1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Sürekli aniden gelen mutsuzluk, ağlama isteği ve öfke problemleri yaşıyorum ne yapmalıyım?

Sürekli aniden gelen mutsuzluk, ağlama isteği ve öfke problemleri yaşıyorum ne yapmalıyım?

İnsanlar yaşamları boyunca birçok duygu durumunu yaşarlar; örnek verecek olursak bazen neşeli bazen hüzünlü bazen ise öfkeli olabilirler. Bu duyguların yaşanması çok doğaldır ancak bu duygu durumlarının aşırı ya da abartılı olması normal bir durum değildir. Sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi birlikte ortaya çıktığında ilk akla gelen durum depresyondur. Depresyonun en belirgin özelliklerinden ikisi sürekli mutsuzluk ve ağlama hissidir ancak başka belirtileri de ortaya çıkmaktadır. Hamilelik gibi bir durumda da hormonlardaki değişiklikler sebebi ile sürekli mutsuzluk be ağlama hissi gibi durumlar ortaya çıkabilir. Bunun yanında regl dönemlerinde de hormonsal değişiklikler ortaya çıktığı için regl dönemi öncesi ya da sonrasında bu duygu durumları yaşanabilmektedir. Bugünkü yazımızda sürekli mutsuzluk ve ağlama hissinin ne olduğuna, nedenlerine, nasıl tedavi edilebileceğine değineceğiz. 

Depresyon Nedir? 

Depresyon bireyin sürekli mutsuzluk ve ağlamak hissiyle beraber ilgi kaybı yaşadığı yaşandığı duygu durum bozukluğu sürecidir. Depresyon majör depresif bozukluk ya da klinik depresyon şeklinde de isimlendirilebilir. Bu durumu yaşayan bireylerin hissettikleri, düşünceleri ve davranışları diğer bireylerden farklıdır ve bu yaşadıkları durumdan dolayı birçok duygusal ya da fiziksel sorun ortaya çıkabilir. Sıradan günlük olarak yaptıkları aktiviteleri yerine getirirken bile sorunlar yaşayabilir, bazı anlarda hayat çekilmez bir hal alabilir. Depresyon yalnızca bireylerin keyifsiz olduğu ya da anlık bir zayıflık durumu değildir. Aynı zamanda depresyon kısa sürede üstesinden geline bilecek kadar basit bir durum değildir.

Ancak depresyon alanında uzman kişilerce belirlenmiş terapi yöntemleri ile mutlaka düzeltilmesi gereken bir sorundur. Bu terapi süreci bazı bireyler için zaman alan bir süreç olabilir. Depresyon durumu ile mücadele eden bireylerin birçoğu düzenli terapiler sonucu kolayca iyileşebilirler. Depresyon durumu genel olarak 20’li ya da 30’lu yaşlarda başlar ama bu sorun her yaş gurubunda ortaya çıkabilmektedir. Erkeklere kıyas ile kadın bireylere daha fazla depresyon teşhisi konulmaktadır. Bu durumun sebebi olarak ise kadınların erkeklere oran ile daha yaygın olarak tıbbi yardım almak istemeleri gösterilebilir. 

Depresyonun Nedenleri Nelerdir? 

Depresyonun nedenlerinin ne olduğu konusu tam olarak bilinmemektedir. Çoğu zihinsel bozukluk gibi birçok sebepten kaynaklanıyor olabilir: 

Depresyon kalıtsal faktörlerden kaynaklanıyor olabilir. Depresyona sebep olabilecek genlerin belirlenmesi için çalışmalar yapılmaya devam etmektedir

Depresyon sorunu yaşayan bireylerin beyinlerinde fiziksel birçok değişiklik yaşandığı gözlemlenmektedir. Bu değişikliklerin ne kadar önemli olduğu hala belirsizliğini korumaktadır. Ancak araştırmalara göre depresyonun sebeplerinin belirlenmesi konusunda yardımcı olacağı düşünülmektedir. 

Hormonsal değişiklikler de depresyon durumunun ortaya çıkmasına sebep olabilir. Hormonsal değişiklikler gebelik ve doğumdan sonraki süreçte, tiroid sorunlarında, menopoz sürecinde ya da bambaşka durumlarda ortaya çıkabilir. 

