Rojda OHANCAN - Blog Yazıları

Çocukluk çağında benimsenen özellikler, geliştirilen karakter; adeta çocuğun yetişkinliğinin fragmanıdır. Değişim, her zaman hayatın bir parçasıdır ve kaçınılmazdır ancak bazı konularda köklü değişimler yapmak bir hayli zor olmaktadır. Bireyin karakteriyle ilgili köklü değişimler yapmak zordur çünkü karakter özelliklerinin birçoğu çocukluk çağında kişinin bilinçaltında kodlanmaktadır. Çocuk ilk önce aile, sonra okul ve daha sonra arkadaş ortamındaki kurduğu bağlar, onlardan gözlemleyip benimsediği davranışlar sayesinde karakter özelliklerinin büyük bir kısmını oluşturur. Çocuğun dünyası; ailesi, okul ve arkadaş ortamından oluştuğu için ona bu dünyadaki her şey doğrusuyla yanlışıyla hiç fark etmeksizin olağan gelmektedir. Çocuk gözlemlediği çoğu davranışı farkında bile olmadan benimsemektedir. Bazıları ise bilinçli olarak benimsenmektedir.Örneğin; Babanın başı sıkıştığında yalana başvurması gibi olumsuz bir davranışı benimsemesi, çocuğun da başı sıkıştığında yalan söylemesine neden olacaktır çünkü bu onun için kurtuluş yoludur ve bu davranış biçimi çocuk tarafından “Babam bile bunu yapıyorsa, bu doğru bir davranış olmalı. Kötü bir niyet yok ki, bu sadece bir çözüm yolu.” diye düşünülüp mantığa büründürülecektir. Bilinçli olarak benimsenenlerde ise; Öğretmenin otoritesine karşı hayranlık besleyen bir çocuğun onun gibi ciddi ve soğukkanlı bir ifade takınması sayılabilir. Çocuk farkında olsun ya da olmasın benimsenen her davranış, onun bilinçaltında kodlanmaktadır ve çocuk; hayatının ileriki günlerinde, aylarında, yıllarında yaşayacağı olaylara bilinçaltında kodlanan tüm bu karakter özelliklerine göre tepki vermeye başlamaktadır.Otoriter aile yapısında gelişen çocuk; maruz kaldığı tüm bu cezalandırılmalar, sınırlandırılmalar, kontrol edilmeler sonucunda maalesef ki buna benzer karakter özellikleri gösterecektir. Çocuk, cezalandırıldıkça cezalandırmayı öğrenecektir. Bilinçaltında “Hoşuma gitmeyen, benim doğrularıma uymayan bir şey yapılırsa bunu yapan kişi cezalandırılmayı hak ediyor demektir.” mesajı kodlanacaktır. Örneğin; sıra arkadaşı izinsiz silgisini aldığında hızlıca onun eline vuracaktır. İşin kötü tarafı ise bu davranışından dolayı pişmanlık duymayacaktır çünkü çocuk çoktan “İzinsiz hiçbir şey alınmamalıdır eğer alınırsa cezasına katlanılmalıdır.” düşüncesiyle o olumsuz davranışını kendi zihin dünyasında mantığa büründürmüş ve vicdanını elinden geldiğince rahatlatmıştır. Bu tür çocuklar sadece çevresini değil, kendi kendilerini de cezalandırmayı öğrenmekte ve bu doğrultuda hareket etmektedirler.Doğru olmadığını düşündüğü ya da sonucu istediği gibi olmayan olaylar yaşadığında kendine, bedenine zarar verici davranışlar göstermekte ve bunun sonucunda da tuhaf bir şekilde iyi hissetmektedirler bu iyi hissetme durumunun altındaki temel sebep ise; cezalandırıldıklarında bedeli ödemiş, hesabı kapatmış olarak düşünmeleridir. Esnek aile yapısında gelişen çocuklar; sınırsızlığın içinde kendilerini kaybedeceklerdir. “Her istediğimi yapabilirim, sonuçların bir önemi yok sadece istemem yeterli.” gibi bir düşünceyi bilinçaltında kodlayacak ve bu doğrultuda hareket etmeye başlayacaktır. Çocuk; dürtüsel davranacak, en ufak bir isteği bile olmadığında büyük yıkımlar yaşayacaktır.Örneğin; araba kullanırken aşırı hız yapan yetişkin bir birey bilinçaltında kodlanan bu düşünce sebebiyle; sonuçları önemsememekte hatta olumsuz bir sonuç meydana gelebileceği aklının ucundan dahi geçmemektedir. Onun için öncelikli olan tek şey kendi istekleridir, o kendi arzularını anında doyuma ulaştırmak için büyük bir istekle çabaladığı için olası sonuçları düşünebileceği bir konumda değildir çünkü tek gördüğü şey kendi istek ve arzularıdır. Bu sınır tanımazlık, ondaki tüm sorumluluk bilincini, kendini dizginleyebilme becerisini alıp götürmekte ve kişi kendisini, çevresini farkında bile olmadan tehlikeli durumların içine sokabilmektedir. Arzu ve isteklerini bu kadar yoğun ve hızlı bir şekilde tatmin etme isteğinin altında derin bir sevgisizlik yatmaktadır. Aile kendisiyle o kadar meşgul olmaktadır ki çocukla ilgilenmemekte, ona sağlıklı sınırlar koymamakta, ona sevgi vermemekte ve tüm bu sevgisizliğin, ilgisizliğin bedeli olarak çocuğun her istediğini onaylamakta ve yine her istediğini ona almaktadır.Bu şekilde bir tutum sergileyen ailenin temel amacı kendi vicdanını rahatlatmaktır. Çocuğa sunduğu bu sınırsızlıkla, her istediğinin anında önüne sunulmasıyla çocuklarının kalplerindeki asıl ihtiyacı olan sevgiyi karşıladıklarını sanan ebeveynler aslında çocuklarını hem büyük bir sevgisizlikle baş başa bırakmakta hem de çocuk, tüm arzu ve isteklerinin kölesi konumuna gelmektedir çünkü çocuk her istediğini kolayca elde ettikçe zorluklara olan sabrı, tahammülü ve çabası en aza düşmektedir. Oysa ki gerçek hayat zorluklarla doludur ve güzel şeyleri elde edebilmek için çaba ve sabır gerektirmektedir. Çocuğun, arzu ve isteklerini kontrol edip yönetebilen bir yetişkin olması hedeflenirken maalesef ki bu şartlar altında çocuğun arzu ve istekleri tarafından kontrol edilip yönlendirilen bir yetişkin olması kaçınılmaz bir gerçektir.Çocuk, o kadar derin bir sevgisizlik içerisindedir ki bu boşluğu dolduracak, kendisini tatmin edecek bir şeyler arar. Bu sevgisizliğin içinde kendisini “görünmez” gibi hisseden çocuk, yetişkin bir birey oldukça yaşadığını daha çok hissetmek ve herkese göstermek isteyecektir. Yaptığı her sınır tanımaz tehlikeli davranışın altındaki en temel istek ise “Beni görün, bakın ben buradayım, ben de yaşıyorum, ben de insanım, benim de duygularım var ve sevilmek istiyorum.” düşüncesidir. Birey, çoğu zaman bu sevgi ihtiyacının farkında bile olmamaktadır sadece yoğun, dayanamadığı bir boşluk hissetmektedir. Çünkü çocukluğunda hep sevgisizliğe maruz kaldığı için bunu olağan karşılamaya başlamıştır, her şey ona sanki normalmiş gibi gelir ta ki bir gün o boşluk hissi onu tamamen sarıp sarmalayana dek, karşıladığı hiçbir arzu ve isteğin onun içindeki boşluğu dolduramadığını fark edene dek...Unutulmamalıdır ki; bireyin en temel ihtiyacı sevgi ve anlayıştır. Çocuk ne alırsa çevresine de ona verecektir. Çocuk; ceza alırsa ceza, anlayışsızlık alırsa anlayışsızlık, sevgisizlik alırsa sevgisizlik, anlayış ve sevgi alırsa ise anlayış ve sevgi verecektir. Bu sebeple çocuğa verilebilecek en güzel hediye sevgi ve anlayış olacaktır böylece çocuk hem kendi duygusal ihtiyaçlarını karşılayacak hem de aldığı sevgi ve anlayışı çevresindekilere vermeyi öğrenerek onların da duygusal ihtiyaçlarını karşılamayı benimseyecektir.Devamını oku

