ÇOCUKLARDA SORUMLULUK

Sorumluluk kısaca, ""Bireyin uyum sağlaması, üzerine düşen görevleri yerine getirmesi ve kendine ait bir olayın başkaları üzerindeki etkilerinin sonuçlarını üstlenmesi, başkalarının haklarına saygı göstermesi ve kendi davranışının sonuçlarına sahip çıkabilmesi"" olarak tanımlanmaktadır. 

Sorumluluk sahibi çocuklar; 

Kendi kararlarını verebilen, karar alırken ellerindeki kaynakları kullanabilen, değer yargılarını gözeten, bağımsız davranabilen, kendine güvenli, başkalarının haklarını çiğnemeden kendi ihtiyaçlarının karşılayabilen çocuklardır. Yaptığı işi sonuna kadar götüren ve yapmakta olduğu bir davranışın olası sonuçlarına katlanmayı göze alan çocuğa sorumlu çocuk olarak bakabiliriz. 

SORUMLULUK DUYGUSUNUN GELİŞİMİ 

Sorumluluğu öğrenmek de tıpkı diğer becerileri öğrenmek gibidir. Çocuk ne kadar çok denerse bu konuda o kadar çok başarılı olur. Çocuğun kendi kendini yöneten, yüksek benlik saygısına sahip, doyumlu bir birey olarak gelişmesi, büyük ölçüde ona sağlanan fırsatlara ve ebeveyn yaklaşımına bağlıdır. 

 

Koruyucu ebeveyn yaklaşımı, çocuğun bağımsızlık ve sorumluluk hissetmesini engeller. Ebeveynler iyi niyetle yaklaştıklarını düşünerek çocukları için her şeyi yapmaları gerektiğine inanırlar ve onların bütün yaptıklarından kendilerini sorumlu hissederler. Yemeğinden giyimine, ev ödevlerinden hobi ve arkadaş seçimlerine kadar, çocuk adına her şeye karar verirler. Çünkü onlara göre çocukların davranışları kendi anne babalıklarının yeterliliğini yansıtır. Fakat çocuklarını bütün sonuçlardan korudukları için onların öz güvenlerini ve bağımsızlıklarını yok edebilirler. Bir başka aile tutumu olan destekleyici yaklaşım, çocuğun sınırlar içinde karar vermesine ve bu kararların sorumluluğunu taşımasına olanak tanır. Bu yöntem, sorumluluk almayı içeren bir yaklaşımdır. Aynı zamanda öz disiplini, yani kendi kendini yönlendirme yeteneğini geliştirir. Bu tutumu benimseyen aileler, evdeki işler konusunda çocuktan yardım beklediklerini açıkça belirtirler. Böylece başlangıçta çocuğun acemice yapacağı bu işler, daha sonra deneyime ve sorumluluğa dönüşecektir. Bu nedenle iki buçuk yaşından başlayarak döke saça da olsa çocuğun çorbasını kendi başına içmesine fırsat vermek, kendi odasında kendi yatağında yatmasına ortam hazırlamak, sofra hazırlama, alışveriş, araba temizliği gibi konularda onun yardımını beklemek, ""sorumluluk"" konusunda çocuğu cesaretlendirici ve destekleyici bir ortam sağlar. Bu ortam, çocuğun kendi kendine yetmesine ve kendini yönetmesine fırsat vereceğinden onun kendine olan güvenini de artıracaktır.Çocuğunuzun öncelikle evde bazı sorumluluklar üstlenerek sorumluluk bilincinin gelişmesi, onun okul ile ilgili sorumluluklarını da daha kolay üstlenmesine ve karşılaşabileceği sorunlarla baş edebilmesine yardımcı olacaktır. Çocuğun yaşı ne olursa olsun sorumluluk almayı öğrenmenin anlamı, şu üç alanda kabul edilebilir davranışlar gösterebilmektir:  

  • Kurallara uymak,  
  • Sağduyu kullanmak,  
  • Tercihlerin ya da seçimlerin sonucuna katlanmak 

Ancak sorumluluk, başkalarının söylediği her şeyi yerine getirme olarak düşünülmemelidir. Ebeveyninin, öğretmeninin ya da çevrenizdeki herhangi birinin söylediklerini yerine getiren çocuğa sorumlu çocuk gözüyle bakamayız. Bu şekilde davranan çocuk, gerektiğinde öncelik vermesi gereken konuların ayrımını yapamaz. Örn: Ertesi gün dersi varken, arkadaşı çağırdı diye gezmeye giden çocuk sorumlu değildir.  