Diğer Depresyon Nedenleri

Düşük özgüven ya da çok bağımlı olma, aşırı derecede özeleştiri yapma ya da aşırı kötümser olma gibi bazı kişilik özellikleri, fiziksel ya da cinsel istismar, ölüm veya kayıp gibi birçok olaydan sonra, zor ilişkiler ya da parasal sorunlarının, anksiyete bozukluğu, yeme bozuklukları ya da travma sonrası yaşanan stres bozukluğu gibi diğer zihinsel sağlık bozukluklarının varlığı; aşırı alkol, sigara ya da uyuşturucu tüketimi; kanser, felç, kronik ağrı ya da kalp hastalığı dahil olmak üzere ciddi ya da kronik hastalıkların; yüksek tansiyon ilaçları ya da uyku hapları gibi birçok ilacın kullanımı, kişilerde depresyonun yaşanması riskini çok daha fazla artırdığı görülmektedir. 

Depresyon sorunu en kısa sürede tedavi edilmezse çok daha fazla ilerler bu durumda da bireyin hayatının her alanını etkileyen duygusal, davranışsal ya da birçok sağlık sorununa yol açmaktadır. Örneğin, kalp hastalıkları ve diyabete sebep olabilecek aşırı kilo veya obezite, ağrı ya da fiziksel hastalıklar, aşırı alkol ya da uyuşturucu kullanımı, anksiyete, panik bozukluğu ya da sosyal fobi ile beraber aile içerisinde yaşanan çatışmalar, ilişki zorlukları ve iş ortamında ya da okulda yaşanan sorunlar, sosyal izolasyon, intihar düşünceleri, girişimleri ya da intihar, kendini zarar verme ya da sakatlama, erken yaşta ölüm gibi sorunlar ortaya çıkabilir.

Depresyon Durumunun Önüne Nasıl Geçilir? 

Depresyon durumunu önlemenin kesin bir çözümü yoktur. Ancak stresi kontrol altına almak ve benlik saygısını güçlendirmek için adım atmak oldukça önemlidir. Depresyon sorununun ilerleyerek kötüleşmesinin önüne geçebilmeye yardımcı olabilmek amacı ile atılması gereken en büyük adımlardan birisi sorunun en erken belirtilerinin ortaya çıktığı an terapiye başlamaktır. Özellik ile ağır kriz zamanlarında, bireyin sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi yaşadığı zorlu anları aşabilmek için aile üyelerine ve arkadaşları ile konuşmak, durumu onlara bildirmek gerekir. Son olarak da belirtilerin ortaya çıkmasını engellemek için uzun süreli bakım terapiler göz önüne alınmalıdır. 

Depresyonun Belirtileri Nelerdir? 

Depresyon sorununun sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi gibi belirtileri genel olarak günler ya da haftalar içerisinde ortaya çıkar. Çok sevilen birinin ani ölümü, boşanma, önemli bir ilişkinin bitmesi, işsiz kalma gibi birçok travmatik psikososyal olay sonrasında çabuk bir şekilde gelişen depresyon nöbetleri de ortaya çıkabilmektedir. 

Depresyon döneminin erken belirtileri arasında yaygın bunaltı, panik atakları, yorgunluk, enerji kaybı ve uykusuzluk yer almaktadır. Bu durumların ardından hüzün, sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi, neşesizlik, umutsuzluk, karamsarlık, gülememe gibi durumlar ile depresyonun temel belirtisi olan çökkün duygu durumu ortaya çıkar. 

Çökkün duygu durumu, depresyon tanısının konmasını sağlayan bir belirtidir, hasta olan birey her şeyin değersiz, hayatın anlamsız, geleceğin umutsuz olduğundan ve bunların düzelmeyeceğini düşünür ve dile getirir. Dile getirdiği bu normal dışı düşünceler sıradan bir sürekli mutsuzluk ve ağlama hissinden oldukça farklı bir durumdur. 

Çoğu uzman depresyon sorununun genel belirti olarak şu üçlüyü ileri sürmektedir: sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi, zihinsel ya da bedensel etkinliklerde azalma, bilişsel inhibisyon yani akıl, hafıza, dikkat, dil, bilgi işlemede gerileme durumu. Depresyon durumundaki psikolojik belirti üçlüsü ise sürekli mutsuzluk, suçluluk ve değersizlik ile seyreden çökkün duygulanım, enerji kaybı ve içsel sıkıntı (anksiyete) olarak tanımlanmaktadır. 

Genel olarak psikiyatriye göre; 

  1. Bir birey her zaman olduğundan daha az üretici ise, 
  2. Hayattan eskiden olduğu kadar zevk alamıyorsa, 
  3. Toplum, olaylar ve eşyalar ile (ev, araba gibi) ilgilenme konusunda yetersiz ya da onlardan uzaklaşma durumu yaşıyorsa yüksek olasılık ile depresyon tanısı konur. 

