Psikoz nedir?Psikoz 'damıyım? Ne yapabilirim ?
Psikoz Nedir?
Psikoz nedir, psikoz beyninizin bilgiyi işleme şeklini etkileyen bir durumdur. Psikoz gerçeklikle bağlantınızı kaybetmenize neden olur. Psikoz sebebiyle gerçek olmayan şeyleri görebilir, duyabilir veya inanabilirsiniz. Psikoz bir hastalık değil, semptomdur. Zihinsel veya fiziksel bir hastalık, madde bağımlılığı, aşırı stres veya travma psikoza neden olabilir.
Psikoz kelimesi, gerçeklikle temasın bir kaybolduğu zihinsel durumları tanımlamak için kullanılır. Birisi bu şekilde hastalandığında buna psikotik dönem denir. Psikoz döneminde kişinin düşünceleri ve algıları bozulur, kişi neyin gerçek neyin gerçek olmadığını anlamakta güçlük çekebilir. Psikoz belirtileri arasında sanrılar (yanlış inançlar) ve halüsinasyonlar (başkalarının görmediği veya duymadığı şeyleri görme veya duyma) bulunur. Diğer belirtiler arasında tutarsız veya anlamsız konuşma ve duruma uygun olmayan davranışlar gerçekleştirme yer alır. Psikotik bir epizoddaki bir kişi ayrıca depresyon, kaygı, uyku sorunları, sosyal geri çekilme, motivasyon eksikliği ve genel olarak işlevsellik zorluğu yaşayabilir.
Şizofreni gibi psikotik bozukluklar, genellikle gençlik yıllarının sonlarında veya yetişkinliğin başlarında kişide ilk defa psikoz oluşturabilir. Doktorların psikozun ilk bölümü (FEP) dedikleri şeyden önce bile, hareket etme veya düşünme şeklinizde küçük değişiklikler gösterebilirsiniz. Buna prodromal dönem denir ve günler, haftalar, aylar ve hatta yıllar sürebilir.
Bazen şizofreni veya bipolar bozukluk gibi birincil psikotik bir hastalığınız olmasa bile gerçeklikle bağlantınızı kaybedebilirsiniz. Bu olduğunda buna ikincil psikoz denir.
Bu nöbetler, uyuşturucu kullanımı veya tıbbi bir durum gibi başka bir sebepten kaynaklanmaktadır. Sebep ne olursa olsun, kısa sürede kaybolma eğilimindedirler ve onlara neden olan durumu tedavi ederseniz genellikle tekrar oluşmazlar.
Akut Psikoz Nedir?
Akut psikoz nedir, akut psikoz genellikle ani başlangıçlı, tek seferlik bir olaydır. Bazı durumlarda ise akut psikoz tekrar tekrar ortaya çıkabilir veya kronik psikozun erken evresi olabilir. Akut psikoz vefat sonrası yas, evliliğin sona ermesi, işsizlik, hapis, kaza, doğum veya göç ve sosyal izolasyon gibi durumların sonrasında ortaya çıkabilir.
Akut psikozun semptomları, kısa bir sanrı ve bu sanrı nedeniyle düşünce değişiklikleri, halüsinasyon ve bunun sonucunda algıda değişiklikler, sosyal işlevsellikte azalma ve düşük motivasyonu içerir.
Akut psikozda beyni etkileyen diğer tıbbi durumları dışlamak için bazen kan araştırmaları ve beyin taramaları yapılır.
Tedavi ilaç kullanımı ile gerçekleştirilir. Antipsikotik ilaç reçete etmeden önce, doktorunuz altta yatan diğer bir hastalık olup olmadığı veya toksik madde kullanımı gibi olasılıkları göz önünde bulunduracaktır.
Antipsikotik tedavi, kronik psikozda kullanılanlar ile aynıdır ve kullanımı en az 3 ay sürmelidir. 3 ay sonra, hasta stabil ise, tedaviyi 4 hafta içinde kademeli olarak durdurulur ve hasta gözlemlenir.
Şiddetli anksiyete veya ajitasyon için, tedavinin başlangıcında antipsikotik tedaviye kısa süreli anksiyolitik veya sedatif tedavi eklenebilir.
Psikoz Risk faktörleri
Kimlerin psikoza eğimli olduğunu tespit etmek şu an için mümkün değil. Ancak, araştırmalara göre genler önemli bir rol oynuyor.
Ebeveyn ya da kardeş gibi bir aile yakınında psikoz görülen insanlarda psikoza rastlanma olasılığı yüksektir.
22q11.2 delesyon sendromu ile doğan çocuklarda, başta şizofreni olmak üzere psikotik sorunlar yaşama olasılığı yüksektir.
Psikoz Belirtileri
Psikoz aniden başlamaz. Genellikle şu düzeni izler:
Psikozdan önceki uyarı işaretleri
Dünyayı düşünme ve anlama şeklinizdeki kademeli değişikliklerle başlar. Siz veya aile üyeleriniz şunları fark edebilir:
- Notlarda veya iş performansında düşüş
- Düşünmek veya konsantre olmakta güçlük çekmek
- Başkalarının etrafında şüphe veya huzursuzluk
- Kişide bakım veya hijyen eksikliği
- Normalden daha fazla yalnız zaman geçirmek
- Durumların gerektirdiğinden daha güçlü duygular göstermek
- Hiç duygu hissetmemek
Erken psikoz belirtileri
Şunları gözleyebilirsiniz:
- Başkalarının görmediği şeyleri duymak, görmek veya tatmak
- Alışılmadık inançlara veya düşüncelere inanmak
- Aileden ve arkadaşlardan uzaklaşmak
- Kendine bakmayı bırakmak
- Net düşünememek veya dikkat eksikliği
Psikotik nöbet belirtileri
Sanrı ve halüsinasyonlar birbirinden farklı olmasına rağmen psikoz yaşayan tüm hastalarda sıklıkla görülür. Bu sanrı ve halüsinasyonlar kişiye gerçekmiş gibi görünür. Genellikle yukarıdakilerin hepsine ek olarak aşağıdakiler de gözlenmektedir:
Halüsinasyonlar
Halüsinasyon, dış uyaranların yokluğunda ortaya çıkan duyusal bir algıdır. Bu durumda görme, duyma, hissetme ya da koku alma mevcut değildir. Halüsinasyon gören bir insan, gerçekte var olmayan şeyler görebilir ya da tek başınayken birilerinin konuştuğunu duyabilir.