Çocukta Sorumluluk Bilinci Nasıl Kazandırılır? Çocuğumuzdan beklentilerimizin gerçekleşmesi durumuna göre onun sorumluluklarını öğrendiğini ya da öğrenmediğini düşünürüz. Her ebeveynin farklı beklentileri olacaktır. Her çocuk aynı zamanda, aynı sorumluluğu alamaz. Çocukların kişilik özellikleri, fiziksel yapıları dikkate alınmalıdır. Burada önemli olan çocukların kendi işini yaparken engellenmemesidir. Koruyucu anne-babalar bebeklikten itibaren ""O yiyemez, çocuktur"", ""O giyemez çocuktur"" deyip çocuğun her işini kendileri yaparlar, ilköğretim çağına gelindiğinde okul çantasını hazırlama işi bile annenin görevidir. Bazılarının bunu abartarak ev ödevlerini bile yaptığı görülür. Sık sık görürüz; bir soru sorulduğunda çocuğun yerine cevap vermeye kalkan anne-babaları. İşte bu ve benzeri davranışlar çocukta sorumluluk duygusu ve kişilik gelişimini olumsuz etkileyen ebeveyn tutumlarıdır. Her ihtiyacı anne-baba tarafından karşılanan, devamlı neyi nerede ve nasıl yapacağı kendisine hatırlatılan, yanlış yaptığında azarlanan ve kınanan çocuklar, gölge bir kişiliğe sahiptir. Anne babaya sormadan bir iş yapmayı tercih etmezler, kendilerine güvenlerini kaybedebilirler. Karşılaştıkları bir problemi çözmekte güçlük çekebilirler. Böyle çocuklarda okul korkusu çok yaygındır, okula uyum sağlamakta zorluk çekebilirler. Duygularını, tepkilerini rahatça ifade etmesine, gerektiğinde ‘hayır’ demesine izin verilmeyen çocuklarda bağımsız bir kişilik gelişmediği için sorumluluk duygusu kazanmakta da zorlanırlar. 

""O daha çocuk, kendi başına karar veremez.", ""Onun için doğru olanı yapıyoruz."", ""Hayır, öyle demek istemiyorsun."", ""O zayıf alıyor, ben üzülüyorum."" cümleleri sıklıkla kaçınılması gereken cümlelerdir. Değişik Yaş Gruplarındaki Çocukların Alabilecekleri Sorumluluklar 

 

İki ve Üç Yaş Çocuklarının Alabilecekleri Sorumluluklar  

  • Oyuncakları toplamak ve onları yerlerine koymak,  
  • Kitap ve dergileri gerekli yerlere koymak, 
  • Peçete, tabak ve çatal kaşıkları sofraya koymak (ama istenen biçimde olmayabilir), 
  • Bir şeyler yedikten sonra kendi kirli tabaklarını kaldırmak,  
  • Kendisiyle ilgili bazı durumlarla ilgili seçme imkanının sunulması sonucunda karar verme yeteneğinin gelişmesi,  
  • Sofranın toplanmasına yardımcı olmak, 
  • Yardımla giyinmek ve soyunmak.  

Dört Yaş Çocuklarının Alabilecekleri Sorumluluklar 

  • Sofrayı kurmak,  
  • Oyun oynadıktan sonra oyuncaklarını veya kendine ait eşyaları yerlerine kaldırmak, 
  • Oyun oynarken nerede olacağını anne babasına söylemek, 
  • Toz alma gibi basit ev işlerinde yardımcı olmak, 
  • Bulaşık makinesinin doldurulmasına yardım etmek, 
  • Alışveriş dönüşü malzemelerin yerleştirilmesine yardımcı olmak,  
  • Alışveriş sırasında malzemelerin raflardan alınmasına yardımcı olmak,  
  • Basit bazı yiyeceklerin hazırlanmasına yardım etmek. 

Beş Yaş Çocuklarının Alabilecekleri Sorumluluklar 

  • Sofrayı, her şeyi yerli yerine koyarak hazırlamak,  
  • Yatakları düzeltmek ve odasını temizlemek,  
  • Basit bir kahvaltıyı hazırlamak, 
  • Yedikten sonra kirlilerini kendi başına kaldırmak,  
  • Giyeceklerini önerileri dikkate alarak seçmek ve kendi başına giyinmek,  
  • Kirli giyeceklerini sepete atmak,  
  • Telefona gerektiği şekilde cevap vermek,  
  • Ayakkabılarını bağlamayı öğrenmek,  
  • Kendi kendine hazırlanmak (saçını tarama).  