Depresyon Halinden Nasıl Kurtulunur? 

Depresyon sorunu olan birçok birey terapi görmektedir. Sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi olan kişilerin ilk olarak uzman bir psikolog üzerinden online terapi yardımı almak gerekmektedir.Bunun yanı sıra, depresyonu olan sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi yaşayan çoğu insan evden çıkmak istemeyebilir ama aynı zamanda uzman bir psikologdan ya da psikiyatristten yardım alması gerekebilir. Bu zor süreci kolaylaştırmak için direy online terapi yöntemini kullanarak bir uzmandan yardım alabilir. 


KAYNAK:

https://www.mutluyasam.com.tr

Yayınlanma: 04.03.2024 12:47

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:35

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 1799
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

Eşler Arası Aldatma ve Aldatılma: Psikolojik, Sosyal ve Ekonomik Analizi

Eşler Arası Aldatma ve Aldatılma: Psikolojik, Sosyal ve Ekonomik Nedenlerin Derinlemesine AnaliziEşler arası aldatma ve aldatılma, insan ilişkilerinin en karmaşık ve duygusal açıdan sarsıcı konularından biridir. Bu durum, yalnızca bireylerin özel hayatlarını değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı ve bireylerin ruhsal sağlığını derinden etkiler. Psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörler, aldatma ve aldatılma süreçlerinde önemli roller oynar. Bu makalede, bilimsel olarak kabul edilen nedenleri ele alarak, duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın uzman görüşlerinden de faydalanarak konuyu ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz.Psikolojik Nedenler: Zihnin ve Duyguların KarmaşasıAldatma ve aldatılma, bireylerin iç dünyasında derin izler bırakan psikolojik süreçlerle yakından ilişkilidir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan, aldatmanın genellikle bireyin duygusal tatminsizlik, özgüven eksikliği ve bağlanma sorunlarından kaynaklandığını belirtmektedir. Psikolojik açıdan, aldatma eylemi, bireyin kendi iç dünyasındaki boşlukları doldurma çabasının bir yansıması olabilir. Örneğin, depresyon veya anksiyete gibi ruhsal sorunlar, bireyi sağlıklı olmayan davranışlara yöneltebilir. Araştırmalar, narsisistik veya borderline kişilik özelliklerine sahip bireylerin aldatmaya daha yatkın olduğunu göstermektedir. Bu kişiler, genellikle kendilerini değerli hissetme ihtiyacı duyar ve bu ihtiyacı karşılamak için partnerleri dışında başka ilişkiler arayabilirler. Ayrıca, çocukluk döneminde yaşanan travmalar veya güvensiz bağlanma stilleri, bireylerin yetişkinlikte sadakatsiz davranışlar sergilemesine zemin hazırlayabilir.Aldatılma ise, aldatılan bireyde güvensizlik, değersizlik hissi ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi ciddi psikolojik etkilere yol açabilir. Hidayet Çalışkan, aldatılan bireylerin sıklıkla “Yaşadığımız her şey yalan mıydı?” sorusuyla boğuştuğunu ve bu durumun özsaygı kaybına neden olduğunu ifade eder. Aldatma sonrası bireyler, partnerlerini başka biriyle kıyaslama, öfke, utanç ve kendine acıma gibi duygular yaşayabilir. Bu süreçte, duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın önerdiği gibi, çift terapisi ve bireysel terapi, bu duygusal yaraları iyileştirmek için etkili bir yöntem olabilir. Terapi, bireylerin kendilerini yeniden keşfetmelerine ve duygusal dengelerini sağlamalarına yardımcı olur.Sosyal Nedenler: Toplumun ve Kültürün EtkisiAldatma ve aldatılma, yalnızca bireysel bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal normlar ve kültürel dinamiklerle şekillenen bir olgudur. Toplumun tek eşliliğe verdiği önem, aldatmayı bir ihanet olarak tanımlasa da, sosyal medya ve popüler kültür, aldatmayı dolaylı yoldan özendirebilir. Örneğin, sosyal medyanın yaygınlaşması, bireylerin yeni insanlarla tanışma fırsatını artırarak aldatma eğilimini güçlendirmiştir. Hidayet Çalışkan, sosyal medyanın, bireylerin partnerleri dışında duygusal veya cinsel bağlar kurmasını kolaylaştırdığını vurgular. Özellikle iş yerinde sosyalleşme, aldatma vakalarının önemli bir kısmını oluşturur; araştırmalar, aldatmaların en az %50’sinin iş arkadaşlarıyla gerçekleştiğini göstermektedir.Cinsiyet rolleri