1. Uzman
  2. Rojda OHANCAN
  3. Blog Yazıları
  4. Beyin Yapısı ve Kişilik Gelişimi

Beyin Yapısı ve Kişilik Gelişimi

Beyin de tıpkı hayat gibi bir denge üzerine kuruludur, terazinin bir tarafının daha çok ağır basması dengesizliklere yol açacaktır. Kişi, sağlıklı bir hayat sürebilmesi açısından beynin iki ayrı bölümünü de dengeli kullanma becerisini kazanmış olmalıdır. Örneğin; çocuklar duygularını ifade etmekten sakınıyorlarsa, bunları gereksiz olarak algılayıp göz ardı ediyorlarsa bu demek oluyor ki tamamen sol beyin yapılarının kontrolündedirler. Duyguların bu denli göz ardı edilmesi çocuğu tamamen karmaşanın içine sokacaktır kişiliği de bu doğrultuda gelişecektir. Çocuk her şeyi tamamen mantık çerçevesinde algılayacaktır örneğin; karşısındaki kişinin ya da kendisinin duygularını anlayamayacak, anlamlandıramayacak, duyguları çözümleyemeyecek, sağlam ilişkiler kuramayacak, çözüme ulaştıramadığı her duygusu onun iç dünyasına yeni bir karmaşa daha ekleyecektir. 


Sol beyin; her şeyin düzenli ve mantıksal olmasını istemektedir. Sağ beyin ise; yüz ifadeleri, göz teması, ses tonu gibi işaretleri anlayıp, uygulamaktadır. Bütüne bakmaktadır, hislere önem vermektedir. Kişi, sağ beynine tamamen teslim olduğu zaman her şeyi duygusal olarak yorumlayacaktır. Mantığı tamamen göz ardı edecektir ve duyguları, sezgileri doğrultusunda kimi zaman yanılacak kimi zaman da kendisini derin acılara hapsedecektir. Örneğin; sınavdan kötü not alan bir çocuk eğer bu durumu tamamen sağ beyninin kontrolünde yorumlarsa kendisini tamamen beceriksiz olarak algılayacak, büyük çöküşler yaşayacak ve “Hiçbir şeyi başaramayacağım.” gibi bir düşünceyle olayı dramaya çevirecek, kendisini çökkün hissedecektir. Bu dramın içerisinde kaldığı süre ne kadar artarsa kendisine olan öz güveni, öz yeterlilik inancı da o denli azalacaktır. Duygular tabii ki kişinin gelişimi açısından oldukça önemlidir ancak tamamen duygulara teslim olma hali kişinin objektifliğini, gerçekçiliğini yitirmesine neden olmaktadır. Kişi bunları yitirdikçe, her olayı duyguları doğrultusunda yorumladıkça acılar da o denli onun hayatına giriş yapmaktadır. Özellikle böyle bir kişinin etrafında sol beyni aktif olan insanlar varsa onun için hayat tamamen katlanılamaz hale gelecektir. 


O her olaya duygusal tepkiler verirken, çevresindeki insanlar mantıkları doğrultusunda hareket ettikleri için onu anlayamayacak, ona nasihatlerde bulunacak ve onu yargılayacaklardır ancak bu kişi tamamen duygularının kontrolünde olduğu için bu nasihatleri hakaret gibi algılayacak, anlaşılamıyor olma düşüncesi onu yoracak, kendisini yapayalnız ve çaresiz hissedecektir. Bilindiği üzere bu hisler herhangi bir kişi açısından oldukça tehlikeli ve iç dünyasını yaralayıcı olabilmektedir. Üstelik bu birey zaten duygularını yoğun bir şekilde yaşadığı için bu tür duygular ona daha da ağır gelecektir. Böylesi bir durum sonucunda kişi kendisini tamamen geri çekecektir, insanlardan uzaklaşacaktır. Bu yalnızlık onu yoracak, odaklanmasını güçleştirecek, mutlu olma ihtimalinin olmadığına inanmaya başlayacaktır, günden güne kendisini daha da üzecektir.


Örneğin; çocuk duygularının karşılığında umduğu tepkiyi bulamadığı zaman “Demek ki insanlar bu kadar acımasız, kendi ailem bile acılarımı görmezken, anlamazken bir başkası beni nasıl anlar ki?” düşüncesine sığınacak ve herkesten uzaklaşacaktır. Ancak bu durum sadece uzaklaşmayla kalacak bir durum değildir, bu şekilde olan bir yalnızlık onun tüm bakış açısına olumsuz yönde zarar verecektir çünkü o bu yalnızlığı kendisi seçmemiş, o buna mecbur bırakılmıştır. Aynı şekilde tamamen sol beynine odaklanan bir çocuk ise; duyguları anlamsız bulduğu için çoğu zaman akran grubuna karşı kırıcı olabilecektir, şakalara karşı daha keskin bir tavır sergileyecektir, çoğu şeyi mantık çerçevesinde değerlendirdiği için duygu içeren durumlarda yanlış anlaşılmalar oluşacaktır, karşısındakini anlamamakla kalmayacak birde üstüne üstlük yaptığının yanlış olduğunu bile düşünmeyecektir çünkü ona göre doğru olan budur, mantık dahilinde her şey normaldir bunlarla ilgili alınacak bir durum yoktur.