- İşitsel halüsinasyonlar: Etrafta kimse yokken sesler duymak
- Dokunsal halüsinasyonlar: Açıklayamayacağınız tuhaf hisler veya duygular
- Görsel halüsinasyonlar: Orada olmayan insanları veya nesneleri görmek
Sanrılar
Sanrı, gerçekler ve doğrularla çakışmasına rağmen ısrarla tutunulan inanışlar veya izlenimlerdir. Paranoya, büyüklük sanrıları ve fiziksel sanrılar bulunur.
Sanrılar gören insanlar takip edildiğini ya da gizli mesajlar aldığını düşünür. Büyüklük sanrısı yaşayan insanlar, kendilerini abartılmış derecede önemli görür. Fiziksel sanrılarda ise hasta, aslında sağlıklı olmasına rağmen ölümcül bir hastalığa yakalandığına inanır.
Normal düşünce tarzınızla uyumlu olmayan ve başkalarına mantıklı gelmeyen inançlar, örneğin:
- Dış güçlerin duygularınız ve eylemlerinizi kontrol etmesi.
- Küçük olayların veya yorumlardan büyük anlamlar çıkarmak
- Özel güçleriniz olduğunu düşünmek, özel bir görevde olduğunuzu veya aslında bir tanrı olduğunuzu düşünmek.
Psikozun Neden Olur?
Tüm psikoz vakaları farklıdır, bu nedenle sebep olan unsur her zaman tam olarak belli değildir. Ancak psikoza yol açabilecek bazı farklı hastalıklar vardır. Uyuşturucu bağımlılığı, uykusuzluk ve diğer çevresel faktörler gibi tetikleyiciler de etkilidir. Bunun yanında, belli başlı bazı durumlar farklı psikoz gelişimlerine yol açabilir. Doktorlar tam olarak neyin psikoza neden olduğunu bilmemektedir, ancak bilinen bazı risk faktörleri şunları içerir:
- Genetik: Psikoz ilişkili genlere sahip olabilirsiniz, ancak bu her zaman psikoz geliştireceğiniz anlamına gelmez.
- Uyuşturucular: Tetikleyiciler, bazı reçeteli ilaçları ve alkol, esrar, LSD ve amfetamin gibi uyuşturucuların kötüye kullanımını içerir.
- Travma: Sevilen birinin ölümü, cinsel saldırı veya savaş psikoza yol açabilir. Travmanın türü ve meydana geldiği yaşınız da psikoz gelişiminde rol oynar.
- Yaralanmalar ve hastalıklar: Travmatik beyin yaralanmaları, beyin tümörleri, felçler, Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığı, demans ve HIV psikoza neden olabilir.
Psikoz aynı zamanda şizofreni veya bipolar bozukluk gibi bir akıl hastalığının da belirtisi olabilir.
Madde Kullanımı Sonucunda Psikoz
Esrar gibi sinir sistemini baskılayan maddeler ve kokain, amfetamin gibi uyarıcı uyuşturucular, beyin aktivitenizi dramatik şekillerde etkileyebilir gerçek anlayışınızı değiştirebilir.
Çoğu zaman, maddeyi kullanmayı bıraktığınızda psikoz kaybolur. Ancak tüm bu uyuşturucularla birincil psikoz arasında güçlü bir bağlantı vardır. Amfetamin kaynaklı psikoz teşhisi konanların% 25'inden fazlası daha sonra psikotik hastalıklar geliştirmektedir. Esrar kullanımı, tüm psikoz vakalarının yaklaşık yarısında yer almaktadır.
Araştırmalar, bu maddelerin şizofrenik bozukluklar veya ailede psikoz öyküsü gibi psikiyatrik rahatsızlıkları olan kişilerde halihazırda mevcut olduğunda durumu ortaya çıkaracak kadar psikoza neden olmayabileceğini göstermektedir.
Akıl hastalığını tedavi etmek için kullanılan bazı ilaçlar da psikoza yol açabilir. Nadir olsa da, aylarca veya yıllarca bir antipsikotik (klorpromazin, flufenazin, haloperidol, perfenazin ve diğerleri gibi) kullanıyorsanız, uzun süreli etkileri nedeniyle geç diskinezi denen bir hareket bozukluğu geliştirebilirsiniz.
İlaçla tetiklenen semptomların çoğu, ilaç sisteminizden ayrıldıktan sonra ortadan kalkar. Ancak kokain, PCP (diğer adıyla melek tozu) ve amfetamin kaynaklı psikoz haftalarca sürebilir. Siz nöbetin geçmesini beklerken, doktorunuz lorazepam (Ativan) gibi bir anti-anksiyete ilacı veya belki bir antipsikotik ile belirtileri hafifletebilir.
Başka Hastalıklar Sonucunda Psikoz
Bazı hastalıklar psikoza yol açabilir:
• Parkinson hastalığı, Huntington hastalığı ve bazı kromozomal bozukluklar gibi beyinsel problemler
Bazı demans türleri sonucu psikoz görülebilir:
• HIV, frengi ve beyine saldıran diğer enfeksiyonlar
• Bazı epilepsi türleri
• Felç
- Postiktal psikoz (PIP), art arda birkaç nöbet geçiren epilepsili bazı kişilerde görülür. Uzun süredir bir nöbet bozukluğunuz olduğunda veya geçmişte akıl hastalığınız olduğunda postiktal psikoz oluşumu daha olasıdır.