de aldatma davranışını etkiler. Geleneksel olarak, erkeklerin cinsel aldatmaya, kadınların ise duygusal aldatmaya daha yatkın olduğu düşünülse de, modern toplumda bu farklar azalmaktadır. Kadınların ekonomik bağımsızlık kazanması ve iş hayatında daha aktif rol alması, aldatma oranlarının cinsiyetler arasında eşitlenmesine katkıda bulunmuştur. Hidayet Çalışkan, bu değişimin, kadınların artık duygusal ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak için partnerlerine bağımlı olmamasından kaynaklandığını belirtir. Toplumsal cinsiyet normlarının dönüşümü, aldatma ve aldatılma dinamiklerini yeniden şekillendirmiştir. Ayrıca, kültürel farklılıklar da aldatma davranışını etkiler; bazı toplumlarda aldatma daha az tolere edilirken, bazılarında daha kabul edilebilir görülür.Ekonomik Nedenler: Maddi Güç ve Statü ArayışıEkonomik faktörler, aldatma ve aldatılma süreçlerinde göz ardı edilemeyecek bir rol oynar. Maddi güç ve statü, özellikle kadınların partner seçiminde önemli bir kriterdir. Hidayet Çalışkan, ekonomik bağımsızlığın artmasıyla birlikte, kadınların eşlerini statü açısından değerlendirme eğiliminin güçlendiğini ifade eder. Örneğin, bir kadın, eşinin sosyal veya ekonomik statüsünün kendi beklentilerinin altında kaldığını düşünürse, daha yüksek statülü bir partner arayışına girebilir. Bu durum, özellikle iş hayatında aktif olan kadınlar arasında yaygındır.Erkekler için ise ekonomik baskılar, aldatma eğilimini tetikleyebilir. Örneğin, maddi sorunlar nedeniyle kendini yetersiz hisseden bir erkek, özgüvenini başka bir ilişkide arayabilir. Araştırmalar, ekonomik stresin çiftler arasındaki duygusal bağları zayıflatarak aldatmayı kolaylaştırdığını göstermektedir. Hidayet Çalışkan, ekonomik sorunların çiftler arasında iletişimi bozabileceğini ve bu durumun aldatmaya zemin hazırlayabileceğini vurgular. Ekonomik istikrar, sağlıklı bir ilişkinin sürdürülebilirliği için kritik bir öneme sahiptir. Finansal sorunlar, çiftlerin birbirine olan güvenini zedeleyebilir ve duygusal uzaklaşmaya yol açabilir.Aldatma ve Aldatılmanın SonuçlarıAldatma, hem aldatan hem de aldatılan bireyde derin duygusal yaralar bırakır. Aldatan bireyler, suçluluk, utanç ve kaybetme korkusu gibi duygularla mücadele ederken, aldatılan bireyler güvensizlik, öfke ve travma ile karşı karşıya kalır. Ancak, aldatma her zaman ilişkinin sonu anlamına gelmez. Hidayet Çalışkan, çiftlerin bu süreçte profesyonel destek alarak ilişkilerini yeniden yapılandırabileceğini ve hatta daha güçlü bir bağ kurabileceğini belirtir. Çift terapisi, aldatma sonrası güveni yeniden inşa etmek ve iletişimi güçlendirmek için etkili bir yöntemdir. Ayrıca, bireysel terapi, aldatılan bireyin özsaygısını yeniden kazanmasına ve travmayı işlemesine yardımcı olabilir.Sonuç: Çok Boyutlu Bir SorunEşler arası aldatma ve aldatılma, psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle şekillenir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın vurguladığı gibi, bu süreçte bireylerin içsel dinamikleri, toplumsal normlar ve ekonomik koşullar belirleyici rol oynar. Aldatmanın ardında yatan nedenleri anlamak, hem bireylerin kendilerini hem de ilişkilerini iyileştirmeleri için ilk adımdır. Profesyonel destek, bu zorlu süreçte çiftlere rehberlik ederek, sağlıklı bir ilişki dinamiği kurmalarına yardımcı olabilir. Unutulmamalıdır ki, her ilişki benzersizdir ve aldatma gibi karmaşık bir konuda genellemelerden kaçınılmalı, her bireyin hikayesi ayrı ayrı ele alınmalıdır.Eşler arası aldatma ve aldatılma, psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle şekillenir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın vurguladığı gibi, bu süreçte bireylerin içsel dinamikleri, toplumsal normlar ve ekonomik koşullar belirleyici rol oynar. Aldatmanın ardında yatan nedenleri anlamak, hem bireylerin kendilerini hem de ilişkilerini iyileştirmeleri için ilk adımdır. Profesyonel destek, bu zorlu süreçte çiftlere rehberlik ederek, sağlıklı bir ilişki dinamiği kurmalarına yardımcı olabilir. Unutulmamalıdır ki, her ilişki benzersizdir ve aldatma gibi karmaşık bir konuda genellemelerden kaçınılmalı, her bireyin hikayesi ayrı ayrı ele alınmalıdır.