SORUMLULUK KAZANDIRMADA ANNE BABAYA DÜŞEN GÖREVLER  

  • Çocuğunuz sizinle işbirliği yapsa da yapmasa da koşulsuz sevgi ve onay gösterin. Çocuğunuz her ne yaparsa yapsın ona değer verdiğinizi ve kabul ettiğinizi bilmesini sağlayın.  
  • Çocuğunuzun size bağımlı olduğunu düşünüyorsanız koruyucu tutumunuzu değiştirin. 
  • Sürekli sorumsuz davranan çocuklar anne babaları tarafından sorumlu davranmalarına izin verilmeyen çocuklardır. 
  • Çocuğunuzun kendi davranışlarının sorumluluğunu almasına ve iyi gitmeyen davranışlarını değiştirmesine fırsat verin.  
  • Çocuğunuzun yaşına uygun sorumluluklar listesi hazırlayın. Sorumluluğunu üstlenmek istediği işleri bu listeden seçmesine fırsat verin ve onun doğru kararlar verebileceğine olan güveninizi koruyun. Bu listeden seçim yapması konusunda onu zorlarsanız ya da yapacağı işleri siz seçerseniz sorumluluk duygusunu geliştirmeniz zorlaşır. 
  • Ev ile ilgili sorumlulukları çocuklarınız arasında paylaştırırken adil olun. Bunun en iyi yolu işlerin sırayla yapılmasıdır.  
  • Çocuğun kırıp dökmesinin ve yaşadığı olumsuz deneyimlerin öğrenmenin gerekli şartı olduğunu unutmayın.  
  • Çocuğunuzun yaptığı yanlış seçimlerin (hayatını tehlikeye atmadıkça) sonuçlarını yaşamasına izin verin ki onlardan bazı dersler çıkarabilsin. 
  • Çocuğunuza yardım edeyim derken, onun sorumluluğunun gelişmesini engelleyebileceğinizi unutmayın. Eğer işin nasıl yapılabileceğini bilmiyorsa ona işin nasıl yapılacağını gösterin.  
  • Çocuğunuza uygun model oluşturun. Çünkü sorumluluk kazandırmak istediğiniz halde sizin sorumluluklarınızı yerine getirmemeniz onu olumsuz etkileyecektir. İşe yaramayan davranış, inanç ve tutumlarınızı değiştirmeye istekli olun. 
  • Çocuğunuz sorumluluklarını yerine getirmediği zaman ne gibi ceza veya yaptırımlarla karşılaşabileceğini söylemek yerine işini bitirdiğinde onu manevi yönden destekleyerek (aferin, çok güzel oldu, teşekkür ederim gibi) güven duygusunun ve sorumluluk bilincinin gelişmesini sağlayın.  

Çocuğunuzdan hiçbir zaman sizin kadar sorumlu olmasını beklemeyin. KAYNAKLAR:MACKENZİE, Robert J. (2000) ""Çocuğunuza Sınır Koyma"", HYB Yayıncılık, Ankara SELÇUK, Ziya; GÜNER, Nedret (2000) ""Sınıf İçi Rehberlik Uygulamaları"", Pegem Yayıncılık, Ankara YAVUZER, Haluk(1996) ""Çocuk Eğitimi El Kitabı"", Remzi Kitabevi, İstanbul BLUESTEİN, Jane (2000) ""Ana Babaların Yapması ve Yapmaması Gerekenler"", HYB Yayıncılık, Ankara  

 

 

Yayınlanma: 21.01.2021 21:52

Son Güncelleme: 21.01.2021 21:52

Psikolog

Nihal

ARAPTARLI

Uzman Klinik Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

Özgüven ve Yeterlilik Sorunları , Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1250
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 1500
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Kendine “Evet” Diyebilmek: Ruhsal Özgürlük.