Olanzapin ve risperidon gibi antipsikotik ilaçlar semptomları durdurabilir ve gelecekteki nöbetleri önlemeye yardımcı olabilir.
- Miksödematöz psikoz, hipotiroidizm olarak bilinen tiroid bezinin iyi çalışmadığı durumlarda ortaya çıkabilir. Tiroid hormonunun beyninizi etkileme şekli nedeniyle, vücudunuzda yeterince tiroid hormonu yoksa halüsinasyonlar, sanrılar ve tat veya koku duyunuzda değişiklikler olabilir. Doktorunuz, miksödem psikozunu doğrulamak ve şizofreni gibi diğer durumları dışlamak için tiroid uyarıcı hormon (TSH) seviyenizi test edebilir.
Tiroid hormonu almak, tiroid bezinizin aktivitesini dengelemeye ve psikozu sona erdirmeye yardımcı olabilir.
Kadınlarda Hormonal Değişiklikler Sonucunda Psikoz
Çok nadir olmasına rağmen, bazı kadınlarda adet psikozu gözlenebilir. Adet döngünüzün farklı noktalarında hormon miktarlarındaki değişimler, düşünmeyi ve ruh halinizi etkileyebilir. Bu tür psikoz, başlangıçta, yumurtlama döneminde veya adetinizin başlamasından önceki birkaç gün içinde ortaya çıkabilir.
Menstrüel psikoz hızla ortaya çıkabilir ve aynı hızla ortadan kaybolabilir. Nöbetler sırasında neyin gerçek olduğu konusunda kafanız karışabilir, halüsinasyon görebilir ve doğru olmayan şeylere inanabilirsiniz.
Bilişsel davranışçı terapi (CBT) ve antipsikotik ilaçlar semptomlarınızı önlemeye yardımcı olabilir.
Psikoz Teşhisi
Bir psikolog veya psikiyatrist ile görüşebilirsiniz. Semptomlarınıza neyin neden olmuş olabileceğini sorgulayacak ve ilgili durumları arayacaklardır. Doktorlar, psikotik semptomlara neden olabilecek diğer şeyleri ekarte ettikten sonra zihinsel hastalıkları teşhis eder.
Yetişkinlerde görülen pek çok psikoz belirtisine genç insanlarda rastlanılmaz. Örneğin, küçük çocukların sıklıkla konuştukları hayali arkadaşları vardır. Bu, çocuğun hayal gücünün göstergesidir ve gayet normaldir.
Ancak çocuklarda veya ergenlerde psikozdan endişe ediliyorsa, mutlaka doktora danışılmalıdır.
Psikozlu olup olmadığınızı nasıl anlarsınız?
Bir psikoz tedavi merkeziyle iletişime geçerek sizi takip eden adımların adımları:
İyi bir görünüme sahip olmanız önemlidir, bunun için para ödemeniz gerekecek ve uzun süre kullanabileceksiniz. Kediye bu şekilde bakmalısınız.
Her boyuttaki yaşamın çeşitli oranları ve belirtilerine ilişkin detaylı sorular sorulur. Bu, sizin sizin için daha iyi anlamamıza ve ailenizi daha iyi tanımamıza yardımcı olur. Bu kuş sizin için çok önemli ve kuş bakışı görebileceksiniz.
Bilakis muğlak, tam tespit edilemeyen gözlemlenirse, boyut kontrolü için düzenlenen görüşmeler sunulur. Başka bir ruhsal soruna işaret eden oluşumlar tespit edilirse, ilgili kuruma havale edilirsiniz. Ürünün boyutunun daha küçük olduğunu unutmamak önemlidir.
Eğer bir psikoz başlangıcınız varsa, bariz belirtileri tespit edilirse, daha kapsamlı bir tanılama yapılır. Bu standart, psikolojik ve tıbbi bir testtir, EKG, epilepsi vb. olup, EEG ve X-ışını CCT ve MRT'den de yararlanabilirsiniz. Bilişsel sorunlar da varsa, ek olarak nöropsikolojik test uygulanmaktadır. Bütün bu incelemeler rutin işlemlerdir ve acısızdır.
Muayene süresi boyunca, size bu islemlerde refakat edecek bir terapistle temasınız devam eder.
Son olarak sağlık sonuçları ve sonuçlardan yola çıkan terapinin devamı için gerekli adımlar hakkında detaylı bir şekilde görüşülür. Bu arada terapi boyunca kendinizi güvende hissetmeniz ve aynı zamanda terapinin tüm aşamalarında ortak karar verebilmenizin esası önemlidir. Ayrıca yakınların iyi bilgilendirilerek sürece dahil edilmesi ve boylece daha az endişe duymalarını sağlamak da önemlidir.
Psikoz Tedavisi
İlk psikoz atağından sonra hemen tedaviye başlamak önemlidir. Erken başlayan tedavi, semptomların ilişkilerinizi, işinizi veya okulunuzu etkilemesini önlemeye yardımcı olacaktır. Ayrıca, erken tedavi psikoz nedeniyle oluşabilecek daha fazla sorundan kaçınmanıza da yardımcı olabilir.
Doktorunuzun tedavi olarak ne önereceği, psikozunuzun altında yatan nedene bağlı olacaktır.
Doktorunuz belirtilerinizi hafifletmek için hap, sıvı veya enjeksiyon halinde antipsikotik ilaçlar yazacaktır. Ayrıca uyuşturucu ve alkol kullanmaktan kaçınmanızı önerecektir.
Kendinize veya başkalarına zarar verme riskiniz varsa veya davranışınızı kontrol edemiyor, günlük aktivitelerinizi gerçekleştiremiyorsanız, hastanede tedavi olmanız gerekebilir. Doktorunuz belirtilerinizi kontrol edecek, psikozun nedenlerini arayacak ve sizin için en iyi tedaviyi önerecektir.