Anlaşıldığı üzere her şeyde olduğu gibi bu konuda da bir dengeye ihtiyaç vardır; kişi hem sağ beynini hem sol beynini kullanmalıdır çünkü farklı farklı gelişen olaylara aynı sistem üzerinde tepkiler vererek farklı sonuçlar beklemek tamamiyle hata olacaktır. Olaylara uygun olan sistemle tepki vermek gerekmektedir. Çocuk, kendi duyguların anlamlandırabilmeli, karşısındakinin duygularını anlayıp ona göre yaklaşabilmeli ancak duygularının peşinde sürüklenmemelidir, objektif olması gereken durumlarda sol beynini aktifleştirmeli, gerçekçiliğini kaybetmemelidir. İnsani ilişkilerde duygusallık önemlidir ancak mantık gerektiren konularda duygusallığın özellikle aşırı bir şekilde olan duygusallığın devreye girmesi hem bireyin kendisi için hem de çevresi için yıpratıcı olacaktır. Anlaşılamamazlıklar, suçlanmalar, uzaklaşmalar sonucunda tartışmalar meydana gelecektir. 


Aynı şekilde duygusallık gerektiren konularda aşırı bir şekilde olan mantığın devreye girmesi de tehlikelidir çünkü bu durumun sonucunda karşısındakini anlayamayan insan ona yardımcı olamayacak, sıkılacak, anlamsız bulacak ve hatta o kişiden soğuyacaktır. Çünkü tek bir tarafa odaklanıldığı sürece kişinin çevresinden beklentileri de aktif olan tek beyin tarafıyla ilgili olacaktır. Örneğin; sol beynini aktif kullanan birey yanında kendisi gibi birini isteyecektir, sağ beynini aktif olarak kullanan birey de aynı şekilde yanında kendisi gibi birini isteyecektir ancak bu her zaman mümkün olabilecek bir durum değildir. Bu yüzden iki beyin de ortak kullanılmalıdır, kişi duygularından kaçmamalı ancak onları dozunda yaşamalı ve yine aynı şekilde mantığını kullanmalı ancak yaşadığı duyguları da göz ardı etmemeli onları anlamlandırmalıdır.


Beyin, kişinin kim olduğunu ve ne şekilde davrandığını önemli derecede etkilemektedir. Beynimizin sol tarafı; gerçekçi olmakta, düzen istemekte, listeleme yöntemini tercih etmekte, mantıklı hareket etmemize ve fikirleri dile getirmemize yardım etmektedir. Beynimizin sağ tarafı ise; imgesel ve sezgisel olmakta, ayrıntılardan ziyade bütüne bakmayı tercih etmekte, hislere daha çok önem vermekte, duyguları deneyimleyip sözsüz iletişimde bulunmamızı ve sözsüz iletişimi anlamamızı sağlamaktadır. İnsanların zaman zaman olduğundan farklı davranışlar sergilemesinin altında yatan temel sebep, o an beynin hangi bölümünün daha çok aktif olduğuyla ilgilidir. 


Örneğin; çoğunlukla mantıklı davranan bir insan bazen duygularına teslim olabilir ve o an durumları soğukkanlılıkla değerlendirip çözüm arayan biri değil, ağlama krizleri yaşayan veya öfke nöbeti geçiren birine dönüşebilir. Böylesi bir manzara hem kişinin kendisinde hem de çevresindeki insanlarda şaşkınlık yaratacaktır bunun sebebi ise kişinin hiç beklenmedik bir anda ve keskin bir geçişle bambaşka birine dönüşmesidir. Bu noktada yaşanan durumun sebebi, kişinin o an sol beyin yapısına ulaşamaması ve tamamen sağ beyin yapısının aktifleşmesidir.


Kişiler açısından faydalı olabilecek olan ise beyninin bir bölümüne yoğunlaşmak yerine bu iki bölümün birlikte çalışmasını sağlayabilmektir. Özellikle kişinin çocukluk döneminde sol beyin yapısından ziyade sağ beyin yapısı daha aktif olmaktadır bu nedenle bu dönemde çocuğunun beyin yapılarını bütünleştirme konusunda çocuğuna yardımcı olan ve bu konuda sabırlı davranan bir ebeveyne sahip olmak çocuklar açısından fazlasıyla faydalı olacaktır.

Beynindeki bölümleri bütünleştirmeyi ve bu bölümler arasında bir denge kurmayı başarabilen çocuk; öfke nöbetleri geçirmemekte ya da ağlama krizleri yaşamamakta, duygu ve düşüncelerini kontrol edebilme becerisini kazanmakta ve bu becerisini geliştirebilmektedir. Bu iki beyin yapısının birlikte çalışması; kişinin mantıklı ve yapıcı kararlar alabilmesini, kendi üzerindeki kontrolü ele geçirebilmesini, kendisini ve çevresini daha kolaylıkla anlayabilmesini sağlamaktadır. 


Sağ beyin yapısının kontrolünde olup sadece duygularına odaklanan kişi; olayları mantıklı bir şekilde analiz edemeyecek, problemlere yapıcı bir çözüm bulamayacak, olaylara ve kişilere kendi duyguları çerçevesinde bakıp, onları bu şekilde ve çoğu zaman yanlış değerlendirme davranışını benimseyecek ve kendisini yoğun, yıpratıcı duygularla baş başa bırakacaktır. Bu kişiler, yaşadıkları ilişkilerde tıpkı küçük bir çocuk gibi davranmakta sürekli küsme, alınma, ağlama davranışını benimsemekte çoğu şeyi yanlış anlayıp yanlış değerlendirmekte ve bunun sonucunda yapıcı değil yıkıcı olabilmektedir bu da her iki taraf için oldukça yorucu bir süreç olmaktadır. Özellikle bu durum ebeveynler tarafından oldukça dikkat edilmesi gereken bir konudur. 