Yayınlanma: 19.10.2021 13:42

Son Güncelleme: 19.10.2021 13:42

Çoğu birey çevresi tarafından ardı arkası kesilmeyen baskılara maruz kalmaktadır. Kişinin, çocukluk döneminde başlayan ailesi tarafından maruz kaldığı baskı, zamanla okulda maruz kaldığı öğretmen baskısına, akran grubunda maruz kaldığı arkadaş baskısına, aşk ve iş hayatında maruz kaldığı baskıya dönüşmektedir. Tüm bunların sonunda ise eğer kişinin bu baskılardan kurtulmaya cesareti yoksa kişi kendisini tamamen köşeye sıkışmış hissedecektir. Bu sıkışmışlık hissi ise kişiye yoğun bir acı verecek ve kişinin kendisine yabancılaşmasına neden olacaktır. İletişim, tam da bu noktada önemini göstermektedir ancak kişi ve çevresi arasında yaşanan iletişim kopukluğu kişiyi çözüme giden yoldan daha da uzaklaştıracaktır. Bu tür durumlarda genellikle kişi ve çevresi arasında tamamen sömürülme durumu söz konusudur. Kişi, hayatını kendi isteklerine göre değil çevresinin isteklerine göre dizayn etmektedir. Bu duruma uzaktan bakıldığında kişi ve çevresi arasında bir problem yokmuş gibi görünebilir ancak durum hiç de öyle değildir çünkü burada tamamen tek bir kişi sayesinde yürüyen ilişkiler söz konusudur bu da kişinin yorulmasına neden olacak ve kendisini keşfedip tanımasını engelleyecek bir durumdur. Bu tür ilişkiler tamamen pamuk ipliğine bağlıdır kişinin en ufak bir baskıya başkaldırması sonucunda ise ilişkileri de kopacaktır.Kişi, bu durumun farkına vardıkça ise pişmanlık duygusu ağır basacaktır. Kişinin, öncelikli olarak bu pişmanlık duygusundan kurtulması gerekmektedir ancak maalesef ki kişi onu tamamen anlayabilecek birine sahip değildir. Bu tür bireyler, kendilerini keşfetmelerine fırsat tanınmadığı için kendilerine neyin iyi geleceğini, nasıl bir çözüm yolu izlemeleri gerektiğini bilmemektedir bu da onları daha da çıkmaza sokmaktadır. Kişi, dayanamadığı acılara maruz kaldığında ve bu durumu çözecek gücü olmadığında; beyin, kişiyi koruma amacıyla kontrolü ele alır ve sağlıklı savunma mekanizmalarından kişiye uygun olanı devreye sokar. Ancak bazı durumlarda kişi bu sağlıklı savunma mekanizmalarına sahip olmadığından dolayı bu çözüm yolu kişi için geçerliliğini kaybeder. Fakat yaşanan farkındalık sonrası kişinin acısı dayanılamayacak bir noktaya gelmiştir bu durumda kişinin bu acıyla baş edecek gücü de olmadığı için kişi bu acıdan kurtulacak bir çözüm yolu arar ve tam da bu noktada kişinin kendisini uyuşturacak, acısını unutmasını sağlayacak maddelere bağımlılık gösterme ihtimali bir hayli yüksektir. Kullanılan madde sonrası kişi gerçekten de belli bir şekilde görülen rahatlama hissi yaşamaktadır ancak bu rahatlama kısa sürelidir ve kişinin sorunlarını yok etmekten ziyade onları sadece halı altı yapmaktadır, kişinin sorunları hala oradadır ve kişi maddenin etkisinden kurtulduğu anda acılarıyla yüzleşmesi daha da sert olacaktır. Kişinin, madde kullanımı sonrası yaşadığı rahatlama hissi kişi için tamamen bambaşka bir dünya gibidir, gerçek dünyanın baskılarıyla yorulan kişi, maddeye bağlı bu haz dolu dünyada tamamen huzuru bulduğunu düşünecek ve acıyı her hissetmesinde bu haz dolu dünyaya kaçacaktır. Bilindiği üzere tekrarlanan madde kullanımlarında hiçbir zaman ilk kullanımda yaşanan o duyguya ulaşılmaz, o yoğun duygu bir kereye mahsustur ve bir sonraki kullanımlarda doz ne kadar arttırılsa da o haz tekrar elde edilemez bunun temel sebebi ise kişinin maddeye alışmasıdır. Ancak kişi bu durumu bilmediği için tekrarlanan madde kullanımlarında o ilk hazzı elde etmek için her defasında kullandığı maddenin dozlarını da artıracaktır bu şekilde yaşanan bir döngü ise kişinin maddeye bağımlı olmasına sebebiyet verecektir.Bu noktadan sonra ise kişide tamamen çevreden ve kendisinden kopma durumu baş gösterecektir. Kişi, işlevselliğini kaybetme durumuna gelecektir. Ne yazıktır ki kişi, onu bu noktadan geri çevirebilecek bir desteğe sahip değildir hatta aksine kişiyi bu duruma iten en temel sebep çevresi olmuştur. Bu noktada kişi açısından fayda sağlayabilecek en önemli faktör; destek, anlayış ve kişiye olan inançtır. Kişinin, bu noktaya maruz kaldığı anlayışsızlıktan, sömürülmekten geldiği unutulmamalı ve ona göre bir çözüm yolu tercih edilmelidir. Kişiye, anlayışla yaklaşılmalı, onun kendisini ifade etmesine fırsat tanınmalı ve en önemlisi ona karşı duyulan güven ve inanç gösterilmelidir. Bu şartlar sağlanmadığı takdirde kişinin maddeye daha da fazla sığınma, geleceğiyle ilgili umutsuzluğa düşme ihtimali daha da artacaktır bu noktadan sonra ise kişiyi geri döndürmek daha da zorlaşacaktır. Özellikle bireyin umutsuzluğa düşmesi intihar riskini de artıracak bir faktördür o yüzden öncelikli olarak kişinin umutsuzluğa düşmesine izin verilmemelidir.Böyle bir çevrede yaşayan kişinin çevresindekilerden destek görmesinin ne kadar zor olduğu tahmin edileceği üzere burada terapist tarafından yapılması gereken en önemli şey kişinin kendisine olan inancını sağlamak olmalıdır. Kişinin kendisini keşfetmesi sağlanmalı, pişmanlıklarından kurtarılmalı, madde bağımlılığı öncesinden geleceğe dair hayal ve planları öğrenilmeli, bunlara yoğunlaşması sağlanmalıdır buradaki temel amaç kişiye daha yapacağı çok şey olduğunu hatırlatmak ve geleceğe dair umutla bakabilmesini sağlamaktır. Madde bağımlılığı olan kişilerde yoğun bir suçluluk duygusu olmaktadır, kişinin bu duygudan da kurtarılması gerekmektedir. Maddeye başlama kararından dolayı suçluluk duyan kişinin onu bu kararı vermeye iten sebepleri bulmasına yardımcı olunmalı ve kendisini suçlaması gereken bir durum olmadığı, onun çaresizliği yüzünden kaybolduğu ancak doğru yolu bulmasının yine kendi ellerinde olduğunu anlaması sağlanmalıdır.Kişinin iç dünyasında yankılanıp duran "keşke"ler yerine kişinin kendisiyle barışması sağlanmalı ve "şimdi ne yapmalıyım?" düşüncesi pekiştirilmeli ayrıca kişiye alternatif çözüm yolları sunulmalıdır. Ayrıca kişinin kendisine olan güvenini yerine getirmek amaçlı; olumlu özelliklerini not etmesi ve bunları kendine olan inancını kaybettiğini hissettiği anlarda okuması gerektiği söylenmelidir böylece kişi kendisine haksızlık etmemiş olacak ve iyi yönlerine odaklanmaya başlayacaktır. Unutulmamalıdır ki; yaşanan hiçbir kötü olay sebepsiz değildir kişi eğer kendisini kaybedecek noktaya geldiyse çevresi de onu o noktaya itmiş demektir. Bir insanı iyileştirebilecek en önemli ilaç; içten gelen sevgi ve anlayıştır. Bu sağlandığı takdirde kişiler kendisini kaybetmekten ziyade kendilerini keşfetmeyi öğreneceklerdir.Devamını oku