• Ani yatıştırma
Psikoz yaşayan bazı insanlar kendini aşırı rahatsız eder ve kendine ya da çevresindekilere zarar verebilir. Böyle durumlarda bu insanları çabucak yatıştırmak gerekir. Bu yönteme ani yatıştırma adı verilir. Hızlı etki eden bir enjeksiyon veya sıvı ilaç uygulanarak hasta yatıştırılır.
• İlaç tedavisi
Antipsikoz adı verilen ilaçlarla, psikoz belirtileri yaşayan hastalar kontrol altına alınabilir. Bu ilaçlar halüsinasyon ve sanrıları azaltarak kişilerin zihinlerinin daha açık olmasını sağlar. Bu ilaçlar, hastalığın belirtilerine uygun olarak önerilir.
Çoğu durumda belirtileri kontrol altına almak için antipsikoz ilaçları kısa süreli kullanılır. Şizofreni hastası insanlar ise ömür boyu bu ilaçları kullanmak zorunda kalabilir.
Bilişsel davranışçı terapi, hastanın düzenli aralıklarla bir sağlık danışmanıyla görüşerek düşünce ve davranışlarının değiştirilmesi sürecidir. Bu yaklaşımın hastalarda kalıcı değişikliklerde ve hastalığı daha iyi idare etmelerinde etkili olduğu izlenmiştir. İlaçlarla tedavi edilemeyen pek çok psikoz belirtisinde faydalı olduğu görülmüştür.
Psikoz Hastalığında Psikoterapi
İlaçlarla birlikte psikolojik danışmanlık da psikozun yönetilmesine yardımcı olabilir.
- Bilişsel davranışçı terapi (BDT), psikotik dönemleriniz olduğunda bunu fark etmenize yardımcı olabilir. Ayrıca gördüğünüz ve duyduğunuz şeyin gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu anlamanıza yardımcı olur. Bu tür bir terapi ayrıca antipsikotik ilaçların ve tedavinize bağlı kalmanın önemini vurgulamaktadır.
- Destekleyici psikoterapi, psikozla yaşamayı ve onu yönetmeyi öğrenmenize yardımcı olur. Aynı zamanda size sağlıklı düşünme yollarını da öğretir.
- Bilişsel geliştirme terapisi (CET), daha iyi düşünmenize ve anlamanıza yardımcı olmak için bilgisayar egzersizlerini ve grup çalışmasını kullanır.
Yayınlanma: 20.11.2023 11:42
Son Güncelleme: 16.08.2024 17:42

Bunları da sevebilirsiniz...
Evlilikte Duyarsızlık: Psikolojik Dinamikler ve Çözüm YollarıEvlilik, iki bireyin duygusal, fiziksel ve zihinsel olarak birbirine bağlandığı, karşılıklı anlayış ve destek üzerine kurulu bir birlikteliktir. Ancak, zamanla çiftler arasında duygusal bağın zayıflaması, empati eksikliği ve ilgisizlik gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Evlilikte duyarsızlık, partnerlerden birinin ya da her ikisinin de diğerinin duygularına, ihtiyaçlarına veya beklentilerine karşı kayıtsız kalması olarak tanımlanabilir. Bu durum, evliliğin temel taşlarından olan güven, sevgi ve iletişimi tehdit ederek ciddi çatışmalara yol açabilir. Bu makalede, evlilikte duyarsızlığın psikolojik nedenleri, etkileri ve çözüm yolları ele alınacaktır.Evlilikte Duyarsızlığın Psikolojik NedenleriEvlilikte duyarsızlığın kökeninde bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörler yatabilir. İlk olarak, bireysel faktörler arasında kişinin geçmiş deneyimleri, duygusal olgunluk düzeyi ve stresle başa çıkma becerileri yer alır. Örneğin, çocukluk döneminde duygusal ihmale maruz kalmış bir birey, yetişkinlikte duygularını ifade etmekte zorlanabilir ve partnerinin ihtiyaçlarına karşı duyarsız kalabilir. Ayrıca, kişinin kendi duygularına yabancılaşması (aleksitimi) da empati kurma yeteneğini zayıflatabilir.İlişkisel faktörler, çiftler arasındaki iletişim kalitesine ve çatışma çözme becerilerine bağlıdır. Uzun süreli evliliklerde, çiftler rutinlere hapsolabilir ve birbirlerinin duygusal sinyallerini fark etmeyi bırakabilir. Örneğin, bir partnerin sürekli olarak iş stresiyle meşgul olması, diğer partnerin duygusal ihtiyaçlarını göz ardı etmesine neden olabilir. Ayrıca, çözülmemiş çatışmalar veya biriken kırgınlıklar, duygusal mesafe yaratabilir ve duyarsızlığı körükleyebilir.Çevresel faktörler arasında ise modern yaşamın getirdiği baskılar öne çıkar. Yoğun iş temposu, maddi sorunlar veya çocuk yetiştirme sorumlulukları, çiftlerin birbirine ayıracakları zamanı ve enerjiyi azaltabilir. Bu durumda, partnerler farkında olmadan birbirine karşı ilgisiz hale gelebilir.Duyarsızlığın Evliliğe EtkileriEvlilikte duyarsızlık, hem bireysel hem de ilişkisel düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Duyarsızlığın en yaygın etkilerinden biri, duygusal bağın zayıflamasıdır. Bir partnerin sürekli olarak diğerinin ihtiyaçlarına kayıtsız kalması, terk edilmişlik, değersizlik ve yalnızlık hislerini tetikleyebilir. Bu durum, zamanla öfke, hayal kırıklığı veya depresif belirtiler gibi duygusal sorunlara yol açabilir.Duyarsızlık, aynı zamanda iletişimde bozulmalara neden olur. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan bir partner, kendini ifade etmekten vazgeçebilir veya agresif bir iletişim tarzı benimseyebilir. Bu, çiftler arasında kısır döngüye dönüşen çatışmalara yol açar. Örneğin, bir partnerin "Seninle konuşmak anlamsız, zaten beni umursamıyorsun" gibi söylemleri, diğer partneri savunmaya geçirerek iletişimi daha da zorlaştırabilir.Duyarsızlığın uzun vadeli etkileri arasında ise evliliğin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesi yer alır. Partnerlerden biri sürekli olarak ihmal edildiğini hissederse, bu durum sadakatsizlik, ayrılık veya boşanma gibi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, duyarsızlık çocukların da duygusal gelişimini etkileyebilir; ebeveynler arasındaki soğukluk, çocuklarda güvensizlik veya kaygı gibi sorunlara neden olabilir.### Çözüm Yolları: Duyarsızlığı Aşmak İçin Psikolojik StratejilerEvlilikte duyarsızlığı aşmak, çiftlerin bilinçli çabaları ve duygusal yatırımlarıyla mümkündür. Aşağıda, bu sorunu çözmek için uygulanabilecek psikolojik stratejiler sıralanmıştır:1. *Açık ve Yapıcı İletişim Kurma*: Çiftler, duygularını ve ihtiyaçlarını açıkça ifade etmeye özen göstermelidir. "Sen hep böyle yapıyorsun" gibi suçlayıcı ifadeler yerine, "Bazen ihtiyaçlarımı fark etmediğini hissediyorum, bu konuda konuşabilir miyiz?" gibi yapıcı bir dil kullanılabilir. İletişimde "ben dili" kullanmak, karşı tarafın savunmaya geçmesini önler.2. *Empati Geliştirme*: Empati, partnerin duygularını anlamak ve onun bakış açısını takdir etmek anlamına gelir. Çiftler, birbirlerinin duygusal sinyallerine daha fazla dikkat ederek empati becerilerini güçlendirebilir. Örneğin, partnerin stresli bir gün geçirdiğini fark eden bir eş, destekleyici bir tavır sergileyerek duygusal bağı güçlendirebilir.3. *Kaliteli Zaman Geçirme*: Yoğun yaşam temposunda çiftlerin birbirine ayırdığı zaman azalabilir. Birlikte geçirilen kaliteli zaman, duygusal yakınlığı artırır. Haftada bir akşam yemeği, ortak bir hobi veya basit bir yürüyüş bile ilişkiyi canlandırabilir.4. *Duygusal Farkındalığı Artırma*: Partnerler, kendi duygularını ve ihtiyaçlarını daha iyi anlamak için öz-yansıtma yapabilir. Meditasyon, günlük tutma veya terapi gibi yöntemler, duygusal farkındalığı artırarak duyarsızlığın azalmasına yardımcı olur.5. *Çift Terapisi*: Profesyonel destek, duyarsızlığın altında yatan nedenleri anlamak ve etkili iletişim stratejileri geliştirmek için faydalıdır. Çift terapisi, çiftlerin birbirine karşı daha duyarlı hale gelmesine ve ilişkilerini yeniden inşa etmesine olanak tanır.6. *Stresle Başa Çıkma Becerilerini Geliştirme*: Dışsal stres faktörleri duyarsızlığı tetikleyebilir. Çiftler, stres yönetimi teknikleri (örneğin, nefes egzersizleri veya zaman yönetimi) öğrenerek birbirine daha fazla enerji ayırabilir.Evlilik ve İlişki Terapisinin Temel PrensipleriEvlilik ve ilişki terapisi, çeşitli temel prensipler üzerine inşa edilmiştir. Bu prensipler, çiftlerin ilişkilerini anlamalarına ve sorunlarını çözmelerine yardımcı olur. İşte evlilik ve ilişki terapisinin temel prensiplerinden bazıları:İlişkiyi önceliklendirmeİlişki terapisi, çiftlerin ilişkilerini önceliklendirmelerini sağlar. İlişkideki sorunlar genellikle diğer yaşam stresleri tarafından gölgelenebilir. Terapistler, çiftlere ilişkilerini önemsemelerini ve ona zaman ayırmalarını öğütler. Bu, ilişkinin sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlar.Eşitlik ve saygıEvlilik ve ilişki terapisi, çiftler arasında eşitlik ve saygı temelinde kurulmuştur. Terapistler, çiftlere birbirlerine karşı saygılı olmayı, duygularını ifade etmeyi ve ihtiyaçlarını dile getirmeyi öğretir. Bu, sağlıklı bir iletişim ve karşılıklı anlayışın temelidir.İletişim becerileri geliştirmeİletişim, sağlıklı bir ilişkinin temel taşıdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere etkili iletişim becerileri geliştirmeleri konusunda rehberlik eder. Terapistler, aktif dinleme, empati kurma ve açık bir şekilde ifade etme gibi becerileri öğretir. Böylece, çiftler duygularını daha iyi ifade edebilir ve birbirlerini daha iyi anlayabilir.Çatışma yönetimiHer ilişkide çatışmalar kaçınılmazdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere çatışma yönetimi becerilerini öğretir. Terapistler, çiftlerin çatışmaları yapıcı bir şekilde ele almalarını sağlar. Bu, çiftler arasındaki anlaşmazlıkların daha sağlıklı bir şekilde çözülmesine yardımcı olur.#SonuçEvlilikte duyarsızlık, çiftlerin duygusal bağını zayıflatan ve ilişkiyi tehdit eden ciddi bir sorundur. Ancak, bu durum çözümsüz değildir. Duyarsızlığın kökeninde yatan bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörleri anlamak, çözüm yollarını belirlemede ilk adımdır. Açık iletişim, empati, kaliteli zaman geçirme ve profesyonel destek gibi stratejiler, çiftlerin birbirine karşı duyarlılığını artırabilir. Evlilik, sürekli bir çaba ve özen gerektirir; duyarsızlığı aşmak ise bu çabanın en önemli parçalarından biridir. Çiftler, birbirine karşı duyarlılıklarını yeniden inşa ederek daha sağlıklı, tatmin edici ve sürdürülebilir bir ilişki kurabilirler. Yazıyı Oku