Gerçekten kendi hayatını inşa edebilmek, herkesin beklentisini karşılamanın mümkün olmadığını kabul etmekle başlar. İnsanların onayını alma, memnun etme ya da herkes için “doğru” olanı yapma çabası, çoğu zaman kişinin kendi ihtiyaçlarını geri plana atmasına neden olur. Bir noktadan sonra fark ederiz ki, başkalarını mutlu etme uğruna kendimizi ihmal etmek, içsel bir yorgunluğun ve kaygının en temel nedenlerinden biridir. Çünkü insan, kendi iç dengesini kurmadan dış dünyada huzur bulamaz.Toplumda sıkça öğretilen “önce başkaları, sonra sen” anlayışı, uzun vadede tükenmişlik hissini besler. Oysa sağlıklı bir benlik yapısı, başkalarına rağmen değil, kendinle uyum içinde yaşadığında gelişir. Kendi duygularını fark etmek, sınırlarını korumak ve ihtiyaçlarını dile getirmek bencillik değil, duygusal olgunluğun bir göstergesidir. Her yetişkin, kendi duygularını yönetme sorumluluğunu taşır; bu nedenle bizim görevimiz başkalarının yükünü taşımak değil, kendi yolumuzu koruyabilmektir.Kaygı, isteksizlik, iç sıkıntısı ya da yorgunluk gibi hisler, çoğu zaman kendine gösterilmeyen özenin sessiz işaretleridir. Kendiyle teması kaybeden bir zihin, sürekli bir koşuşturma içinde nefes almadan yaşar. Günün sonunda bedensel olarak ayakta kalıyor olsak bile duygusal olarak tükenmiş hissederiz. Bu noktada durmak, fark etmek ve “ben ne istiyorum, neye ihtiyacım var?” diye sormak, iyileşmenin ilk adımıdır.Birçok kişi, çocukluk döneminde sevgiyle kabul edilmenin koşulunu “iyi” olmak, uyum sağlamak ya da başkalarının beklentilerini yerine getirmek olarak öğrenmiştir. Bu öğrenme biçimi yetişkinlikte de devam eder. İş yerinde, aile içinde veya ilişkilerde, kendi sınırlarımızı korumak yerine sessizce uyum sağlamayı seçeriz. Fakat içimizdeki küçük bir ses, bir süre sonra “ben ne zaman?” diye sormaya başlar. İşte o soru, kişinin kendine dönme cesaretini çağıran bir işarettir.Kendine dönmek; geçmişteki kalıpları, alışkanlıkları ve otomatik davranışları fark etmekle başlar. Bu farkındalık, genellikle rahatsız edici bir süreci de beraberinde getirir. Çünkü uzun yıllar boyunca kendini başkalarına göre tanımlamış biri, birden bire “ben kimim?” diye sorduğunda boşluk hissedebilir. Fakat bu boşluk, kaybolmuşluğun değil, yeniden inşa edebilmenin alanıdır. Her yeniden doğuş, önce bir duraklama ve sorgulamayla başlar.Kendini önemsemek, yalnızca kendine vakit ayırmak ya da dinlenmek anlamına gelmez; aynı zamanda duygusal ihtiyaçlarını ciddiye almak, kendi iç sesine güvenmeyi öğrenmektir. Gün içinde farkında olmadan verdiğimiz küçük kararlar bile, benliğimizin yönünü belirler. Sürekli “başkaları ne der?” kaygısıyla yaşadığımızda, içsel pusulamız başkalarının eline geçer. Oysa gerçek özgürlük, dış sesleri susturup kendi kalbimizin sesini duyabilmektir.Kimi zaman “hayır” diyebilmek, kendine gösterilen en büyük sevgi biçimidir. “Hayır” demek, bir reddetme değil; kendi sınırlarını ve değerlerini koruma eylemidir. Bu beceriyi kazanmak kolay değildir, çünkü çoğu zaman suçluluk duygusunu tetikler. Ancak unutulmamalıdır ki, her “hayır” bir “evet”e alan açar. Bir başkasına “hayır” dediğinde, aslında kendi ruhuna “evet” demiş olursun. Bu farkındalık, duygusal olarak dengeli bir yaşamın temelidir.Kendine dönme süreci yalnızca duygusal değil, bedensel olarak da fark edilir. Sürekli