Yayınlanma: 19.10.2021 13:40

Son Güncelleme: 19.10.2021 13:43

Beyin de tıpkı hayat gibi bir denge üzerine kuruludur, terazinin bir tarafının daha çok ağır basması dengesizliklere yol açacaktır. Kişi, sağlıklı bir hayat sürebilmesi açısından beynin iki ayrı bölümünü de dengeli kullanma becerisini kazanmış olmalıdır. Örneğin; çocuklar duygularını ifade etmekten sakınıyorlarsa, bunları gereksiz olarak algılayıp göz ardı ediyorlarsa bu demek oluyor ki tamamen sol beyin yapılarının kontrolündedirler. Duyguların bu denli göz ardı edilmesi çocuğu tamamen karmaşanın içine sokacaktır kişiliği de bu doğrultuda gelişecektir. Çocuk her şeyi tamamen mantık çerçevesinde algılayacaktır örneğin; karşısındaki kişinin ya da kendisinin duygularını anlayamayacak, anlamlandıramayacak, duyguları çözümleyemeyecek, sağlam ilişkiler kuramayacak, çözüme ulaştıramadığı her duygusu onun iç dünyasına yeni bir karmaşa daha ekleyecektir.Sol beyin; her şeyin düzenli ve mantıksal olmasını istemektedir. Sağ beyin ise; yüz ifadeleri, göz teması, ses tonu gibi işaretleri anlayıp, uygulamaktadır. Bütüne bakmaktadır, hislere önem vermektedir. Kişi, sağ beynine tamamen teslim olduğu zaman her şeyi duygusal olarak yorumlayacaktır. Mantığı tamamen göz ardı edecektir ve duyguları, sezgileri doğrultusunda kimi zaman yanılacak kimi zaman da kendisini derin acılara hapsedecektir. Örneğin; sınavdan kötü not alan bir çocuk eğer bu durumu tamamen sağ beyninin kontrolünde yorumlarsa kendisini tamamen beceriksiz olarak algılayacak, büyük çöküşler yaşayacak ve “Hiçbir şeyi başaramayacağım.” gibi bir düşünceyle olayı dramaya çevirecek, kendisini çökkün hissedecektir. Bu dramın içerisinde kaldığı süre ne kadar artarsa kendisine olan öz güveni, öz yeterlilik inancı da o denli azalacaktır. Duygular tabii ki kişinin gelişimi açısından oldukça önemlidir ancak tamamen duygulara teslim olma hali kişinin objektifliğini, gerçekçiliğini yitirmesine neden olmaktadır. Kişi bunları yitirdikçe, her olayı duyguları doğrultusunda yorumladıkça acılar da o denli onun hayatına giriş yapmaktadır. Özellikle böyle bir kişinin etrafında sol beyni aktif olan insanlar varsa onun için hayat tamamen katlanılamaz hale gelecektir.O her olaya duygusal tepkiler verirken, çevresindeki insanlar mantıkları doğrultusunda hareket ettikleri için onu anlayamayacak, ona nasihatlerde bulunacak ve onu yargılayacaklardır ancak bu kişi tamamen duygularının kontrolünde olduğu için bu nasihatleri hakaret gibi algılayacak, anlaşılamıyor olma düşüncesi onu yoracak, kendisini yapayalnız ve çaresiz hissedecektir. Bilindiği üzere bu hisler herhangi bir kişi açısından oldukça tehlikeli ve iç dünyasınıyaralayıcı olabilmektedir. Üstelik bu birey zaten duygularını yoğun bir şekilde yaşadığı için bu tür duygular ona daha da ağır gelecektir. Böylesi bir durum sonucunda kişi kendisini tamamen geri çekecektir, insanlardan uzaklaşacaktır. Bu yalnızlık onu yoracak, odaklanmasını güçleştirecek, mutlu olma ihtimalinin olmadığına inanmaya başlayacaktır, günden güne kendisini daha da üzecektir.Örneğin; çocuk duygularının karşılığında umduğu tepkiyi bulamadığı zaman “Demek ki insanlar bu kadar acımasız, kendi ailem bile acılarımı görmezken, anlamazken bir başkası beni nasıl anlar ki?” düşüncesine sığınacak ve herkesten uzaklaşacaktır. Ancak bu durum sadece uzaklaşmayla kalacak bir durum değildir, bu şekilde olan bir yalnızlık onun tüm bakış açısına olumsuz yönde zarar verecektir çünkü o bu yalnızlığı kendisi seçmemiş, o buna mecbur bırakılmıştır. Aynı şekilde tamamen sol beynine odaklanan bir çocuk ise; duyguları anlamsız bulduğu için çoğu zaman akran grubuna karşı kırıcı olabilecektir, şakalara karşı daha keskin bir tavır sergileyecektir, çoğu şeyi mantık çerçevesinde değerlendirdiği için duygu içeren durumlarda yanlış anlaşılmalar oluşacaktır, karşısındakini anlamamakla kalmayacak birde üstüne üstlük yaptığının yanlış olduğunu bile düşünmeyecektir çünkü ona göre doğru olan budur, mantık dahilinde her şey normaldir bunlarla ilgili alınacak bir durum yoktur.Anlaşıldığı üzere her şeyde olduğu gibi bu konuda da bir dengeye ihtiyaç vardır; kişi hem sağ beynini hem sol beynini kullanmalıdır çünkü farklı farklı gelişen olaylara aynı sistem üzerinde tepkiler vererek farklı sonuçlar beklemek tamamiyle hata olacaktır. Olaylara uygun olan sistemle tepki vermek gerekmektedir. Çocuk, kendi duyguların anlamlandırabilmeli, karşısındakinin duygularını anlayıp ona göre yaklaşabilmeli ancak duygularının peşinde sürüklenmemelidir, objektif olması gereken durumlarda sol beynini aktifleştirmeli, gerçekçiliğini kaybetmemelidir. İnsani ilişkilerde duygusallık önemlidir ancak mantık gerektiren konularda duygusallığın özellikle aşırı bir şekilde olan duygusallığın devreye girmesi hem bireyin kendisi için hem de çevresi için yıpratıcı olacaktır. Anlaşılamamazlıklar, suçlanmalar, uzaklaşmalar sonucunda tartışmalar meydana gelecektir.Aynı şekilde duygusallık gerektiren konularda aşırı bir şekilde olan mantığın devreye girmesi de tehlikelidir çünkü bu durumun sonucunda karşısındakini anlayamayan insan ona yardımcı olamayacak, sıkılacak, anlamsız bulacak ve hatta o kişiden soğuyacaktır. Çünkü tek bir tarafa odaklanıldığı sürece kişinin çevresinden beklentileri de aktif olan tek beyin tarafıyla ilgili olacaktır. Örneğin; sol beynini aktif kullanan birey