Zihinsel Yorgunluk: Neden Sürekli Yorgun Hissediyoruz?

Zaman zaman hepimiz kendimizi yorgun hissederiz. Bazen bunun nedenini anlayabiliriz: Yoğun bir gün, kötü bir gece uykusu ya da uzun bir toplantı… Ama bazı zamanlarda hiçbir fiziksel sebep yokken dahi kendimizi bitkin hissederiz. Gün boyu bir iş yapmasak bile zihnimiz yorgundur. İşte bu noktada devreye “zihinsel yorgunluk” kavramı girer.Zihinsel yorgunluk, günümüzde en yaygın ama en az fark edilen psikolojik problemlerden biridir. Sürekli düşünüyor, sürekli bir şeylere yetişmeye çalışıyor, hiç durmuyor gibi hissediyoruz. Dinlendiğimizi sandığımız anlarda bile zihnimiz bir sonraki adımı planlamaya devam ediyor. Tüm bunların sonucu olarak zihinsel enerji tükeniyor, dikkat dağınıklığı, motivasyon eksikliği, hatta fiziksel semptomlar ortaya çıkıyor.Peki zihinsel yorgunluğa neden olan etkenler nelerdir? Nasıl fark ederiz? Ve daha da önemlisi, bu döngüyü nasıl kırarız?Zihinsel Yorgunluğun Belirtileri Nelerdir?Zihinsel yorgunluk genellikle sinsice gelir. Bir sabah kalktığınızda bir şeylerin ters gittiğini hissedersiniz ama bunu açıklayamazsınız. Aşağıdaki belirtiler zihinsel yorgunluğa işaret ediyor olabilir: • Sürekli unutkanlık • Konsantrasyon bozukluğu • Karar vermede zorlanma • Sabahları dinlenmemiş şekilde uyanma • Küçük şeylerde bile sabırsızlık ve tahammülsüzlük • Duygusal olarak donukluk ya da aşırı hassasiyet • Hobi ya da sosyal etkinliklere karşı isteksizlik • Aşırı düşünme, kendini sorgulama, içsel diyaloglarda boğulmaBu belirtiler fiziksel bir yorgunluğa benzese de dinlenmekle geçmez. Çünkü sorun bedende değil, zihinde ve duygulardadır.Neden Sürekli Yorgun Hissediyoruz?1. Aşırı Uyarana Maruz KalmakModern yaşamda maruz kaldığımız uyaran sayısı insan zihninin kaldırabileceğinden çok daha fazla. Telefon bildirimleri, haber akışları, sosyal medya, iş toplantıları, trafik, ilişkisel gerginlikler… Beynimiz sürekli uyanık ve tetikte kalmak zorunda hissediyor. Bu da enerji tüketiyor. Dinlenmeye fırsat bulamayan zihin, zamanla tükeniyor.2. Duyguları BastırmakSürekli mutlu ve üretken görünme baskısı, duygularımızla teması zorlaştırıyor. Üzgün, kırgın, öfkeli ya da kaygılı hissettiğimizde bile bunları bastırmaya çalışıyoruz. Ancak bastırılan duygu bir yere gitmez, zihinde “arka planda çalışan” bir program gibi enerjimizi tüketmeye devam eder. Bu durum, zihinsel yorgunluğun en temel nedenlerinden biridir.3. Kararsızlık ve Sürekli Seçim YapmakGün içinde yüzlerce karar veriyoruz. Ne giyeceğim, ne yiyeceğim, nasıl davranacağım, mesajlara nasıl cevap vereceğim… Tüm bu mikro kararlar, fark etmesek de zihinsel yük yaratır. Özellikle kararsız insanlar için bu durum daha yıpratıcı hale gelir. Zihnin sürekli açık ve meşgul olması, dinlenmesini imkânsız kılar.4. Mükemmeliyetçilik ve Kontrol İhtiyacıHer şeyi kontrol etmeye çalışmak, zihin için büyük bir yüktür. Her işin kusursuz olması gerektiğine inanmak, zihni sürekli tetikte tutar. Hatalara tahammülsüzlük, gevşeyememek ve “ya bir şey ters giderse?” düşüncesi, zihinsel enerjiyi kemirir.5. Kendilik Algısının ZedelenmesiZihinsel yorgunluk, kişinin kendiyle ilişkisini de bozar. Kendi yeterliliğinden şüphe etmeye, başarısızlık hissine ve özgüven kaybına yol açabilir. Bu da yeni kaygılar yaratır ve bir kısır döngü oluşur: Zihinsel yorgunluk → Düşük motivasyon → Kendini suçlama → Daha fazla zihinsel yorgunluk…Zihinsel Yorgunluk ile Fiziksel