Örneğin; Çocuklarının üzgün, çaresiz ya da öfkeli hissettiği anlarda ebeveynlerin mantıklı, savunma içeren yorumlar yapması, çocuklarına tavsiyelerde bulunması kesinlikle doğru bir davranış olmayacaktır çünkü ebeveynler o anda çocuğa daha kötü hissettirecek ve çocuk duygularına karşılık verilmediği için anlaşılmadığını ve duygularının önemsenmediğini düşünüp daha büyük bir çöküş yaşayarak beyninin sağ bölümüne daha da teslim olacaktır. Bu nokta çocuğun; küsme, kendi içine kapanma, yalnızlığı seçme gibi davranış ve tutumları benimsemeyi öğrendiği, "Hiçkimse beni anlamıyor, bu dünyada yapayalnızım." düşüncesine en çok sığındığı andır yine bu dönemde çocuk her şeyi dramatize etmeyi öğrenmekte ve ağlama krizleri yaşama ihtimalini fazlasıyla artırmaktadır. 


Akıllarda tutulması gereken nokta şudur ki; çocuk o an kendisine sunulan tüm bu mantıklı açıklamaları, tavsiyeleri, gerçekçi bakış açılarını anlayabilecek ya da bunları kendi beyin süzgecinden geçirip kendi iç dünyasında içselleştirebilecek konumda değildir, çocuğun sol beyin yapısı o an tamamen bilgi girişine kapalıdır. Bu sebeple ebeveynlerin tüm bu girişimleri faydalı olmayacak aksine ters tepecek ve çocuğun ruh sağlığı açısından zararlı olacaktır. 


Ebeveynler bu yüzden özellikle dikkatli olmalı, çocuklarını gözlemlemeli ve çocuklarının sağ beyin yapılarının kontrolünde olduğunu anladıkları anda öncelikli olarak çocuklarının duygularına karşılık vermelidirler. Çocuk duygularını anlatabilmeli, duygularına karşılık alabilmeli, anlaşıldığını hissetmeli bu noktada ebeveynler hem çocuklarının duygularını dinleyerek hem de onlara şefkatli dokunuşlarda bulunarak yardımcı olabilmelidir. (Çocuğun saçlarını okşamak, yüzünü sevmek gibi) 

Bunun sonucunda çocuk önemsendiğini ve anlaşıldığını hissettiğinde yumuşayacak, duygularını anlamlandıracak ve çözüme kavuşturacak böylelikle yavaş yavaş mantıklı düşünmeye başlayarak sol beyin yapısını aktifleştirecektir tam da bu nokta ebeveynlerin mantıklı ama kısa ve öz açıklamalar yapması için en doğru an olacaktır. 

Yayınlanma: 19.10.2021 09:36

Son Güncelleme: 19.10.2021 09:38

Psikolog

Rojda

OHANCAN

Psikolog

Uzmanlıklar:

Öfke Kontrolü , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Ruhsal-Toplumsal, Kişisel ve Çevresel Diğer Koşullarla İlişkili Sorunlar
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 550
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 600
Bunları da sevebilirsiniz...

Evlilik Öncesi Çiftlerin Uyumluluğu için Birbirine Sorması Gereken Sorular neler olabilir?