Uzman: Hidayet ÇALIŞKANYayınlanma: 21.04.2025
Stockholm Sendromu, psikoloji literatüründe, mağdurların kendilerine zarar veren ya da onları esir tutan kişilere karşı duygusal bir bağ geliştirdiği bir durum olarak tanımlanır. Bu sendrom, adını 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir banka soygunu olayından almıştır. Soyguncular tarafından altı gün boyunca rehin tutulan dört banka çalışanı, kurtarılmalarına rağmen soygunculara karşı sempati geliştirmiş, hatta bazıları onların avukatlık masraflarını karşılamış ve biri soyguncudan biriyle evlenmek için nişanlısından ayrılmıştır. Psikiyatr Nils Bejerot tarafından ilk kez tanımlanan bu durum, sadece rehine durumlarıyla sınırlı kalmayıp, aile içi şiddet, cinsel taciz, insan ticareti ve tarikat gibi baskıcı ilişkilerde de gözlemlenmektedir. Bu makalede, Stockholm Sendromu’nun tanımı, belirtileri, nedenleri ve tedavi yöntemleri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Stockholm Sendromu Nedir?Stockholm Sendromu, bir mağdurun, kendisini fiziksel ya da psikolojik olarak tehdit eden kişiye karşı empati, sempati ve hatta bağlılık geliştirmesi durumudur. Bu durum, genellikle hayatta kalma içgüdüsüne dayanan bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar. Mağdur, tehdit altında olduğu bir ortamda, saldırganın küçük iyiliklerini abartarak ona karşı olumlu duygular besleyebilir. Örneğin, bir rehine, kendisine yemek veren veya zarar vermemeyi seçen bir soyguncuyu “iyi” biri olarak algılayabilir. Bu, mağdurun stresli ve tehlikeli bir durumda kontrol hissi kazanma çabasıdır.Sendrom, yalnızca rehine durumlarında değil, günlük hayatta da görülebilir. Örneğin, aile içi şiddet mağdurları, kendilerine zarar veren partnerlerine karşı bağlılık geliştirebilir. Benzer şekilde, tarikat üyeleri veya savaş esirleri de baskıcı figürlere karşı paradoksal bir bağlılık sergileyebilir. Bu durum, mağdurun dünyayı saldırganın perspektifinden görmeye başlaması ve kendi kimliğini kaybetmesiyle karakterizedir.Stockholm Sendromu’nun BelirtileriStockholm Sendromu’nun belirtileri, mağdurun psikolojik ve duygusal durumunda belirgin değişikliklerle kendini gösterir. En yaygın belirtiler şunlardır:1. *Saldırgana Karşı Sempati ve Empati*: Mağdur, kendisine zarar veren kişiyi suçlamak yerine onun davranışlarını haklı çıkarmaya çalışabilir. Örneğin, bir rehine, soyguncunun “zor bir hayatı” olduğunu düşünerek ona acıyabilir.2. *Duygusal Bağlılık*: Mağdur, saldırganla güçlü bir duygusal bağ kurabilir. Bu bağ, saldırganın mağduru koruduğu veya ona anlayış gösterdiği yanılsamasına dayanabilir.3. *Kurtarıcılara Karşı Olumsuz Tutum*: Mağdur, polise veya kendilerini kurtarmaya çalışan diğer kişilere karşı düşmanca bir tavır sergileyebilir. Örneğin, 1973 Stockholm olayında rehineler, polisin operasyon yapacağını öğrenince soyguncuları uyarmıştır.4. *Kendini Suçlama*: Mağdur, yaşadığı durumu kendi hatası olarak görebilir ve saldırganı suçlamaktan kaçınabilir.5. *İzolasyon Hissi*: Mağdur, yalnızca saldırgan tarafından anlaşıldığını düşünerek dış dünyadan kopabilir.6. *Anksiyete ve Depresyon*: Mağdurlarda uyku bozuklukları, kabuslar, odaklanma sorunları ve duygusal boşluk gibi belirtiler sıkça görülür.Bu belirtiler, mağdurun yaşadığı travmatik deneyimin bir sonucu olarak ortaya çıkar ve genellikle bilinçsiz bir şekilde gelişir. Stockholm Sendromu’nun NedenleriStockholm Sendromu’nun kesin nedenleri bilinmemekle birlikte, birkaç faktörün bu durumu tetiklediği düşünülmektedir. En temel neden, mağdurun hayatta kalma içgüdüsüdür. Tehdit altında olan bir birey, saldırganla bağ kurarak hayatta kalma şansını artırmaya çalışır. Diğer nedenler arasında şunlar yer alır:- *Uzun Süreli Temas*: Mağdur ile saldırgan arasındaki uzun süreli etkileşim, duygusal bağlanmayı kolaylaştırır.- *Güç Dengesizliği*: Saldırganın mağdur üzerindeki mutlak kontrolü, bağımlılık hissini artırır.- *İzolasyon*: Mağdurun dış dünyayla bağlantısının kesilmesi, saldırganı tek ot [belirtme] kaynağı haline getirir.- *Manipülasyon*: Saldırganın mağdura karşı hem tehditkar hem de “nazik” davranışları, mağdurda kafa karışıklığına yol açar.