, bedeninizin dengeye girmesi korku ve endişelerinizden kurtulmanız, duygularınızı kontrol edebilmeniz, zihninizin ve düşüncelerinizin berraklaşması, hayatınızı kısıtlayan, yerleşmiş inanç ve davranış kalıplarının salıverilmesi; kısaca yenilenmeniz mümkün olacaktır. Bir düşünün.. En son ne zaman derin, uzun bir nefes aldınız? Eğer uzun zamandır derin bir nefes almadıysanız şimdi derin bir nefes alın ve sonrasında kendinize şu soruyu sorun: Sana kendine ne kadar değer verdiğini ilişkine baktığım zaman anlıyorum deseydim bu sana nasıl hissettirirdi? Eğer cevabın olumsuzsa onarıma kendimizden başlayarak en doğru kararı vermişiz demektir. İnsan kendine nasıl davranıyorsa karşısındaki de öyle davranır. Önce sen kendini sevmeli ve kendine değer vermelisin. Son olarak onarımda olan kişi aşk ilişkisini kaybettiğinde şu an çekmekte olduğu acıya neden olan, ait olma gereksiniminin ileride büyük olasılıkla yeni ve umut edilir daha başarılı bir aşk ilişkisine çekeceğini anımsamalıdır. Bu ilişki sana ne öğretti?, Belki de ilişkiden beklediklerini ve beklemediklerini öğretti. Dilersen bunları yepyeni bir sayfaya yazıp değerlendirebilirsin. Sen ilişkiden ne bekliyorsun? Sınırların neler? Seni neler rahatsız ve mutsuz eder? Sen ne olduğu zaman kendini seviliyor hissediyorsun? Senin sevgi dilin ne? Bütün bunlara verdiğin cevap seni yeniliğe hazırlayacak. Onarımını tamamlama yolculuğunda kendini daha iyi tanıman, anlaman ve yeni başlangıçlara hazırlanmanda yardımcı olabilmek dileğimle.. PSİKOLOG HANDE İPEK TEMEL.KAYNAKÇA YAKIN İLİŞKİLER PSİKOLOJİSİ, S. HENDRİCK. Yazıyı Oku
Uzman: Hande İPEK TEMELYayınlanma: 15.04.2025