Evlilik Öncesi Çiftlerin Birbirine Sorması Gereken Sorular: Uyumluluğu Test Etmek İçin Bilimsel Bir YaklaşımEvlilik, bireylerin yaşamlarında aldıkları en önemli kararlardan biridir ve uzun vadeli bir bağlılık gerektirir. Evlilik öncesi dönemde çiftlerin birbirine uygunluğunu değerlendirmek, sağlıklı ve sürdürülebilir bir ilişkinin temelini oluşturur. Psikoloji ve psikoterapi alanındaki araştırmalar, çiftlerin evlilik öncesi dönemde açık iletişim kurarak değerlerini, beklentilerini ve hedeflerini tartışmalarının, evlilik memnuniyetini artırdığını göstermektedir. Bu makalede, çiftlerin birbirine sorması gereken temel soruları, bilimsel temellere dayandırarak ve bir psikolog/psikoterapist perspektifiyle ele alacağız. Bu sorular, çiftlerin uyumluluğunu test etmek ve potansiyel çatışma alanlarını önceden belirlemek için tasarlanmıştır.1. Değerler ve Hayat Görüşü: Evlilik, yalnızca romantik bir bağ değil, aynı zamanda ortak bir yaşam vizyonu gerektirir. Çiftlerin temel değerler ve inançlar konusunda uyumlu olmaları, uzun vadeli mutluluk için kritik öneme sahiptir. Gottman Enstitüsü’nün araştırmalarına göre, çiftlerin paylaştığı değerler, evlilikteki çatışmaları azaltmada önemli bir rol oynar. Sorulması gereken bazı sorular şunlardır::Hayatta en çok neye değer veriyorsun ve bu değerler benimle ne kadar uyumlu?Bu soru, bireylerin önceliklerini ve hayat felsefelerini anlamaya yardımcı olur. Örneğin, biri için kariyer ön plandayken diğeri için aile öncelikli olabilir. Bu farklılıklar, erken dönemde tartışılmazsa çatışmalara yol açabilir.Dini veya manevi inançların hayatında ne kadar önemli?Dini inançlar, çiftlerin yaşam tarzlarını, çocuk yetiştirme yaklaşımlarını ve hatta günlük rutinlerini etkileyebilir. Araştırmalar, dini uyumluluğun evlilik doyumunu artırdığını göstermektedir (Mahoney et al., 2001).Toplumsal ve politik görüşlerin nelerdir?Siyasi ve sosyal konulardaki farklılıklar, özellikle kutuplaşmış toplumlarda, ilişkilerde gerilim yaratabilir. Bu nedenle, çiftlerin bu konularda açık bir şekilde konuşması önemlidir.2. Finansal Beklentiler ve AlışkanlıklarPara, evliliklerde en sık çatışma nedenlerinden biridir. Finansal uyumluluk, çiftlerin ortak hedeflere ulaşma yeteneğini doğrudan etkiler. Journal of Family and Economic Issues’da yayımlanan bir çalışma, finansal konularda şeffaf iletişimin evlilik stresini azalttığını ortaya koymuştur (Dew, 2011). Önerilen sorular:Para harcama ve biriktirme alışkanlıkların nelerdir?Biri savurgan, diğeri tutumluysa, bu durum uzun vadede gerilim yaratabilir. Çiftlerin bütçe yönetimi ve tasarruf alışkanlıklarını tartışması gerekir.Ortak finansal hedeflerimiz neler olmalı?Ev almak, yatırım yapmak veya çocuk eğitimi gibi büyük hedefler, çiftlerin finansal planlamada uyum içinde olmasını gerektirir.Borç veya maddi yükümlülüklerin var mı?Finansal şeffaflık, güvenin temel taşlarından biridir. Gizli borçlar veya mali sorunlar, evlilikte ciddi sorunlara yol açabilir.3. Aile ve Çocuk YetiştirmeÇocuk sahibi olma ve aile dinamikleri, evlilikte önemli bir yer tutar. Çocuk sahibi olma kararları ve ebeveynlik tarzları, çiftlerin uyumluluğunu derinden etkiler. Psikolojik araştırmalar, çocuk yetiştirme konusunda uyumsuzluk yaşayan çiftlerin daha yüksek boşanma oranlarına sahip olduğunu göstermektedir (Twenge et al., 2003). Sorulması gereken sorular:Çocuk sahibi olmak istiyor musun, ve eğer istiyorsan kaç çocuk hayal ediyorsun?Bu soru, çiftlerin çocuk sahibi olma konusundaki beklentilerini netleştirmek için kritik öneme sahiptir. Çocuk istememe kararı da aynı derecede önemlidir.