- *Biyolojik Faktörler*: Travmatik durumlar, beyin kimyasında değişikliklere neden olabilir ve bu da duygusal bağlanmayı tetikleyebilir.Stockholm Sendromu’nun TedavisiStockholm Sendromu, resmi bir psikiyatrik tanı olarak DSM-V’te yer almasa da, psikolojik bir durum olarak kabul edilir ve tedavi edilmesi gereken ciddi bir durumdur. Tedavi, genellikle mağdurun travmatik deneyimlerini anlaması, duygusal bağlarını sorgulaması ve sağlıklı başa çıkma mekanizmaları geliştirmesi üzerine odaklanır. Başlıca tedavi yöntemleri şunlardır:1. *Psikoterapi*: Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve travma odaklı terapi, mağdurun yanlış inançlarını sorgulamasına ve travmatik deneyimleriyle başa çıkmasına yardımcı olur. EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) terapisi de travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtilerini hafifletmede etkilidir.2. *İlaç Tedavisi*: Anksiyete, depresyon veya uyku bozuklukları gibi belirtiler için psikiyatristler tarafından antidepresan veya anksiyolitik ilaçlar reçete edilebilir.3. *Destek Grupları*: Benzer deneyimler yaşayan kişilerle bir araya gelmek, mağdurun yalnız olmadığını hissetmesini sağlar ve iyileşme sürecini hızlandırır.4. *Aile ve Çevresel Destek*: Mağdurun ailesi ve arkadaşlarının destekleyici bir tutum sergilemesi, duygusal iyileşme için kritik öneme sahiptir.5. *Farkındalık ve Eğitim*: Mağdurun ve çevresinin Stockholm Sendromu hakkında bilgi sahibi olması, durumu tanımayı ve erken müdahale etmeyi kolaylaştırır.Tedavi süreci, mağdurun bireysel hikayesine ve klinik belirtilerine göre özelleştirilir. Amaç, mağdurun kendi duygularını tanıması, özgüvenini yeniden kazanması ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesidir. SonuçStockholm Sendromu, insan psikolojisinin karmaşık ve çoğu zaman anlaşılması zor bir yönünü temsil eder. Mağdurun, kendisine zarar veren kişiye karşı geliştirdiği duygusal bağ, hayatta kalma içgüdüsünün bir sonucu olarak ortaya çıkar ve hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Sendromun belirtilerini tanımak, erken müdahale için kritik öneme sahiptir. Psikoterapi, ilaç tedavisi, destek grupları ve çevresel destek gibi yöntemlerle, mağdurlar travmatik deneyimlerini aşabilir ve sağlıklı bir yaşam sürebilir. Ancak, bu süreçte profesyonel yardım almak ve sabırlı bir yaklaşım benimsemek esastır. Stockholm Sendromu, sadece mağdurları değil, aynı zamanda toplumu da etkileyen bir durumdur ve bu nedenle farkındalık yaratmak, önleyici adımlar atmak ve destek sistemlerini güçlendirmek büyük önem taşır.*Kaynaklar*:- Memorial Tıbbi Yayın Kurulu, “Stockholm Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri,” 2024.[](https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/stockholm-sendromu-nedir)- Acıbadem Web ve Yayın Kurulu, “Stockholm Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri,” 2024.[](https://www.acibadem.com.tr/ilgi-alani/stockholm-sendromu/)- NPİSTANBUL, “Stockholm Sendromu Nedir, Belirtileri Nelerdir?,” 2025.[](https://npistanbul.com/stockholm-sendromu-nedir-belirtileri-nelerdir) Yazıyı Oku
Uzman: Hidayet ÇALIŞKANYayınlanma: 21.04.2025
Aşk; tanımı yapılması oldukça zor kelimelerden biridir. Ben bu noktada romantik aşktan bahsetmek istiyorum. Aşk; birine karşı hissedilen güçlü bağlılık, sevgi ve çekim duygusudur. Aşık olma; bireylerin birbirine güçlü şekilde çekilmesi ve duygularını derinleştirmeleriyle birlikte ilişkiyi sürdürmek istemeleriyle başlar. Aşık olma; yüksek fiziksel çekimi, yoğun duygusallığı ve sevdiğin kişiyi sık sık düşünmeyi ve bunların sonucunda bağlılığı içinde barındırır. Bağlanma birey için bir ihtiyaç olmakla birlikte ait olma gereksiniminin yansımasıdır, bu nedenle evrimsel kalıtımımızın bir parçasıdır. Ruhumuzun sevmeye ve bağ kurmaya ihtiyacı vardır. Her birimizin bağlanma biçemleri vardır. Üç geleneksel bağlanma biçemi güvenli, kaygılı ve kaçıngan bağlanmadır. Bağlanma ilişkileri bebeklikte başlar fakat yaşam boyunca önemlidir ve aile arkadaşlarla olduğu kadar partnerle olan ilişkileri de kapsar. Bağlanma; duygusal düzenleme, ilişki tutarlılığı, ilişkisel nitelik ve iletişim, çatışma ve yakınlık olmak üzere zamanla romantik ilişkilerin birçok yönüyle ilişkilendirilmiştir. Örneğin; güvenli bağlanan kişiler yakınlığı hoş karşılarken, kaçınmacı kişiler bundan korkabilir. Kaygılı kişiler ise terk edilmekten korkabilirler. İnsanlar; ilişki partnerlerinde belirli bağlanma niteliklerini arayabilirler ya da belirli bağlanma biçemine sahip olan partnerle yaşadığı birliktelik kendi bağlanma biçemini değiştirebilir. Bir partnerin ihaneti güvenli bağlanma biçemimizi sarsarken, sürekli ve kestirebilir biçimde seven partner kaçıngan bağlanma biçemimizi güvenli hale getirebilir. Aşk yaşamımıza bambaşka şekilde yansımaktadır. Bazen bu yansıyış canımızı yakabilir.. AŞK kurtulunması gereken bir şey olmaktan çok tadına varılması gereken bir şey olarak düşünülür nitekim keşke her zaman böyle olsa fakat birçok kez en çok gereksinimi duyulan ayakta kalma ve iyileşmedir. Aşk ve ilişki de hayat gibi inişli çıkışlı bir yolculuktur. Günümüzde sıkça duyduğumuz kavramlar arasına sevginin bir anda yoğun bir şekilde gösterilmesiyle başlayan " Love Bombing", aniden ortadan kaybolmalarla tanımlanan "Ghosting" ve gerçeklik algısını sarsacak kadar etkili bir manipülasyon yöntemi olan "Gaslighting" eklendi. Bu kavramlar sağlıklı ilişki dinamiklerini sarsan ciddi unsurlar olarak önümüze çıkmaktadır. Bunları yaşadıktan sonra aşkın yitik haline tanıklık etmemiz kaçınılmaz olmaktadır. Bu noktada yitik bir aşktan kurtulmak pek kolay olmamasına rağmen değişik stratejiler ile süreci kolaylaştırabiliriz.