başkalarına yetişmeye çalışan biri, genellikle bedensel gerginlik, kas ağrıları, uykusuzluk ya da mide sorunları yaşar. Beden, zihnin taşıyamadığını sessizce dile getirir. Bu yüzden kendi iç dengesini kurmak, sadece psikolojik bir süreç değil; bütüncül bir iyilik halidir. Bedeni, zihni ve duyguları bir bütün olarak ele almak, kalıcı bir denge yaratmanın yoludur.Kendini fark etmek ve önemsemek, aynı zamanda öz-şefkat geliştirmek demektir. Öz-şefkat, kişinin kendine karşı nazik, sabırlı ve kabul edici bir tutum sergilemesidir. Hatalarını acımasızca eleştirmek yerine, insani yönünü anlamaya çalışmak anlamına gelir. Her insan zaman zaman hata yapar, eksik kalır, yanlış kararlar verir. Önemli olan, bu durumlarda kendine düşmanca değil, dostça yaklaşabilmektir. Çünkü içsel iyileşme, anlayışla başlar.Kendine dönmek aynı zamanda sessizliğe izin vermekle mümkündür. Modern yaşamın hızında durmak neredeyse bir lüks haline gelmiştir; ancak insan sessizliğe ihtiyaç duyar. Sessizlik, bir boşluk değil, yeniden doğuşun alanıdır. Günün birkaç dakikasında bile olsa, nefesini fark etmek, zihni susturmak ve sadece “burada” olmak, içsel bir denge yaratır. O anlarda hayatın hızından değil, özünden beslenmeye başlarız.Bu süreçte en önemli farkındalık, kimsenin bizim yerimize hayatımızı yaşamayacağıdır. Başkalarının düşünceleri, yönlendirmeleri ya da beklentileri geçicidir; fakat kendi seçimlerimizin sonuçları bize aittir. Bu nedenle, kendi değerlerini merkeze almak bir lüks değil, bir gerekliliktir. Kendi duygularını tanımak, sınırlarını fark etmek, ihtiyaçlarını dile getirmek — tümü yaşamın temel becerileridir.Kendine dönmek, yalnızca bir içe bakış değil, yaşamın her alanında daha otantik, dengeli ve huzurlu bir varoluş inşa etmektir. Kimi zaman bu süreçte eski alışkanlıkları bırakmak, ilişkilerde mesafe koymak veya uzun süredir bastırılan duygularla yüzleşmek gerekebilir. Bu kolay değildir, ama anlamlıdır. Çünkü gerçek değişim, konfor alanının ötesinde başlar.Sonuçta insan, kendini tanıdıkça başkalarıyla ilişkisini de dönüştürür. Kendiyle barışan biri, başkalarıyla daha açık, daha samimi ve daha dengeli ilişkiler kurabilir. Artık sevilmek için çabalamak yerine, olduğu haliyle kabul görmeyi seçer. Bu noktada yaşam daha hafifler; çünkü sürekli bir performans hâlinden, gerçek bir varoluş hâline geçilir.Kendine dönmenin cesareti, büyük adımlarla değil; farkındalıkla atılan küçük adımlarla gelişir. Her gün, kendi duygularını fark etmek, iç sesini dinlemek ve kendine nazik davranmak bu yolculuğun parçalarıdır. İnsan, kendine sahip çıktıkça yaşamın da ona sahip çıkmaya başladığını görür. Çünkü içsel denge, dış dünyanın karmaşasında kaybolmadan yaşamayı mümkün kılar.Gerçek huzur, herkesin seni anlamasında değil, senin kendini anlamanda gizlidir. Ve kendini anlamak, hayata yeniden anlam kazandırır. Başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışırken kendini kaybettiğinde, aslında dünyayı değil, kendi merkezini kaçırırsın. Fakat her farkındalık anı, o merkeze geri dönmek için bir fırsattır.Kendine dönmek; geçmişten, kalıplardan ve koşullu sevgiden özgürleşmek demektir. Bu özgürlük, kimseye meydan okumak değil; kendi iç dünyanda huzurla var olabilmektir. Ve bu, insanın kendi hayatını gerçekten inşa edebilmesinin en derin, en sade biçimidir.