Yorgunluk Arasındaki FarkFiziksel yorgunluk genellikle bedenin sınırlarını zorlamaktan kaynaklanır ve uyku, beslenme, dinlenmeyle toparlanabilir. Ancak zihinsel yorgunluk, çoğu zaman bu tür yöntemlerle geçmez. Kişi fiziksel olarak dinlenmiş olsa bile, hala “yorgun” hissedebilir. Çünkü zihinsel yorgunluk; çözülmemiş duyguların, bastırılmış düşüncelerin ve kronik stresin bir sonucudur.Zihinsel Yorgunluk Nasıl Geçer?Zihinsel yorgunlukla baş etmek için atılacak adımlar hem yaşam tarzında hem de iç dünyada değişiklik gerektirir. İşte öneriler:1. Gün İçinde Mikro Molalar VerinHer 45-60 dakikada bir kısa mola vermek, zihni sıfırlamak için önemlidir. Mola esnasında telefonla vakit geçirmek yerine, gözlerinizi kapatın, nefesinize odaklanın ya da kısa bir yürüyüş yapın.2. Duygulara Alan AçınBastırmak yerine duyguları fark etmeye çalışın. Günlük tutmak, terapistle çalışmak ya da duygularınızı bir arkadaşınıza anlatmak, zihnin üzerindeki yükü hafifletir.3. Meditasyon ve Farkındalık PratikleriZihin, geçmişle gelecek arasında gidip gelirken yorulur. Meditasyon ve mindfulness, zihni şimdiki ana getirme konusunda güçlü araçlardır. Düzenli uygulamalar zihinsel berraklık sağlar.4. Ekran Süresini AzaltınSosyal medya ve dijital içerikler sürekli bir karşılaştırma ve uyarılma hali yaratır. Ekran süresini sınırlamak, zihni dinlendirmek için gereklidir. Özellikle uyumadan önce telefon kullanımını azaltmak büyük fark yaratır.5. Sınırlar Belirleyin“Hayır” demek zihinsel sağlığın en güçlü savunmasıdır. İş, aile ya da sosyal çevrede sınırlar belirlemek ve herkesin her ihtiyacına yetişmeye çalışmamak önemlidir.Terapi Sürecinde Zihinsel Yorgunluk Nasıl Ele Alınır?Zihinsel yorgunluk çoğu zaman terapiye başvurulma nedenidir. Danışan “yorgun hissediyorum ama neden bilmiyorum” diyerek gelir. Terapide ilk olarak bu yorgunluğun kaynakları araştırılır. Genellikle geçmişten gelen bastırılmış duygular, çözülmemiş travmalar ya da içsel çatışmalar bu yorgunluğun temelidir.Terapide: • Kişi duygularını ifade etmeye başlar. • Bastırılan çatışmalar çalışılır. • Kendilik algısı yeniden inşa edilir. • Duygusal dayanıklılık artar. • Zihin, kontrol etmeye değil, anlamaya yönelir.Bu süreçte kişi, zihinsel yorgunluğunun sadece güncel streslerden değil, yıllar süren birikimlerden kaynaklandığını fark eder. Bu farkındalık bile iyileşme sürecini başlatır.Zihinsel Yorgunluk Tek Başına GelmezUnutmamak gerekir ki zihinsel yorgunluk genellikle tek başına ortaya çıkmaz. Anksiyete, depresyon, tükenmişlik sendromu ya da ilişki problemleriyle birlikte görülür. Bu nedenle sadece semptomları değil, altta yatan nedenleri ele almak önemlidir. Sadece “daha az çalışmak” zihinsel yorgunluğu çözmez. Asıl mesele, neden bu kadar çok çalışmak zorunda hissedildiğidir.Sonuç: Kendinle Temas Etmeden DinlenemezsinZihinsel yorgunluk çağımızın sessiz salgınıdır. Ne kadar dinlenirsek dinlenelim geçmeyen bu yorgunluğun altında genellikle bastırılmış bir içsel çaba yatar: Sevilmek, kabul görmek, değerli hissetmek… Zihin bu istekleri karşılamak için sürekli çalışır. Ancak bu çaba sürdürülebilir değildir.Bu yüzden çözüm; sadece daha çok uyumakta, tatil yapmakta ya da iş yükünü azaltmakta değil… Aynı zamanda kendimizle temas etmekte, duygularımıza alan açmakta ve gerekirse bir uzmandan destek almakta yatar.Yazan: Psikolog Barış KızılboğaUzmanlık Alanları: Anksiyete, tükenmişlik, ilişkiler, zihinsel süreçler