yanında kendisi gibi birini isteyecektir, sağ beynini aktif olarak kullanan birey de aynı şekilde yanındakendisi gibi birini isteyecektir ancak bu her zaman mümkün olabilecek bir durum değildir. Bu yüzden iki beyin de ortak kullanılmalıdır, kişi duygularından kaçmamalı ancak onları dozunda yaşamalı ve yine aynı şekilde mantığını kullanmalı ancak yaşadığı duyguları da göz ardı etmemeli onları anlamlandırmalıdır.Beyin, kişinin kim olduğunu ve ne şekilde davrandığını önemli derecede etkilemektedir. Beynimizin sol tarafı; gerçekçi olmakta, düzen istemekte, listeleme yöntemini tercih etmekte, mantıklı hareket etmemize ve fikirleri dile getirmemize yardım etmektedir. Beynimizin sağ tarafı ise; imgesel ve sezgisel olmakta, ayrıntılardan ziyade bütüne bakmayı tercih etmekte, hislere daha çok önem vermekte, duyguları deneyimleyip sözsüz iletişimde bulunmamızı ve sözsüz iletişimi anlamamızı sağlamaktadır. İnsanların zaman zaman olduğundan farklı davranışlar sergilemesinin altında yatan temel sebep, o an beynin hangi bölümünün daha çok aktif olduğuyla ilgilidir.Örneğin; çoğunlukla mantıklı davranan bir insan bazen duygularına teslim olabilir ve o an durumları soğukkanlılıkla değerlendirip çözüm arayan biri değil, ağlama krizleri yaşayan veya öfke nöbeti geçiren birine dönüşebilir. Böylesi bir manzara hem kişinin kendisinde hem de çevresindeki insanlarda şaşkınlık yaratacaktır bunun sebebi ise kişinin hiç beklenmedik bir anda ve keskin bir geçişle bambaşka birine dönüşmesidir. Bu noktada yaşanan durumun sebebi, kişinin o an sol beyin yapısına ulaşamaması ve tamamen sağ beyin yapısının aktifleşmesidir.Kişiler açısından faydalı olabilecek olan ise beyninin bir bölümüne yoğunlaşmak yerine bu iki bölümün birlikte çalışmasını sağlayabilmektir. Özellikle kişinin çocukluk döneminde sol beyin yapısından ziyade sağ beyin yapısı daha aktif olmaktadır bu nedenle bu dönemde çocuğunun beyin yapılarını bütünleştirme konusunda çocuğuna yardımcı olan ve bu konuda sabırlı davranan bir ebeveyne sahip olmak çocuklar açısından fazlasıyla faydalı olacaktır.Beynindeki bölümleri bütünleştirmeyi ve bu bölümler arasında bir denge kurmayı başarabilen çocuk; öfke nöbetleri geçirmemekte ya da ağlama krizleri yaşamamakta, duygu ve düşüncelerini kontrol edebilme becerisini kazanmakta ve bu becerisini geliştirebilmektedir. Bu iki beyin yapısının birlikte çalışması; kişinin mantıklı ve yapıcı kararlar alabilmesini, kendi üzerindeki kontrolü ele geçirebilmesini, kendisini ve çevresini daha kolaylıkla anlayabilmesini sağlamaktadır.Sağ beyin yapısının kontrolünde olup sadece duygularına odaklanan kişi; olayları mantıklı bir şekilde analiz edemeyecek, problemlere yapıcı bir çözüm bulamayacak, olaylara ve kişilere kendi duyguları çerçevesinde bakıp, onları bu şekilde ve çoğu zaman yanlış değerlendirme davranışını benimseyecek ve kendisini yoğun, yıpratıcı duygularla baş başa bırakacaktır. Bu kişiler, yaşadıkları ilişkilerde tıpkı küçük bir çocuk gibi davranmakta sürekli küsme, alınma, ağlama davranışını benimsemekte çoğu şeyi yanlış anlayıp yanlış değerlendirmekte ve bunun sonucunda yapıcı değil yıkıcı olabilmektedir bu da her iki taraf için oldukça yorucu bir süreç olmaktadır. Özellikle bu durum ebeveynler tarafından oldukça dikkat edilmesi gereken bir konudur.Örneğin; Çocuklarının üzgün, çaresiz ya da öfkeli hissettiği anlarda ebeveynlerin mantıklı, savunma içeren yorumlar yapması, çocuklarına tavsiyelerde bulunması kesinlikle doğru bir davranış olmayacaktır çünkü ebeveynler o anda çocuğa daha kötü hissettirecek ve çocuk duygularına karşılık verilmediği için anlaşılmadığını ve duygularının önemsenmediğini düşünüp daha büyük bir çöküş yaşayarak beyninin sağ bölümüne daha da teslim olacaktır. Bu nokta çocuğun; küsme, kendi içine kapanma, yalnızlığı seçme gibi davranış ve tutumları benimsemeyi öğrendiği, "Hiçkimse beni anlamıyor, bu dünyada yapayalnızım." düşüncesine en çok sığındığı andır yine bu dönemde çocuk her şeyi dramatize etmeyi öğrenmekte ve ağlama krizleri yaşama ihtimalini fazlasıyla artırmaktadır.Akıllarda tutulması gereken nokta şudur ki; çocuk o an kendisine sunulan tüm bu mantıklı açıklamaları, tavsiyeleri, gerçekçi bakış açılarını anlayabilecek ya da bunları kendi beyin süzgecinden geçirip kendi iç dünyasında içselleştirebilecek konumda değildir, çocuğun sol beyin yapısı o an tamamen bilgi girişine kapalıdır. Bu sebeple ebeveynlerin tüm bu girişimleri faydalı olmayacak aksine ters tepecek ve çocuğun ruh sağlığı açısından zararlı olacaktır.Ebeveynler bu yüzden özellikle dikkatli olmalı, çocuklarını gözlemlemeli ve çocuklarının sağ beyin yapılarının kontrolünde olduğunu anladıkları anda öncelikli olarak çocuklarının duygularına karşılık vermelidirler. Çocuk duygularını anlatabilmeli, duygularına karşılık alabilmeli, anlaşıldığını hissetmeli bu noktada ebeveynler hem çocuklarının duygularını dinleyerek hem de onlara şefkatli dokunuşlarda bulunarak yardımcı olabilmelidir. (Çocuğun saçlarını okşamak, yüzünü sevmek gibi)Bunun sonucunda çocuk önemsendiğini ve anlaşıldığını hissettiğinde yumuşayacak, duygularını anlamlandıracak ve çözüme kavuşturacak böylelikle yavaş yavaş mantıklı düşünmeye başlayarak sol beyin yapısını aktifleştirecektir tam da bu nokta ebeveynlerin mantıklı ama kısa ve öz açıklamalar yapması için en doğru an olacaktır.Devamını oku