Çocuk yetiştirme konusunda hangi disiplin yöntemlerini benimsersin?Ebeveynlik tarzları (örneğin, otoriter mi, demokratik mi) çiftlerin çocuk yetiştirme sürecinde uyum içinde olmasını etkiler.Geniş aile ile ilişkilerimiz nasıl olacak?Kayınvalide, kayınpeder veya diğer aile üyeleriyle kurulacak sınırlar, evlilikte önemli bir rol oynar. Çiftlerin bu konuda net beklentiler oluşturması gerekir.4. İletişim ve Çatışma ÇözmeSağlıklı iletişim, evliliğin temel taşlarından biridir. John Gottman’ın çift terapisi çalışmalarına göre, çiftlerin çatışmaları nasıl yönettikleri, evliliğin uzun ömürlü olup olmayacağını öngörebilir. Çiftlerin şu soruları tartışması önemlidir:Çatışmaları nasıl çözüyorsun?Bazı bireyler tartışmalarda sessiz kalmayı tercih ederken, diğerleri doğrudan yüzleşmeyi seçer. Bu farklılıklar, çiftlerin iletişim tarzlarını anlamalarını gerektirir.Benden beklentilerin nelerdir, özellikle zor zamanlarda?Bu soru, çiftlerin birbirine nasıl destek olacağı konusunda netlik sağlar. Örneğin, biri duygusal destek beklerken diğeri pratik çözümler sunmayı tercih edebilir.Eleştiriye veya geri bildirime nasıl tepki verirsin?Çiftlerin birbirine yapıcı eleştiriler sunabilmesi ve bunları sağlıklı bir şekilde kabul edebilmesi, ilişkinin olgunluğunu gösterir.5. Kariyer ve Yaşam TarzıKariyer hedefleri ve yaşam tarzı tercihleri, çiftlerin günlük yaşamlarını ve uzun vadeli planlarını etkiler. Özellikle modern toplumlarda, kariyer odaklı bireylerin evlilik beklentileri farklılık gösterebilir. Sorulması gerekenler:Kariyer hedeflerin neler ve bunlar ilişkimizi nasıl etkileyecek?Örneğin, sık seyahat gerektiren bir iş, çiftin birlikte geçirdiği zamanı sınırlayabilir.Boş zamanlarını nasıl değerlendirmeyi seversin?Birinin sosyal etkinlikleri sevmesi, diğerinin ise evde vakit geçirmeyi tercih etmesi, uyumsuzluk yaratabilir.Ev işleri ve sorumluluk paylaşımı konusunda nasıl bir düzen istersin?Geleneksel veya eşitlikçi roller konusundaki beklentiler, çiftlerin günlük yaşamda uyum içinde olmasını etkiler.6. Cinsellik ve YakınlıkCinsellik ve duygusal yakınlık, evlilikte önemli bir bağ oluşturur. Çiftlerin bu konuda açıkça konuşması, olası yanlış anlamaları önler. Araştırmalar, cinsel uyumluluğun evlilik doyumunu artırdığını göstermektedir (McNulty et al., 2016). Önerilen sorular:Cinsel ihtiyaçların ve beklentilerin nelerdir?Bu, çiftlerin fiziksel yakınlık konusundaki tercihlerini anlamalarını sağlar.Duygusal yakınlığı nasıl ifade etmeyi seversin?Bazıları fiziksel temasla, diğerleri ise sözlü ifadelerle yakınlık kurar. Bu farklılıkların bilinmesi önemlidir.SonuçEvlilik öncesi dönemde çiftlerin birbirine sorduğu sorular, yalnızca uyumluluğu test etmekle kalmaz, aynı zamanda güven, şeffaflık ve karşılıklı anlayışı güçlendirir. Psikoloji ve psikoterapi alanındaki bilimsel bulgular, açık iletişimin ve ortak değerlerin evlilik başarısını artırdığını göstermektedir. Yukarıda belirtilen sorular, çiftlerin birbirini daha iyi tanımasına ve potansiyel çatışma alanlarını önceden ele almasına olanak tanır. Evlilik, dinamik bir süreçtir ve bu sorular, çiftlerin bu yolculuğa daha bilinçli ve hazırlıklı bir şekilde başlamasını sağlar. Çift terapisi veya evlilik öncesi danışmanlık, bu soruları daha derinlemesine keşfetmek için profesyonel bir rehber sunabilir. Unutmayın, sağlıklı bir evlilik, sadece aşk değil, aynı zamanda bilinçli bir çaba ve uyum gerektirir.Kaynaklar:Dew, J. (2011). Financial disagreements and marital conflict. Journal of Family and Economic Issues.Gottman, J. M., & Silver, N. (1999). The Seven Principles for Making Marriage Work.Mahoney, A., et al. (2001).Religion in the home. Journal of Marriage and Family.