Önce Kendini Bağışla

Kendine hoşgörüsü yoktu ve başkalarını affedişleri defalarcaydı, normal olarak kabullenmişti hayatında aslında olmayan ama içindeki büyük bir stresörü.Çünkü bu algı kafasında yoktu ya da farkında değildi onun bir stresör olduğundan. Küçük görünmez alerjen gibi ara ara gelen tetikleyiciydi hayatında ve bunu onun artık anlamsız alışkanlığıydı. Ve içinde bitmeyen kızgınlık onu bu alerjene iteklemişti çünkü kendisini affedemiyordu başkalarını affetmiş, kendisini üzüyor başkalarını fazlasıyla düşünüyordu ki bu alışkanlık bu durumu görmezden geldirmişti ve hayatında gördüğü ve hayalindeki güzel tasarısının yansımasıydı; zihnindeki empatileri. Önce kendini bağışlaması gerekiyordu ve sıkışan ruhunu hiçbir yere sığdıramıyordu.12 yıl önce öğretmeninden öğrendiği sözler boğazında dizelenmiş, içinden seslendiriyordu:Ruhunu sıkıştırmışsan bir yere çıkamazsın hiçbir yere. Her şey senin kapasiten kadardır. Seçimlerin seni yansıtır. İçin sevgiden yoksun ve hoyratsa eğer sana gelen kişiler de hep sevgisiz olur. Bir yere kadar seversin. Bir yerden sonra kopuverir ilişkin küçük bir kızgınlıkla ve nefretler başlar her iki tarafı da suçlarsın karşındakini acımasızca. Oysa sendedir, içindedir asıl mesele. Verdiğin değerin azlığıdır kendine.Mütemadiyen düşünüyordu bu sözleri ve soruyordu kendim mi kendim mi ben değerli miyim n’aptım ki değer olsun!Ben, dedi. Durdu. Yalnızca geçmişte ne olduğuyla tanımlamam şimdi, ne olduğum ve geleceğe doğru hangi yöne hareketimle anlamkazanıyorsam bu sorunun cevabı bayağı uzun olmalıdır. Normal olan ne? Freud kısaca sevebilen ve çalışabilen insan normaldir demiş. Normal olarak ben sevebiliyorum ve çalışıyorum da zaten. Tek sorun kendimi affedemediğim için sevemedim çoğu kez. Bütün davranışlar zincir silsilesi gibi ardı sıra etki bırakıyor devamında yol kendini tanımayaçıkıyordu.Peki, kendini her zaman tanıması mümkün müydü?Belirli bir denge var. Yine de o dengenin bozulması halinde tekrar sorgulamamız gerek. Bu sirkülasyon devam ettiği sürece affetmekya da affetmemek de değişiyor ve kalmıyor eski halinde. Affet ya da sev. Zaten bu duygu da değişiyorsa diğer duyguların yolunu kapayarak neden o duygunun içinde kalıyoruz ve diğer duyguları kısıtlıyoruz?Duygularını tanıyamıyorsa ne yapmalıydı?Kendinden emin olmayışımız o duyguya da karar veremiyoruz hissini ortaya koyuyor bu yüzdendir ki başkalarına soruyoruz: Onaylanma gereksinimi. Onaylanma gereksinimini yıkması gerekti, kendinden emin olmaya hazır hissediyor muydu ve düşünceler kafasında yığındı.Bu kadar soru bile eminsizliğe itiyordu ve hepsini bir sıraya koymalı bir anlayış geliştirmeliydi.Değerli olmak nedir?Değerli olmak için bir şeye gerek yok kendi varlığının anlamını hissedebilme ve aynaya gülümseyebilme ile orda bir değer vardır.