Yayınlanma: 19.10.2021 09:36

Son Güncelleme: 19.10.2021 09:38

Konuşma becerisi, kendi duygu ve düşüncelerini açıkça ifade edebilme, dinleme ise karşısındaki kişinin duygularını açıkça anlayabilmeyi içermektedir. Konuşma ve dinleme becerisini kazanmış bir çocuk kendi iç dünyasında neler yaşadığının farkında olmakta ve yine karşısındakinin duygu ve düşüncelerini açıkça anlayabilen bir çocuk, karşısındakinin ne istediğini bilmekte ve böylece çözüme ulaşmakta pek bir zorluk yaşamamaktadır. Problemler karşısında şiddete başvuran çocuklar aslında o anki duygu ve düşüncelerini nasıl ifade edeceklerini ve nasıl kontrol altına alacaklarını bilmedikleri için bu duygu ve düşüncelerini sağlıksız bir yolla yani şiddetle ifade etmektedirler. Karşısındakini açıkça anlayamayan bir çocuk ise bunun sonucunda empati duygusundan yoksun kalacak ve vicdan duyguları körelecektir. Bu yüzdendir ki çocuğun kendi ruh sağlığı, karakter gelişimi ve kişilerarası iletişiminin iyi olabilmesi açısından konuşma ve dinleme becerisinin gelişimi çok önemlidir.Yine bu noktada ebeveynlerin tutumu oldukça önemli ve özen gösterilmesi gereken hassas bir konudur. Ebeveynlerin konuşma şekli (olumlu-olumsuz), duygularını açıkça dile getirebilmesi, konuşmasının içeriği (yıkıcı eleştirel, yapıcı), çocuklarıyla olgun bir insanla konuşuyormuş gibi konuşmaları ve karşılarındaki insanı yargılamadan, öğüt vermeden dinleyebilmesi, o kişinin duygu ve düşüncelerini net bir şekilde anladığımı ifade edebilmesi, dinledikleri sonucunda çözüm odaklı davranıp alternatif çözümler üretebilmesi gibi özellikleri çocuğun konuşma ve dinleme becerisinin gelişimi açısından oldukça faydalı olacaktır. Çocuk duygu ve düşüncelerini açıkça ifade ettiğinde ve karşısındaki tarafından dinlenip net bir şekilde anlaşıldığını gördükçe hem iyi hissetmiş olacak hem de doğru bir konuşma ve dinleme becerisinin nasıl olması gerektiğini görmüş olacaktır. Bu durumun tam tersi yaşandığında ise anlaşılmadığını ve dinlenmediğini fark eden çocuk, duygularını ifade etmenin hiçbir işe yaramadığını düşünecek, kendi iç dünyasına çekilecek ve konuşmaya yanaşmayacaktır. Bu sebeple çocuğunun konuşma ve dinleme becerisinin olumlu yönde gelişmesini isteyen aileler önce kendi konuşma ve dinleme becerilerini geliştirip, iyileştirmelidirler.Ebeveynlerin çocuklarıyla olan diyaloğu olumsuz ifadeler (tembel, mızıkçı) içerdiği takdirde çocuk kendisi ve diğer insanlarla ilgili olumsuz özelliklere odaklanmaya başlayacak ve konuşmaları da bu doğrultuda gerçekleşecektir. Bu durum ayrıca çocuğun kendisini ve diğerlerini değersizleştirmesine yol açacaktır. Çocuğunu otorite altına alma amacıyla her konuşmasında tehdit unsurunu mutlaka barındıran aileler (Yemeğini yemezsen, 2 gün boyunca oyun oynayamazsın) çocuklarının da kendi konuşmalarının içeriğine tehdit edici unsurlar eklemesine neden olmaktadır. Bu çocukların yetişkin bir birey olduklarında ise duygularını açıkça ifade edemeyeceği, öfkelerini kontrol edemeyeceği, karşılarındaki insan anlayamayacağı, olumsuz ve tehdit içerikli konuşmalarla hem insanları rahatsız edeceği hem de onları kendisinden uzaklaştıracağı tahmin edilmesi pek de güç olmayan bir gerçektir.Çocuğun konuşma ve dinleme becerisinin gelişimine olumlu yönde fayda sağlamak açısından ebeveynlerin; olumlu bir dil kullanması, kendi duygu ve düşüncelerini rahatça anlatıp karşısındakini de rahatça anlayabilmesi, tehdit/hakaret/suçlama/emir verme gibi olumsuz içerikli konuşmalardan uzak durması gerekmektedir.Ancak böyle hoşgörülü, anlayışlı bir ortam sayesinde çocuk konuşma ve dinleme becerisini olumlu yönde geliştirecektir. Konuşma ve dinleme becerisi olumlu yönde gelişen çocuk; empati yapabilen, hoşgörülü, anlayışlı, çözüm odaklı, yapıcı, iç dünyasıyla barışık, kendisinin ve çevresindekilerinin değerinin farkında olan, mutlu olan ve mutlu etmeyi bilen bir birey olacaktır.Konuşma ve dinleme becerisine sahip çocuklar hem iç dünyasında hem de dış dünyasında huzurlu ve çevresi tarafından sevilen çocuklardır. Konuşma becerisinin gelişmesi için en elverişli ortam ebeveynlerin çocuklarının fikirlerini dinlediği, onlardan fikir aldığı, kendilerini açıklamalarına fırsat sunduğu ortamlardır. Bu doğrultuda aynı zamanda çocuğun dinleme becerisi de gelişecektir çünkü çocuk insanları tanımanın en iyi yolunun konuşmak ve dinlemekten geçtiğinin farkına varmış olacaktır. Örneğin; ebeveynler, çocukların bir birey olduğunun farkına varamayıp onların fikirlerine önem vermediğinde üstüne üstlük onların söylediklerini küçümsediklerinde çocuk susmayı, içine kapanmayı öğrenmektedir. “Ailem bile söylediklerime önem vermiyorsa demek ki gerçekten değersiz ve saçma şeyler söylüyorum.” diye düşünmekte ve kendi fikirlerini küçümsemeye, önemsememeye başlamaktadır. Oysa çocukların konuşmaya, fikirlerini sunmaya, konuştukça kendilerini tanımaya ve kendilerini keşfetmeye ihtiyaçları vardır ancak çoğu ebeveyn ya kendi öz çocuğunun bile bu temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar meşguldür ya da tüm bu konuşma, dinleme süreci onun tarafından sıkıcı diye tanımlanmaktadır.Bazı ebeveynler ise ne meşguldürler ne de bu durumdan sıkılmaktadırlar, onlar çocuklarının konuşmasına, fikirlerini sunmasına izin vermezler, onları dinlemek istemezler çünkü çocuklarının özgür bir birey olma ihtimaline bile tahammül edemeyecek kadar bencildirler. Onlar tamamen çocuklarının birebir kendi kopyaları olmasını istemektedirler, çocuklarına kendi fikirlerini empoze etmekte, sürekli kendileri konuşmaktadırlar. Bu durum çok tehlikelidir çünkü maalesef ki çoğu ebeveyn yanlış düşünce, yanlış inanışlar ve önü ardı kesilmeyen yıkıcı önyargılara sahiptir ve çocuklarının masum kalplerini bu fikirlerle zehirlemektedirler. Örneğin; ilkokul çağındaki çocuklar arasında bile ayrımcılık olması tamamen bu sebepten kaynaklanmaktadır. Ne yazıktır ki küçücük çocukların kalplerine nefret duygusunu ekip, onu her gün besleyen kişiler bizzat çocukların kendi öz anne babalarıdır.