İlki ve en önemlisi bunun zaman alacak olmasıdır. Bu yüzden sabırlı davranmalıyız. İlişkide bağlanma gereksinimi varsa bunu yitirmek bireyi sarsan olumsuz bir deneyim olmaktadır. Aslında ilişkiler bittiğinde belki de canımızı en çok yakan şeylerden biri o bağı kaybetmiş olmamızdır. Bundan kaynaklı bireyler bir anda iyileşme beklememelidir. Bireyler bu süreçte kendisine bakım ilkelerini hatırlatmalıdır. İyi beslenme ve uyuma, bedenimiz ve işimiz üzerine odaklanma iyileşme sürecinde yardımcı olabilir. Ve en önemlilerinden bir tanesi de destek sistemidir. Bu destek sistemine güvenmek önemlidir. Onarım sürecinde olan birey için toplumsal yaşama dönmesini sağlayacak etkinlikler önermeden duyarlı ve yargısız bir dinleyici olmaya kadar arkadaşlar ve aile sık sık yardımcı olabiilir.Ayrıca bireyin onarımını hızlandırmak için yapılması ve yapılmaması gereken bazı özgül davranış stratejileri vardır. Yapılmaması gerekenler oldukça açıktır:Partneri anımsatıcı şeyleri çevrenizde tutmayın. (resimler,hediyeler..)Eski partneri aramayın ve evinin veya apartmanının yakınlarından geçmeyin.Ortak arkadaşlarınıza partneriniz hakkında soru sormayın. Eğer iyileşmekte olan birey eski partnerini düşünmeye başlarsa, gözünün önünde bu düşünceyi durduracak bir DUR işareti canlanmalıdır.Eğer bir şarkı veya müzik parçası partneri hatırlatıyorsa o şarkı veya müzik parçası dinlenmemelidir.Son olarak o ilişki hiç yaşanmamış gibi davranmak pek sağlıklı bir yöntem değildir. Acınızın farkında olun ve ileriye bakın. Yapılması gerekenlerden daha önce de bahsettiğimiz gibi kişinin görünümüne özen göstermesi, bir destek sistemine güvenmesi gerekmektedir. Ek olarak birey çalışma yaşamında veya okulda başarılı olmaya odaklanabilir veyahut kendisine yeni bir ilgi alanı bulup oraya yoğunlaşabilir. Gönüllü çalışmalara katılım sağlayıp insanlara yardım edebilir. Başkasına yardım etmek insanı kendisi hakkında düşünmekten uzaklaştırabilir ve iyileşme sürecinde fayda sağlayabilir. Bu süreç bir spor veya boş zaman etkinliğine başlamanın tam zamanıdır. Sanat bu noktada size fayda sağlayabilir. Sanat terapisi uygulayıcısı olarak şunu söyleyebilirim ki yazmak, boyamak, çizmek insan ruhunu en rahatlatan şeylerden biridir. Onun haricinde nefes egzersizleri, yoga, meditasyon. Hayatta her şey bir nefesle başlar. Doğru nefes alıp vermeye başladığınızda, bedeninizin dengeye girmesi korku ve endişelerinizden kurtulmanız, duygularınızı kontrol edebilmeniz, zihninizin ve düşüncelerinizin berraklaşması, hayatınızı kısıtlayan, yerleşmiş inanç ve davranış kalıplarının salıverilmesi; kısaca yenilenmeniz mümkün olacaktır. Bir düşünün.. En son ne zaman derin, uzun bir nefes aldınız? Eğer uzun zamandır derin bir nefes almadıysanız şimdi derin bir nefes alın ve sonrasında kendinize şu soruyu sorun: Sana kendine ne kadar değer verdiğini ilişkine baktığım zaman anlıyorum deseydim bu sana nasıl hissettirirdi? Eğer cevabın olumsuzsa onarıma kendimizden başlayarak en doğru kararı vermişiz demektir. İnsan kendine nasıl davranıyorsa karşısındaki de öyle davranır. Önce sen kendini sevmeli ve kendine değer vermelisin. Son olarak onarımda olan kişi aşk ilişkisini kaybettiğinde şu an çekmekte olduğu acıya neden olan, ait olma gereksiniminin ileride büyük olasılıkla yeni ve umut edilir daha başarılı bir aşk ilişkisine çekeceğini anımsamalıdır. Bu ilişki sana ne öğretti?, Belki de ilişkiden beklediklerini ve beklemediklerini öğretti. Dilersen bunları yepyeni bir sayfaya yazıp değerlendirebilirsin. Sen ilişkiden ne bekliyorsun? Sınırların neler? Seni neler rahatsız ve mutsuz eder? Sen ne olduğu zaman kendini seviliyor hissediyorsun? Senin sevgi dilin ne? Bütün bunlara verdiğin cevap seni yeniliğe hazırlayacak. Onarımını tamamlama yolculuğunda kendini daha iyi tanıman, anlaman ve yeni başlangıçlara hazırlanmanda yardımcı olabilmek dileğimle.. PSİKOLOG HANDE İPEK TEMEL.KAYNAKÇA YAKIN İLİŞKİLER PSİKOLOJİSİ, S. HENDRİCK. Yazıyı Oku
Uzman: Hande İPEK TEMELYayınlanma: 15.04.2025