Yetişkinlikte Anne-Baba İlişkilerinin İyileştirilmesi: Psikoterapi Perspektifinden?

Yetişkinlikte Anne-Baba İlişkilerinin İyileştirilmesi: Psikoterapi Perspektifinden Stratejiler ve Sorular*Özet* Yetişkinlikte anne-baba ilişkilerindeki sorunlar, bireyin duygusal sağlığı, öz-değeri ve sosyal ilişkileri üzerinde önemli etkiler yaratabilir. 30 yaşında bir bireyin anne-babasıyla kötüleşen ilişkilerini iyileştirmek için psikoterapi, yapılandırılmış ve etkili bir yöntem sunar. Bu makale, psikolog ve psikoterapistlerin kullandığı yaklaşımları inceleyerek, duygusal farkındalık, sağlıklı sınırlar ve etkili iletişim yoluyla ilişkisel onarımı ele almaktadır. Ayrıca, psikoterapi sürecinde kullanılabilecek 20 soru önerisi sunulmakta ve bu soruların anne-baba ilişkilerini anlamada ve iyileştirmede nasıl katkı sağladığı bilimsel bir çerçevede tartışılmaktadır. Makale, bağlanma teorisi ve sistemik aile terapisi gibi teorik temellere dayanarak, bireyin aile dinamiklerini anlamasına ve ilişkilerini geliştirmesine yönelik pratik öneriler sunar.*Giriş* Yetişkinlikte anne-baba ilişkileri, çocukluk deneyimlerinden, aile dinamiklerinden ve kültürel faktörlerden derinden etkilenir. Psikologlar, bu ilişkilerin bireyin mental sağlığı üzerindeki etkisini anlamak için bağlanma teorisi (Bowlby, 1988) ve sistemik aile terapisi (Minuchin, 1974) gibi yaklaşımlardan yararlanır. 30 yaşında bir bireyin anne-babasıyla ilişkilerinin “kötü” olduğunu ifade etmesi, geçmiş kırgınlıklar, iletişim kopuklukları, sınır ihlalleri veya duygusal mesafe gibi sorunlara işaret edebilir. Psikoterapi, bu dinamikleri anlamak ve onarmak için güvenli bir alan sağlar. Psikologlar, bireyin duygularını ifade etmesine, geçmiş deneyimlerini anlamlandırmasına ve yapıcı adımlar atmasına yardımcı olmak için açık uçlu, empatik sorular kullanır. Bu makale, psikoterapi temelli stratejileri ve anne-baba ilişkilerini anlamak için kullanılabilecek 20 soruyu bilimsel bir bağlamda sunarak, ilişkisel iyileşme sürecini ele almaktadır.*Yöntem: Psikoterapi ile Anne-Baba İlişkilerini İyileştirme* Psikoterapi, bireyin duygusal farkındalığını artırarak, aile dinamiklerini anlamasını ve ilişkisel sorunlara müdahale etmesini sağlar. Psikologlar, anne-baba ilişkilerindeki sorunları anlamak için açık uçlu, yargılamayan ve empatik sorular kullanır. Bu sorular, bireyin duygularını, beklentilerini ve geçmiş deneyimlerini keşfetmesine olanak tanır. Psikoterapi sürecinde, bireyin kendi sorumluluğunu tanıması, sağlıklı sınırlar koyması ve etkili iletişim becerileri geliştirmesi hedeflenir. Aşağıda, anne-baba ilişkilerini anlamak ve iyileştirmek için psikoterapi sürecinde kullanılabilecek 20 soru listelenmektedir.### Psikoterapi Sürecinde Kullanılabilecek 20 Soru#### 1. İlişki Dinamiklerini Anlama1. Anne-babanızla ilişkinizi “kötü” yapan şeyler nelerdir? Hangi durumlar veya olaylar bu hissi yaratıyor? Amaç: Sorunların spesifik kaynaklarını belirlemek ve duygusal tetikleyicileri anlamak.2. Anne-babanızla iletişim kurarken kendinizi nasıl hissediyorsunuz? (Örneğin, gergin, anlaşılmamış, suçlu) Amaç: Duygusal farkındalığı artırmak ve bireyin içsel deneyimini anlamak.3. Geçmişte anne-babanızla yakın hissettiğiniz bir anı hatırlıyor musunuz? O anı özel kılan neydi? Amaç: Pozitif anıları hatırlatarak iyileşme için bir temel oluşturmak.4. Anne-babanızla yaşadığınız en büyük çatışma veya kırgınlık nedir? Bu sizi nasıl etkiledi? Amaç: Geçmiş travmalar veya kırılganlıkları belirlemek.5. Anne-babanızın sizi nasıl gördüğünü düşünüyorsunuz? Bu, kendi kendinizi görüşünüzle uyumlu mu? Amaç: Algılanan ebeveyn yargılarını ve öz-değeri değerlendirmek.#### 2. Duygular ve Beklentiler6. Anne-babanıza karşı hangi duyguları sık sık hissediyorsunuz? (Örneğin, öfke, üzüntü, hayal kırıklığı) Amaç: Duygusal repertuarı anlamak ve duygusal düzenlemeyi desteklemek.7. Anne-babanızdan ne tür bir destek veya anlayış bekliyorsunuz? Bu beklentiler karşılanıyor mu? Amaç: Gerçekçi olmayan beklentileri tanımlamak ve yeniden yapılandırmak.8. Anne-babanıza söylemek istediğiniz ama şimdiye kadar söyleyemediğiniz bir şey var mı? Amaç: Bastırılmış duyguları ifade etmeye teşvik etmek.9. Anne-babanızla ilişkinizde hangi konular konuşulduğunda kendinizi rahatsız hissediyorsunuz? Amaç: Sınır ihlallerini veya hassas konuları belirlemek.10. Anne-babanızla aranızdaki mesafeyi kapatmak için hangi konuları konuşmak faydalı olabilir? Amaç: İletişim köprüleri kurmak için fırsatları keşfetmek.