Çocukların, konuşmaya ve dinlemeye ihtiyaçları vardır ki yetişkin bir birey olduklarında anlayışlı, hoşgörülü, önyargısız, kendisini ve çevresini anlayabilen biri olabilsinler. İletişim becerileri gelişmiş bir birey kişilerarası ilişkilerinde daha az problem yaşamaktadır, yaşandığında da bu problemleri daha hızlı ve daha yapıcı bir şekilde çözümeulaştırabilmektedir. Konuşma ve dinleme becerisi geliştikçe empati becerisi de aynı doğrultuda gelişecektir yine aynı şekilde konuşma ve dinleme becerisi gelişmedikçe empati becerisi de gelişmeyecektir.Hangi tür konuşmalar çocuğun konuşmasını önlemekte ve içine kapanmasına neden olmaktadır sorusuna verilebilecek örneklere bakacak olursak;“Neden bu olayı bu kadar büyütüyorsun?” Bu tür bir yaklaşım çocuğun sadece konuşmasını engellememekte aynı zamanda duyguları önemsenmediği için kendisini yapayalnız ve çaresiz hissetmesine de neden olmaktadır.“Seni sonra dinlerim, şu an çok meşgulüm.” Aileler tabii ki meşgul olabilmektedir o an ilgilenmeleri gereken önemli bir işleri de olabilmektedir ancak eğer çocuk o an acı içindeyse, bir derdi varsa ve tüm cesaretini toplayıp ailesiyle bunu paylaşmayı seçtiyse o an onun duygularına anlayışla yaklaşmak gerekmektedir çünkü bu çok hassas bir andır, o anı elden kaybetmek çocuğun tamamen sizden uzaklaşmasına yol açabilmektedir. Hiçbir iş, kendi çocuğunuzdan daha önemli değildir üstelik çocuğunuz acı içindeyse önceliğiniz her zaman o olmalıdır.“Gerçekten bu sorularınla canımı sıkıyorsun.” Çocuk sorularına ailesi tarafından bile cevap bulamadığında birde üstüne üstlük küçük düşürüldüğünde merak duygusunu köreltmekte, soru sormaktan kaçınmakta, sınıf ortamında daha pasif hale gelmektedir. Bunun altında yatan temel sebep ise tamamen yargılanma ve alay edilme korkusudur.“Sen daha çocuksun, fikirlerini öyle her canın istediğinde söyleyemezsin. Şimdi bizim fikirlerimize göre hareket etmen gerekiyor.” Bu hem çocuğun konuşmasını hem de fikirlerini keşfetmesini engellemekle kalmamakta aynı zamanda çocuğun bireyleşmesine de engel olmaktadır. Çocuk başkalarına bağımlı hale gelebilmektedir.“Açıklama yapmanı istemiyorum, sen hatalısın kabul et. Benden daha iyi mi bileceksin neyin doğru olup olmadığını?” Burada ise çocuk açıklama yapmasına fırsat verilmeden suçlanmakta, hatalı olduğuna inandırılmaya çalışılmakta ve ailenin fikirlerinin ne olursa olsun doğru olduğu yanılgısı çocuğa kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu tamamiyle yanlış ve zararlı bir tutumdur. Çocuk bu ağırlığın altında ezilecektir, hatalı olmadığı halde ona hatalıymış gibi davranılması onun tüm benlik saygısına zarar verecektir. Çocuk, suçlanma korkusuyla büyüyecektir.“Sen çocuksun ne anlarsın bu işlerden? Hadi odana git.” Bu da tamamen küçümsemeye, saygı duymamaya dayalı tehlikeli bir yaklaşımdır. Çocuk kendine olan inancını ve özgüveninikaybetmekte, kendi fikirlerini düşünmemekte, kendi iç dünyasına odaklanmamaya başlamaktadır çünkü konuşmaya değer bir düşüncesinin olmadığına inanmaya başlamaktadır. Böylesi bir tutum çocuğun tamamen kişiliğini olumsuz yönde etkileyecek bir tutumdur. Çocuk, aşağılanmış hissettikçe ve bu böyle devam ettiği sürece kendinden uzaklaşacaktır.Çocukların konuşma ve dinleme becerisini geliştirmeye yönelik örneklere bakacak olursak ise;Çocuğun duygularını yüz ifadesinden anlayıp, doğru soruyu sorabilmek; “Mutsuz görünüyorsun, konuşmak ister misin?” Çocuk, daha hiçbir şey söylemeden anlaşılıyor olmanın rahatlığıyla huzur dolacaktır, karşısındakinin onu sorgusuzca dinleyeceğini biliyor olmak ona iyi hissettirecek, yalnız olmadığını bilecektir.“Sen ne zaman istersen o zaman konuşuruz, kendini hazır hissetmeni bekleyeceğim." Bu oldukça önemli bir detaydır çünkü burada çocuk konuşmaya zorlanmaz, onun seçimine bırakılan bu konu çocuğun bir birey olduğunu fark etmesini sağlamakta ve çocuğun öz saygısı artmaktadır. Ailenin, anlayışlı bir şekilde ona yaklaşması çocuğun bu dünyanın güvenilir bir yer olduğu düşüncesini pekiştirmektedir.Çocuk, konuyla ilgili düşüncesini paylaştığında oradan duygusunu anlayıp, bunu çocuğa yansıtabilmek; Örneğin; Çocuk sınavda kopya çekmediği halde öğretmeni tarafından kopya çekmekle suçlandığında ve çocuk bu durumu ebeveynlerinden birine anlattığında, durumu dinleyen ebeveyn “Haksızlığa uğradın ve bu durum sana kötü hissettirdi, yapmadığın bir şeyden dolayı suçlanmak ve karşındaki insanın o an sana hiçbir şekilde inanmadığını bilmek çok üzücü ve öfke uyandırıcı bir durum olmalı.” diyebilmelidir. Böylelikle çocuk onu anlayan biri olduğunu görecek, bu üzücü durumun içindeyken bile ona destek olan, yargılamayan, suçlamayan bir ailenin varlığı ona iyi hissettirecektir.“Sen bu konuda ne düşünüyorsun oğlum/kızım? Sence ne yapmalıyız?” Bu şekilde bir yaklaşım çocuğun benlik algısını fazlasıyla olumlu etkileyecektir. Çocuk fikirlerine önem verildiğini, fikirlerinin merak edildiğini gördükçe konuşma isteği de bu doğrultuda artacaktır. Özgürleşme yolunda daha emin adımlarla ilerleyecektir. Kendisini daha kolay keşfedecektir.Konuşma ve dinleme becerisi gelişmiş bir çocuk, yetişkin bir birey olduğunda her problemi konuşarak çözmeyi bilen, insanları dinlemekten keyif alan, insanlara problemlerinin çözümü konusunda yardımcı olan, kendisini keşfetmiş ve keşfetmeye devam eden, fikirlerini sürekli geliştiren yaratıcı ve anlayışlı bir birey olacaktı. “Birbirimizi anlayabilmek için ilk önce dinlemek ve daha sonra dinlediklerimizi anlamak gerekir.” Böylesi bir tutum karşısında çocuk problemler karşısında yıkıcı olmayıdeğil çözüme ulaşmayı öğrenecektir. Yapıcı bir tutum sergileyecektir. Kızmak, küsmek, kaçmak yerine problemlerin üstüne gidecek ve onlarla yüzleşmeyi seçecektir. Böylesine cesaretli bir davranış sergilediğinde ise kendine olan güveni artacaktır.Devamını oku