Kaygı Bozukluğu: Nedenleri, Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Kaygı Bozukluğu: Nedenleri, Belirtileri ve Tedavi YöntemleriModern çağın hızlı, rekabetçi ve belirsizliklerle dolu yapısı, birçok insanı fiziksel olarak olduğu kadar psikolojik olarak da zorlamaktadır. Teknolojiyle birlikte hayatımız kolaylaşsa da, zihinsel yüklerimiz artmakta; ekonomik kaygılar, toplumsal beklentiler ve bireysel sorumluluklar altında ezilmek, giderek yaygınlaşan bir sorun haline gelmektedir.Bu karmaşık ortamda en sık karşılaşılan ruh sağlığı problemlerinden biri olan kaygı bozukluğu (anksiyete bozukluğu), kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilir. Oysa çoğu kişi yaşadığı bu sorunları fark etmez ya da dile getirmez. Kaygı, belli bir düzeyde hepimiz için doğal ve hatta koruyucu bir duygudur. Ancak bu duygu sürekli hale gelir, aşırıya kaçar ve günlük yaşamın önüne geçerse, artık bir rahatsızlık olarak ele alınması gerekir.Bu yazıda kaygı bozukluğunu daha yakından tanıyacak; türleri, nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri üzerine derinlemesine bilgi bulacaksınız. Haydi başlayalım;1. Kaygı Bozukluğunun TürleriKaygı bozukluğu tek tip bir hastalık değildir; farklı biçimlerde ortaya çıkan ve her biri ayrı dinamikler barındıran çeşitli alt türleri vardır. Bu türlerin anlaşılması, doğru teşhis ve etkili tedavi açısından kritik öneme sahiptir.🔹 Genel Anksiyete Bozukluğu (GAB)Kişinin sürekli ve aşırı endişe duymasıyla karakterizedir. Endişe belirli bir konuya odaklı değildir; günlük hayatla ilgili birçok konuya yayılmıştır (sağlık, gelecek, maddi durum, sevdiklerinin güvenliği gibi). Bu durum genellikle kontrol edilemez niteliktedir ve en az 6 ay süreyle devam eder.🔹 Panik BozuklukAniden ortaya çıkan, yoğun korku ataklarıyla tanımlanır. Panik atak sırasında kişi kalp çarpıntısı, terleme, nefes darlığı, titreme gibi bedensel belirtiler yaşar ve genellikle kalp krizi geçirdiğini ya da öleceğini düşünür.🔹 Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Sosyal Fobi)Kişi, sosyal ortamlarda olumsuz değerlendirilme korkusu yaşar. Kalabalık önünde konuşma, yeni insanlarla tanışma ya da yemek yeme gibi günlük durumlar büyük kaygılara neden olabilir. Bu kaygı, çoğu zaman kişinin sosyal hayattan uzaklaşmasına yol açar.🔹 Özgül FobilerBelirli bir nesneye, duruma ya da canlıya karşı duyulan mantık dışı ve yoğun korkulardır (örneğin yükseklik, kapalı alan, örümcek, kan görmek vb.). Fobi, kişinin günlük işlevselliğini ciddi şekilde kısıtlayabilir.🔹 Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB)Zihni meşgul eden tekrarlayıcı düşünceler (obsesyonlar) ve bu düşünceleri bastırmak için yapılan zorlayıcı davranışlar (kompulsiyonlar) ile karakterizedir. Örneğin mikroplardan korkan bir kişi, defalarca el yıkamak zorunda hissedebilir.🔹 Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)Ciddi bir travma sonrası gelişir. Kişi, olayla ilgili flashback'ler, kabuslar, yoğun kaygı ve duygusal tepkiler yaşayabilir. Travma yaşayan birey, olaydan sonra aylarca hatta yıllarca etkilenmeye devam edebilir.2. Kaygı Bozukluklarının NedenleriKaygı bozuklukları çok boyutlu nedenlerle ortaya çıkabilir. Genetik mirastan yaşam deneyimlerine kadar birçok faktör bir araya gelerek bu bozuklukların gelişmesine zemin hazırlar.🧬 Biyolojik FaktörlerGenetik yatkınlık: Ailede kaygı bozukluğu öyküsü olan bireylerde risk artar.Beyin kimyası: Serotonin, dopamin ve GABA gibi nörotransmitterlerin dengesizliği kaygı düzeyini etkileyebilir.Beyin yapısı: Özellikle amigdala gibi duyguları işleyen bölgelerdeki yapısal farklar rol oynayabilir.🌪️ Çevresel ve Psikososyal EtkenlerTravmatik yaşantılar (istismar, kayıp, kazalar)Uzun süreli stresAile içi çatışmalarSosyal izolasyonYoğun baskı ve beklentiler🧠 Psikolojik ÖzelliklerAşırı sorumluluk hissiMükemmeliyetçilikDüşük özgüvenOlumsuz düşünce kalıpları3. Kaygı Bozukluklarının BelirtileriKaygı bozuklukları sadece zihinsel değil, bedensel belirtilerle de kendini gösterir. Kişi çoğu zaman yaşadığı fiziksel şikayetlerin kaynağının psikolojik olduğunu fark etmeyebilir.Psikolojik Belirtiler:Sürekli endişe ve kötü bir şey olacak hissiKötü senaryolar kurmaHuzursuzluk ve gerginlikOdaklanma zorluğuKontrol kaybı korkusuFiziksel Belirtiler:Kalp çarpıntısıTerleme ve titremeNefes darlığıBaş dönmesiKas gerginliğiMide bulantısı, sindirim sorunlarıUyku problemleri (uyuyamama, sık uyanma)4. Tedavi YöntemleriKaygı bozuklukları etkili yöntemlerle kontrol altına alınabilir ve büyük ölçüde tedavi edilebilir. Tedavi, kişiye özel olarak planlanmalı ve bir uzmanın rehberliğinde yürütülmelidir.🔹 PsikoterapiÖzellikle Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), kaygı bozukluklarında en etkili yöntemlerden biridir. BDT, kişinin olumsuz düşünce kalıplarını fark etmesini ve bunları yeniden yapılandırmasını sağlar.🔹 İlaç TedavisiKaygı semptomlarını azaltmak için antidepresanlar veya anksiyolitikler (kaygı giderici ilaçlar) kullanılabilir. İlaç tedavisi, genellikle psikoterapi ile birlikte yürütüldüğünde daha etkili sonuç verir.🔹 Yaşam Tarzı DüzenlemeleriDüzenli egzersiz: Endorfin salınımını artırarak ruh halini iyileştirir.Sağlıklı beslenme ve uyku: Ruhsal dayanıklılığı artırır.Stres yönetimi: Meditasyon, yoga, nefes egzersizleri gibi gevşeme teknikleri kaygıyı azaltabilir.Kafein ve alkol tüketiminin sınırlandırılması önemlidir.🔹 Destek Grupları ve Sosyal DestekBenzer sorunları yaşayan bireylerle deneyim paylaşımı, kişinin yalnız olmadığını hissetmesine yardımcı olur. Aile desteği ve anlayışı da iyileşme sürecinde kritik rol oynar.Son Söz: Kaygıyı Tanımak, Yönetmek ve İyileşmek MümkünKaygı bozukluğu, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir ruh sağlığı sorunudur. Her geçen gün daha fazla insan, bu durumla sessizce mücadele etmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki; kaygı, tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Erken tanı, doğru tedavi ve çevresel destekle bireyler daha dengeli, huzurlu ve üretken bir yaşama yeniden kavuşabilirler.Toplum olarak yapmamız gereken, bu rahatsızlıkları tabu olmaktan çıkarmak, ruh sağlığına dair açık ve destekleyici bir iletişim ortamı oluşturmaktır. “Sadece fiziksel değil, ruhsal sağlığın da değerlidir” diyebilen bir kültür, daha sağlıklı bireyler ve daha güçlü bir toplum demektir.Kaygınız sizi tanımlamaz. Yardım istemek güçsüzlük değil, cesarettir. Siz de kaygılarınızın üzerine giderek bir adım atın ve cesaretinizin nasıl büyüdüğünü farkedin.
Nuray ER 09.10.2025