#### 3. Geçmiş ve Kökenler11. Çocukluğunuzda anne-babanızla ilişkiniz nasıldı? Şimdiki durumla benzerlikler veya farklılıklar neler? Amaç: Bağlanma dinamiklerini ve geçmişin etkisini anlamak.12. Anne-babanızın kendi ailelerinden aldıkları yetiştirilme tarzı, sizinle ilişkilerini nasıl etkiledi? Amaç: Aile sistemindeki transgenerasyonel etkileri değerlendirmek.13. Geçmişte anne-babanızla yaşadığınız ve sizi derinden etkileyen bir olay var mı? Amaç: Travmatik veya biçimlendirici deneyimleri ortaya çıkarmak.14. Anne-babanızın birbirleriyle olan ilişkisi, sizin onlarla ilişkinizi nasıl şekillendirdi? Amaç: Sistemik aile dinamiklerini anlamak.15. Anne-babanızla ilişkinizde hangi kalıpların tekrar ettiğini fark ediyorsunuz? Amaç: Tekrarlayan davranışsal döngüleri belirlemek.#### 4. Değişim ve Çözüm16. Anne-babanızla ilişkinizi iyileştirmek için küçük bir adım olarak ne yapabilirsiniz? Amaç: Uygulanabilir hedefler belirlemek.17. Anne-babanızla daha sağlıklı bir iletişim kurmak için neye ihtiyacınız var? Amaç: İletişim becerilerini geliştirmek için ihtiyaçları tanımlamak.18. Anne-babanızın hangi davranışlarını değiştirmesini isterdiniz? Peki, siz kendi davranışlarınızda neyi değiştirebilirsiniz? Amaç: Karşılıklı sorumluluğu teşvik etmek.19. İlişkinizi düzeltmek için profesyonel bir destek (örneğin, aile terapisi) almayı düşünür müydünüz? Amaç: Psikoterapiye olan açıklığı değerlendirmek.20. Anne-babanızla ilişkinizin ideal olarak nasıl olmasını hayal ediyorsunuz? Amaç: Gelecek vizyonunu netleştirerek motivasyonu artırmak.*Tartışma: Psikoterapi ile İyileşme Süreci* Psikologlar, anne-baba ilişkilerindeki sorunları ele alırken bağlanma teorisi (Bowlby, 1988) ve sistemik aile terapisi (Minuchin, 1974) gibi çerçevelerden yararlanır. Psikoterapi, bireyin çocuklukta ebeveynleriyle kurduğu bağın yetişkinlikteki ilişkilerini nasıl etkilediğini anlamasına olanak tanır. Örneğin, kaygılı veya kaçıngan bağlanma stilleri, yetişkinlikte ebeveynlerle çatışmalara yol açabilir. Psikoterapistler, yukarıdaki sorularla bireyin öz-farkındalığını artırır ve duygusal yaraları onarmasına yardımcı olur. Ayrıca, Gottman ve Silver (1999) tarafından önerilen etkili iletişim teknikleri, “Ben” dili kullanımı gibi stratejilerle, ebeveynlerle iletişimi yumuşatabilir. Psikologlar, bireyin toksik dinamikleri (örneğin, aşırı eleştiri, sınır ihlalleri) tanımlamasına ve sağlıklı sınırlar koymasına rehberlik eder.*Öneriler: Pratik Adımlar* Psikolog ve psikoterapist olarak, 30 yaşında bir bireyin anne-babasıyla ilişkisini iyileştirmek için şu adımları önerebilirim: 1. *Duygusal Farkındalık*: Psikoterapi, bireyin öfke, suçluluk veya hayal kırıklığı gibi duygularını anlamasını sağlar. Günlük tutma veya rehberli meditasyon, bu farkındalığı artırabilir. 2. *Sağlıklı Sınırlar*: Psikologlar, bireyin hassas konuları konuşmaktan kaçınmak için net sınırlar koymasına yardımcı olur. 3. *İletişim Becerileri*: Psikoterapi, “Ben” dili gibi teknikleri öğreterek çatışmaları azaltır. Örneğin, “Beni dinlemediğini hissettiğimde üzülüyorum” gibi ifadeler etkilidir. 4. *Empati Geliştirme*: Psikoterapistler, anne-babanın bakış açısını anlamayı teşvik ederek empatiyi artırır. 5. *Profesyonel Destek*: Aile terapisi, anne-babanın da istekli olması durumunda, ilişkileri onarmada etkili bir yöntemdir. *Sonuç* Psikoterapi, yetişkinlikte anne-baba ilişkilerini iyileştirmek için güçlü bir araçtır. Psikologlar, bireyin duygusal yaralarını anlamasına, sağlıklı sınırlar koymasına ve etkili iletişim kurmasına yardımcı olur. Bu makalede sunulan 20 soru, psikoterapi sürecinde öz-farkındalığı artırarak ve aile dinamiklerini anlamlandırarak ilişkisel onarımı destekler. Gelecek çalışmalar, bu soruların farklı kültürel bağlamlarda nasıl uyarlanabileceğini inceleyebilir.*Kaynaklar* - Bowlby, J. (1988). A Secure Base: Parent-Child Attachment and Healthy Human Development. Basic Books. - Gottman, J. M., & Silver, N. (1999). The Seven Principles for Making Marriage Work. Harmony Books. - Minuchin, S. (1974). Families and Family Therapy. Harvard University Press.