Yayınlanma: 19.10.2021 09:33

Son Güncelleme: 19.10.2021 09:40

Çocukların mizaç özelliği üzerinde ebeveynlerin kişilik özellikleri tahmin edilemeyecek kadar fazladır. Anne korkularla boğuşuyorsa çocuğu da korkularla boğuşacaktır. Baba öfkesini kontrol edemiyorsa çocuk da öfkesini kontrol edemeyecektir çünkü çoğunlukla gözlem yoluyla öğrenen çocuklar ne gördüyseler onu aynen o şekilde alıp benimseyeceklerdir. Çocuklar, doğdukları andan itibaren her anlarını birlikte geçirdikleri ebeveynlerinin özelliklerinin birçoğunu farkında bile olmadan benimsemektedirler. Bu durum özellikle de çocuğa bir birey olarak yaklaşılmadığı “O zaten çocuk, bir şey anlamaz.” düşüncesinin hakim olduğu ailelerde gerçekleşmektedir. Çocukların birçoğu korkularını, şiddet uygulamayı, dedikodu yapmayı, ayrımcılık yapmayı, kin beslemeyi, duygularını açıkça dile getirememeyi, yalan söylemeyi, kendini aşağılamayı, kıskançlığı ebeveynlerinden öğrenmektedir. Ebeveynlerin bu gerçeği kabullenmeyi reddetmesi de bu durumun çocuğun karakter gelişiminin olumlu yönde ilerlemesi açısından değiştirilip iyileştirilmesini engellemektedir. Örneğin; misafirlik esnasında çocuğun yanında dedikodu yapılması, ailenin her şeye karşı aşırı evhamlı oluşu, ailenin duygularını net bir şekilde ifade etmek yerine onları bastırmayı ve gizlemeyi tercih etmesi, ailenin sosyal statü, dış görünüş, din, ırk, cinsiyet vb. durumlarla ilgili ayrımcılık içeren düşüncelerinin olması ve bu doğrultuda davranışlar sergilemesi, ailenin yıkıcı eleştiri yapması ve cezalandırıcı bir tavır takınması, ailenin problemlerinden kurtulabilme amacıyla yalana başvurması gibi pek çok faktör aslında ebeveynlerin bile kendi hayatlarında normalleştirdiği davranışlardır. Tüm bu davranışlar, onlar için o kadar rutin bir hale dönüşmüştür ki onlar bunların olumsuz, sağlıksız davranışlar olduğunu fark edebilecekleri noktayı çoktan kaybetmişlerdir. Bu tür olumsuz davranışların normalleştirildiği bir aile ortamında tabii ki de çocuklar da bunları normal davranışlar olarak algılayacak ve onları benimseyeceklerdir. Örneğin; eşini kıskanan bir kadın, eşinden bu kıskançlığını saklamakta ancak yinede ondan gizli bir şekilde telefonlarını, özel eşyalarını karıştırmaktadır. Arkadaşlarına ise bu kıskançlığını “Ne yapabilirim? Onu çok seviyorum ve çok kıskanıyorum. O sadece benim, onu kimseyle paylaşamam.” ifadeleriyle dile getirmektedir. Annesinin tüm bu davranış ve düşüncelerine tanıklık eden çocuk ise bir gün kardeşi olduğunda aynı kıskançlığı ona karşı gösterecektir bu durumu da kendi içinde “Ne yapabilirim? Onları çok seviyorum, onlar sadece benim ailem. Onları kimseyle paylaşamam.” düşüncesiyle normalleştirecektir. Annesinin kıskançlığını saklamasını, bunu açıkça dile getirip çözmekten kaçınmasını ve işlerini gizli gizli yürütmesiniise yine aynı şekilde benimseyecektir.Çocuk, kıskançlığını gizli tutmaya çalışacak, her şey normalmiş gibi davranacak ve ailesinin olmadığı anlarda ise kardeşini çimdikleme, kardeşine vurma, kardeşinin eşyalarına zarar verme gibi davranışlar sergileyecektir. Buradaki örnek çocuğu sadece bu şekilde etkilemekle kalmaz, kadının eşine olan kıskançlık ve güvensizliği, çocukta “Annem, babama bile güvenmiyorsa demek ki gerçekten insanlara güvenmek zor olmalı. Demek ki insanlara güvenmemeliyim.” düşüncesini oluşturacaktır. Bu da çocuğun diğer insanlardan sürekli bir kötülük beklemesine, gerçekleri göz ardı etmesine ve her davranışta bir art niyet aramasına neden olacaktır. Çocuklarının bir birey olduğu gerçeğini fark edemeyen ve kabullenemeyen aileler, çocuklarının bazı davranışlarıyla baş edemedikleri anda yıkıcı eleştiriye ve cezalandırma yöntemine başvurmaktadır. Bu o kadar sağlıksız bir yaklaşımdır ki çocuğun hem ruh sağlığına hem de karakter gelişimine bir hayli zarar vermektedir. Örneğin; Yemeğini