Bipolar Bozukluk: Duyguların İki Ucunda Yaşamak

Her yıl 30 Mart, dünya genelinde Bipolar Bozukluk Farkındalık Günü olarak anılır. Bu özel günün tarihi, yalnızca bipolar bozukluğa dikkat çekmek için değil, aynı zamanda bu hastalıkla yaşamış ve sanat dünyasında çığır açmış bir isme ithafen seçilmiştir: Vincent van Gogh. 19. yüzyılın en önemli ressamlarından biri olan Van Gogh, yaşadığı duygu durum dalgalanmalarına rağmen (veya belki de bu dalgalanmalar sayesinde) ardında yüzlerce eser bırakmış, renkleriyle, çizgileriyle ve tutkusu ile adeta ruhunun iç dünyasını tuvale aktarmıştır.Peki, böylesine yaratıcı bir dehanın da etkisi altında kaldığı bipolar bozukluk nedir? Gelin, bu psikolojik rahatsızlığı daha yakından tanıyalım.Bipolar Bozukluk Nedir?Bipolar bozukluk, bir duygu durum bozukluğudur. Eski adıyla “manik depresif hastalık” olarak da bilinen bu durum, bireyin ruh halinin normalden çok daha fazla dalgalanmasına neden olur. Yani kişi yalnızca üzgün ya da mutlu hissetmekle kalmaz; zaman zaman taşkın bir neşeyle (manik dönem), zaman zaman ise derin bir karamsarlıkla (depresif dönem) mücadele eder.Bu ataklar bazen aylarca sürebileceği gibi, bazı bireylerde bir gün içinde bile değişkenlik gösterebilir. Atakların ne zaman geleceği ya da ne kadar süreceği kişiden kişiye farklılık gösterir, bu da hastalığın öngörülemez ve zorlayıcı yönlerinden biridir.Manik Dönem: Enerjinin TaşmasıBipolar bozukluğun en çarpıcı belirtileri, çoğu zaman manik dönemde ortaya çıkar. Bu dönem, bireyin normalden çok daha enerjik, coşkulu ve hatta taşkın bir hale bürünmesiyle karakterizedir.Manik dönemde görülebilecek belirtiler şunlardır:Aşırı neşe, özgüven ve taşkınlıkUyku ihtiyacının azalması (örneğin 2-3 saat uyuyarak yetinme)Hızlı ve durmaksızın konuşmaDüşüncelerin hızla akması (zihinsel taşkınlık)Riskli davranışlar (düşünmeden para harcama, hızlı araba kullanma, dürtüsel ilişkiler)Kolay öfkelenme ve tahammülsüzlükGerçeklikten kopma (ağır vakalarda psikotik belirtiler)Bu dönem bazı kişiler için yaratıcılığın doruk noktası olabilir. Van Gogh gibi birçok sanatçının, edebiyatçının ve bilim insanının bu tür ataklar sırasında önemli eserler verdiği düşünülmektedir. Ancak bu taşkınlık hali sürekli değildir; çoğu zaman bu yüksek enerjili dönem, yerini derin bir çöküşe bırakır.Depresyon Dönemi: Sessiz Bir ÇöküşManik dönemin ardından ya da bazen bağımsız olarak gelen depresif dönem, bireyin enerjisinin tükenmiş, umutlarının sönmüş ve hayatla bağlarının zayıflamış olduğu bir evredir.Depresif dönemde görülebilecek belirtiler:Sürekli üzgün, umutsuz ya da boşlukta hissetmeGünlük aktivitelerden zevk alamamaUykusuzluk ya da aşırı uyumaYorgunluk, halsizlik, motivasyon kaybıDeğersizlik, suçluluk ve kendine yönelik eleştirilerİntihar düşünceleri ya da girişimleriBu dönem, kişinin hem kendi hayatını hem de çevresindeki ilişkilerini ciddi şekilde etkileyebilir. İş kaybı, sosyal izolasyon ve aile içi çatışmalar gibi ikincil sorunlar da depresyonun etkisiyle daha da derinleşebilir.Bipolar Bozuklukla Yaşamak Mümkün mü?Evet, bipolar bozukluk ömür boyu süren bir hastalık olabilir. Ancak bu durum kişinin sağlıklı, üretken ve tatmin edici bir yaşam süremeyeceği anlamına gelmez. Doğru tanı, etkili bir tedavi planı, düzenli takip ve bireyin kendini tanıması ile atakların sıklığı ve şiddeti önemli ölçüde azaltılabilir.Tedavi yaklaşımları:İlaç tedavisi: Duygu durum düzenleyiciler, antidepresanlar ya da antipsikotikler gibi ilaçlarPsikoterapi: Bireysel terapi, aile terapisi