Akran Zorbalığını Önlemek

Akran Zorbalığı: Sessiz Çığlıkların Hikayesi ve Çözüm YollarıAkran zorbalığı, günümüzde ne yazık ki birçok çocuğun ve gencin karşı karşıya kaldığı, fiziksel, sözel ya da psikolojik şiddet içeren bir davranış biçimidir. Genellikle okul çağında ortaya çıkan bu sorun, sadece mağdur olan bireyleri değil, tüm okul ve sosyal çevreyi etkileyen ciddi bir problemdir. Akran zorbalığını anlamak, yaygın görüldüğü yerleri belirlemek ve etkin şekilde önlemek, toplum olarak hepimize düşen önemli bir sorumluluktur.Akran Zorbalığı Nedir?Akran zorbalığı, bir bireyin yaşıtları tarafından sürekli olarak fiziksel, sözel, duygusal ya da siber yollarla tacize uğraması durumudur. Bu zorbalık türü; itme, vurma gibi fiziksel davranışları içerebildiği gibi, alay etme, lakap takma, dışlama ya da sosyal medyada küçük düşürme gibi psikolojik boyutlara da sahiptir. Özellikle tekrarlayan bir biçimde yaşanması ve mağdurun kendisini savunamayacak durumda olması, bu davranışları "zorbalık" olarak tanımlar.Akran Zorbalığı Nerelerde Görülür?Akran zorbalığı en sık olarak okul ortamlarında görülür. İlkokuldan lise yıllarına kadar öğrencilerin bir arada vakit geçirdiği sınıflar, koridorlar, tuvaletler, okul bahçeleri gibi alanlar, zorbalığın yaşandığı başlıca mekanlardır. Ancak bu durum yalnızca fiziksel mekânlarla sınırlı değildir. Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte siber zorbalık da yaygın hale gelmiştir. Sosyal medya platformlarında, mesajlaşma uygulamalarında veya oyun platformlarında da zorbalık kolaylıkla gerçekleşebilmektedir.Ev ortamında ya da okul dışındaki sosyal alanlarda (örneğin spor kulüpleri, yaz kampları) da akran zorbalığı görülebilir. Bazı durumlarda öğretmenlerin, eğitmenlerin ya da diğer yetişkinlerin gözü önünde bile gerçekleşebilir, fakat çoğunlukla bu davranışlar gizli olarak yapılır ve fark edilmesi güç olabilir.Zorbalığın Birey Üzerindeki EtkileriAkran zorbalığına maruz kalan bireylerde ciddi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir. Kaygı, depresyon, özgüven kaybı, akademik başarıda düşüş, sosyal izolasyon, hatta intihar düşünceleri gibi ağır sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle zorbalığın sadece “çocukça bir şaka” ya da “büyüyünce geçer” şeklinde hafife alınmaması gerekir. Zorbalık, erken yaşta önlem alınmazsa, bireyin tüm hayatını etkileyen bir travmaya dönüşebilir.Akran Zorbalığını Önlemek İçin Neler Yapılabilir?1. Farkındalık Eğitimleri:Okullarda öğrencilere, öğretmenlere ve velilere yönelik akran zorbalığı hakkında bilgilendirici seminerler düzenlenmelidir. Öğrenciler, zorbalığın ne olduğu, etkileri ve nasıl müdahale edileceği konusunda eğitilmelidir. Farkındalık yaratmak, ilk adımdır.2. Açık İletişim Ortamı:Öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri güvenli bir iletişim ortamı oluşturulmalıdır. Rehber öğretmenler ve okul psikologları, öğrencilerin yaşadıkları problemleri çekinmeden anlatabilecekleri kişiler haline gelmelidir. Aynı zamanda öğrencilere “yardım istemenin bir zayıflık değil, cesaret” olduğu öğretilmelidir.3. Zorbalık Karşıtı Politikalar:Okullarda zorbalıkla ilgili net kurallar ve yaptırımlar içeren bir politika oluşturulmalıdır. Bu kurallar hem öğrencilere hem velilere açık bir şekilde aktarılmalı ve herkes tarafından benimsenmelidir. Bu politikalar, yalnızca ceza vermeye değil, zorbalığı önlemeye ve zorba öğrencilerin de eğitilmesine yönelik olmalıdır.4. Empati ve Sosyal Beceri Eğitimi:Öğrencilerin empati kurma yeteneklerini geliştirecek drama, hikâye anlatımı ve takım oyunları gibi aktivitelerle sosyal becerileri desteklenmelidir. Empati kurabilen bireyler, başkasına zarar vermekten kaçınır. Ayrıca iletişim becerileri güçlü olan öğrenciler, zorbalık karşısında daha bilinçli tepkiler verebilirler.5. Ailelerin Rolü:Aileler, çocuklarının davranışlarını gözlemlemeli ve herhangi bir davranış değişikliği fark ettiklerinde bunu dikkate almalıdır. Çocukların evde kendilerini güvende ve anlaşılmış hissetmeleri, dışarıda yaşadıkları sorunları daha kolay paylaşmalarını sağlar. Ailelerin çocuklarıyla düzenli ve kaliteli vakit geçirmeleri, duygusal bağları güçlendirir.6. Siber Zorbalığa Karşı Önlem:Aileler ve öğretmenler, çocukların internet kullanımını denetlemeli, sosyal medyada maruz kalabilecekleri riskler hakkında onları bilinçlendirmelidir. Ayrıca dijital platformlarda karşılaşılan zorbalıkların nasıl rapor edileceği öğretilmelidir. Çocuklara dijital vatandaşlık eğitimi verilerek, interneti güvenli kullanmaları sağlanabilir.7. Pozitif Davranışları Teşvik Etmek:Zorbalıkla mücadele sadece kötü davranışları engellemekle kalmamalı, aynı zamanda olumlu sosyal davranışları da desteklemelidir. Yardımseverlik, iş birliği, destekleyici arkadaşlık gibi davranışlar ödüllendirilmeli; olumlu modeller sınıf içinde görünür kılınmalıdır. Bu, öğrenciler arasında sağlıklı ilişkilerin gelişmesini destekler.8.Öğretmenlerin Rolü Neden Önemlidir?Akran zorbalığını önlemede öğretmenlerin rolü kritik öneme sahiptir. Öğretmenler, öğrenciler arasındaki ilişkileri en yakından gözlemleyen ve ilk müdahaleyi yapabilecek kişiler olarak sürecin merkezindedir. Sınıf içinde güvenli bir ortam oluşturmak, öğrenciler arasında saygıya dayalı ilişkilerin gelişmesini sağlamak öğretmenlerin aktif çabalarıyla mümkün olabilir. Aynı zamanda zorbalık olaylarına karşı “sıfır tolerans” politikası uygulamaları ve tüm öğrencileri kapsayan olumlu davranış modelleri geliştirmeleri gerekir. Zorbalıkla ilgili olaylarda tarafsız ve duyarlı bir yaklaşım sergileyen öğretmenler, hem mağdurların hem tanık olan öğrencilerin sesini duyurmasında köprü görevi görebilir. Öğretmenlerin düzenli hizmet içi eğitimlerle desteklenmesi, onları bu alanda daha donanımlı hale getirir. Böylece eğitim ortamları yalnızca akademik değil, aynı zamanda duygusal açıdan da güvenli alanlara dönüşebilirAyrıca okul yönetimlerinin zorbalıkla ilgili olayları örtbas etmeden, şeffaflıkla ele alması önemlidir. Bu, hem öğrencilerin hem velilerin güvenini artırır. Okullarda öğrenci katılımını destekleyen zorbalık karşıtı öğrenci kulüpleri veya gönüllü destek grupları oluşturulması da sürece olumlu katkı sağlar. Öğrencilerin okul ortamında kendilerini daha güvende ve bağlı hissetmelerini vurgular.SonuçAkran zorbalığı, sadece mağduru değil, tanık olan bireyleri ve tüm okul iklimini olumsuz etkileyen ciddi bir sorundur. Bu nedenle bireysel değil, toplumsal bir mesele olarak ele alınmalı ve çözüm için iş birliği yapılmalıdır. Okullar, aileler ve toplum olarak farkındalıkla ve bilinçle hareket ettiğimizde, daha sağlıklı ve güvenli bir nesil yetiştirmek mümkündür. Unutmayalım: Sessiz kalmak, zorbalığı onaylamaktır. Hep birlikte ses olalım, çocuklarımızın yanında duralım ve onları dinleyelim. Çünkü bir çocuğun yalnız olmadığını bilmesi, bir ömrü kurtarabilir.

Barış AYTAÇ 28.05.2025