Şimdiye kadar ne istemişti?Etrafımdaki insanların karşılıklı saygı ve sevgi içerisinde olması yorulmadan anlaşılmak. Kendi geçmişinin sorgusundan kurtarmak.Bedeninde bu duygular olunca ne hissediyordu?Bir süre ağlamaklı durumlarının olması.Duygunun verdiği fiziksel etkilerle nasıl baş etti?Sadece düşündü, aynı duruma katlanarak alışkanlığın verdiği durumun aynı şekilde değişmeyeceğine inanarak.Karşılıklı saygı ve sevgi her zaman olamayabiliyor ki çoğu iletişimsizliğin nedeni beklentilerimizi bir usule dayandırıyor, belirli kalıp olsun ve sorgulamadan yorulmayışlarımız mevcut, yoksa ne önemi var diyoruz. Ağlayarak olumsuzluğu kabullenmeye gerek var mı bilmiyorum ama bütün dolu hüznü derinlemesine boşaltan ya da o soğuk suyun gidişinde ferahlatması bu duygu boşaltımı ile huzurun başlangıcı hissindeyim. Devamlı ağlayışlarla, vazgeçme alışkanlıkları ile duyguları görmezden gel dedirtmesiyle çoğu kez yanlış anladığımız algılar devam etti.Değişmeyeceğine inanmak görmezden gelmek o duygunun hep aynı duygunun köşede yeşillensin demek değil ben görmesem de o içimde var, değişmese de.Buna rağmen özür dilerim kendim diyebilmeyi devamında şefkatimi kendimden esirgemeyişimle sakin bir uyku dalışına varmadır önce kendimizi sonra başka affedemeyişlerimizi affedebilmenin huzurunda..Psikolog Özge Öz BatırÇare de Zaman Çaresizlik teHer şey zamanla olsun deriz daha güzel şeyler için ya da daha kötü bir durumdan çıkmak için ilerleyen zamanlarda bekleyiş içinde oluruz. Hızla geçsin dediğimiz zamanları sonra geriye çekmeye çalışıyoruz. Bugünün anlamını düşünürsek hep geriye çekmeye çalıştığımız anda kıymetini anlıyoruz. Bu kadar hızla ilerleyen durumları ya da zamanımızı tutamamanın kıymetini çaresiz hissettiğimiz şeylerde buluyoruz. Kırılan kalbimizin hüznü, ölümcül hastalık mevcudiyeti durumlarında vs. çaresizliğimiz iyileşen durumlara hemen ve hızla dönüşmüş olsaydı geriye dönmek istemezdik ve zamanı geriye götürmek düşüncesi hatta zaman kavramını bile dile getirmek azlaşırdı, vakit nakittir sözünün anlamına varamayabilirdik. Gelecek zamanın olumsuzluklarını hesaplayabilseydik belki şuanın kıymetini daha iyi anlayabilirdik desem de her an biz aynı değiliz ki aynı düşünen beyne sahip değiliz; gelişim içinde o aşamada bir sonraki anları yaşantılarımızla birikimimizle görebiliyoruz önce kapıyı açıyoruz odaya giriyoruz basamakları bir bir çıkıp eve varmak istediğimiz yollardan geçiyoruz bir yol diğerini daha iyi keşfetmemizi yorumlayabilmemizi sağlıyorsa hiçbir yolu atlamadan geçmek daha iyi değil mi, o yollar her birinin mihenk taşı görevini görmüyor mu ? Yaşamımızın her anı birbirinin mihenk taşı olması bir bütünlük hissiyle tamamlanması her an bir fırsat demenin güzelliğini hissettiriyor. Oyun değil hayatımız yapboz parçası gibi eksiksiz olamaz da değil ve devamlı düzenleme fırsatımız var. Elimizde olamayan durumlarda çaresiz dediğimiz hastalıklarda bile çabalarımızla durumumuzu değiştirmeye çalışıyoruz ve yineen son çare zaman bekleyişidir. Bütün yapboz biziz, değiştirebileceğimiz ya da değiştiremeyeceğimiz kendimizde mevcuttur. Zaman yegane sevgilimiz ve her an onuyeni tanıyor gibibugünümüz ve her günümüz başlangıcımızsa:Bugün Güzel MeselaBiliyoruz zaman hızlı ve yeni tanışıyoruz. Kısa sürede mutlu oluyoruz ve daha hızla uzun süre tanışıklığımız olsun istiyoruz fakat sonra düşünüyoruz daha uzun yıllar geçireceksek eğer bu anlar da kıymetli, geri getirmek istediğimiz zamanı özlersek geri getiremeyeceğimiz için şu anlar da kıymetli ve yavaş geçsin..Her an kıymetli,Bugün güzel mesela…