ya da grup terapileriYaşam tarzı düzenlemeleri: Uyku düzeni, stres yönetimi, sağlıklı beslenme, alkol ve madde kullanımından kaçınmaSosyal destek: Aile, arkadaşlar ve destek gruplarıyla kurulan güçlü bağlarAyrıca bireyin, hastalığını kabullenmesi, tetikleyici durumları tanıması ve atak belirtilerini erkenden fark edebilmesi, bu süreçte oldukça önemlidir.Toplumsal Etiketleme ve DamgalanmaNe yazık ki bipolar bozukluk gibi ruhsal hastalıklar, toplumda hâlâ önyargı ve damgalanma ile karşılaşabiliyor. Oysa psikolojik rahatsızlıklar, tıpkı diyabet ya da tansiyon gibi tedavi edilebilir ve yönetilebilir sağlık sorunlarıdır.Bireyler, sadece bu hastalığa sahip oldukları için dışlanmamalı, küçümsenmemeli ya da işe alınmaktan mahrum bırakılmamalıdır. Toplumsal farkındalık arttıkça, hem hastaların yaşam kalitesi artacak hem de toplum daha şefkatli ve kapsayıcı hale gelecektir.Son Söz: Anlamak ve Yanında DurmakUnutmayalım ki, hiç kimse bir ruhsal rahatsızlıkla doğmayı ya da yaşamayı seçmez. Ancak bazı insanlar, hayat yolculuklarında bipolar bozukluk gibi karmaşık bir duygu durum hastalığı ile mücadele etmek zorunda kalabilirler. Onların bu mücadelesi, dışarıdan göründüğü kadar basit değildir; kimi zaman zihinsel bir fırtınayla, kimi zaman içsel bir sessizlikle, kimi zaman da her ikisinin arasında savruldukları bir belirsizlikle geçer.Bipolar bozukluk, sadece kişinin psikolojik sağlığını değil; ilişkilerini, iş yaşamını, sosyal çevresini ve hayata dair umutlarını da etkileyebilir. Ancak bu, o kişilerin “zayıf” olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, bu hastalıkla yaşamaya devam eden bireyler çoğu zaman inanılmaz bir içsel güç ve direnç geliştirirler. Yaşadıkları her iniş ve çıkış, duygularının derinliği kadar yaşama tutunma çabalarının da bir göstergesidir.Bizler, bu insanlara yardımcı olabilmek için illa ki psikolog ya da doktor olmak zorunda değiliz. Empati kurmak, yargılamamak, onları oldukları gibi kabul etmek bile başlı başına iyileştirici bir adımdır. "Yanındayım" demek bazen ilaçtan daha etkili bir destek olabilir. Onların yaşadığı her duygu geçişini anlamak zorunda değiliz, ama saygı göstermek bizim elimizdedir.Toplum olarak yapmamız gereken en önemli şeylerden biri de, ruhsal hastalıkları damgalamaktan vazgeçmek ve bu bireylerin yalnız olmadığını hissettirmektir. Çünkü her birey sevgiye, anlayışa ve desteğe layıktır — ruhsal durumu ne olursa olsun. Ayrıca unutmayalım ki; bipolar bozukluğa sahip insanlar sadece “hasta” değil, aynı zamanda sanatçı, öğretmen, mühendis, ebeveyn, dost ya da komşudur. Onlar da hayatın tam içindedir ve üretmeye, sevmeye, katkı sunmaya devam ederler.Vincent van Gogh gibi insanlar bize sadece renkleri, ışığı ve sanatı öğretmekle kalmaz; aynı zamanda insan zihninin ne kadar karmaşık ama bir o kadar da etkileyici bir yapı olduğunu da gösterir. Belki de onun fırçasından dökülen o eşsiz resimlerin ardında, sadece sanat değil, bir çığlık, bir içsel yolculuk, bir anlam arayışı vardır.Bugün, 30 Mart Dünya Bipolar Günü vesilesiyle, sadece bir hastalığı tanımakla kalmayalım — aynı zamanda bu hastalıkla yaşayan insanların yanında durmayı da kendimize sorumluluk bilelim. Anlamaya çalışalım, kabullenelim ve en önemlisi: unutmayalım, yalnız değiller.Çünkü gerçek iyileşme, bazen bir teşhisle değil, bir “Ben seni görüyorum ve olduğun gibi kabul ediyorum” cümlesiyle başlar.🎗️ 30 Mart Dünya Bipolar Günü'nde, gelin hep birlikte daha fazla bilinçlenelim, anlayalım ve destek olalım.
Nuray ER 09.10.2025