yanlışlıkla döken, ev içerisinde kazayla eşyaların kırılmasına neden olan, sınav sonucu kötü olan bir çocuğa çoğu ebeveyn “Nasıl bu kadar beceriksiz olabilirsin? Hiç mi aklın yok? Birde yaşıtlarına bak hepsi nasıl akıllı.” gibi yıkıcı cümleler sarf edebilmekte ve hatta bazıları daha da ileri gidip çocuklarına şiddet uygulayabilmektedir. Bu yıkıcı ifadeleri duyan çocuk, tüm bu ağırlığın altında ezilecektir çünkü çocuğun dünyasında aile en önemli faktördür, çocuklar ailelerinin kendi karakterlerine karşı söylediği her şeyi fazlasıyla ciddiye alabilmekte ve onun sonucunda hareket edebilmektedir. Çocuk “Ailem bile benim hakkımda böyle düşünüyorsa o zaman diğerleri de böyle düşünecektir. Ben işe yaramazın tekiyim. Hiçbir şeyi beceremiyorum, beceremeyeceğim de.” düşüncesini bilinçaltına kodlayacak ve bunun sonucunda ise kendisini toplumdan, sosyal aktivitelerden, başarılı olabileceği alanlardan bile çekecektir çünkü sürekli bir aşağılanma korkusu içinde olacaktır. Çocuğa şiddet uygulandığında ise çocuk cezalandırılmayı öğrendiği kadar cezalandırmayı da öğrenecektir. Her hata sonucunda şiddete maruz kalan çocuk “Demek ki insanlar hata yaptığında onlarla konuşmak yerine onlara şiddet uygulamalıyım.” düşüncesini benimseyecektir. İnsanlar, duygularını açıkça dile getirmeyi bilmedikleri için, öfkelerini kontrol edemedikleri için şiddete başvurmaktadırlar. Örneğin; anne “Yemeği yere döktüğün için çok sinirlendim.” demek ve o anki duygusunu açıkça ve sakince ifade etmek yerine şiddete başvurmaktadır. Çocuk da bunun sonucunda duygularını açıkça ifade edip rahatlamayı değil, şiddete başvurmayı öğrenmektedir. Örneğin; küçük kardeş biberonunu yere fırlattığında büyük kardeşin hemen gidip onun koluna vurması. Bu durumu gören anne ya da babanın büyük kardeşe kızması ve hatta şiddet uygulaması ise durumu daha da kötüleştirecektir çünkü büyük kardeş bu duruma hiçbir şekilde anlam veremeyecektir. O doğru olanı yaptığını düşünmektedir çünkü kardeşinin koluna vurması tam olarak ailesinden öğrendiği bir davranıştır. Bu davranışın altında ailesinin benimsediği “Hata yaparsan sonuçlarına katlanır ve cezalandırılırsın.” tutumu yatmaktadır. Ancak bunun sonucunda cezalandırılan yine kendisi olan çocuk bu sefer haksızlığa uğramış hissedecek ve ailesine özellikle de küçük kardeşine karşı nefret, öfke duyacaktır. Aslında benimsenmesi gereken, herkes için sağlıklı ve faydalı olan tutum; olaylar istenmediği bir şekilde geliştiği zaman çocuğun kişiliğine ya da bedenine saldırmak yerine, olayı çözme amaçlı birlikte çözüm üretme yolunu seçmektir. Böylece çocuğun kişiliği de beden sağlığı da zarar görmemiş olacak ve aile ile çocuk arasındaki iletişim ve bağ güçlenecektir. Örneğin; çocuk yemeği masaya döktüğünde, annesi ona yeniden bir tabak yemek ve birde eline bir bez vererek “Hadi buraları da temizleyelim canım.” dese çocuk kendisini istenmeden yaşanmış bir kaza sonucunda kötü hissetmeyecek aksine annesinin bu çözüm odaklı ve hoşgörülü tutumu karşısında iyi hissedecek ve çevresine karşı kendisinin de bu anlayışlı tutumu benimsemesi gerektiğini fark edecektir. Örnekler arasındaki farklara bakıldığında “Yaramaz, içe kapanık, korkak, beceriksiz” gibi eleştirilere maruz kalan çocukların aslında o şekilde doğmadıkları, onları bu hale getiren sebebin ailelerinin sergiledikleri kendi kişilik özellikleri ve normalleştirdikleri anormal davranışlar olduğu görülmektedir. Eğer ki aileler hatayı tamamen çocuklarında aramak yerine kendi davranış ve tutumlarını objektif bir şekilde gözden geçirmeyi başarabilir ve bunun sonucunda da yanlışlarını görüp, onları düzeltme yoluna giderse işte asıl o zaman çocuklarının ruh sağlığı ve karakter gelişimi açısından faydalı birer ebeveyn olacaklardır.Devamını oku

Yayınlanma: 12.10.2021 08:37

Son Güncelleme: 12.10.2021 08:37