1. Uzman
  2. Rojda OHANCAN
  3. Blog Yazıları
  4. Çocuklarda Konuşma ve Dinleme Becerisinin Gelişimi

Çocuklarda Konuşma ve Dinleme Becerisinin Gelişimi

Konuşma becerisi, kendi duygu ve düşüncelerini açıkça ifade edebilme, dinleme ise karşısındaki kişinin duygularını açıkça anlayabilmeyi içermektedir. Konuşma ve dinleme becerisini kazanmış bir çocuk kendi iç dünyasında neler yaşadığının farkında olmakta ve yine karşısındakinin duygu ve düşüncelerini açıkça anlayabilen bir çocuk, karşısındakinin ne istediğini bilmekte ve böylece çözüme ulaşmakta pek bir zorluk yaşamamaktadır. Problemler karşısında şiddete başvuran çocuklar aslında o anki duygu ve düşüncelerini nasıl ifade edeceklerini ve nasıl kontrol altına alacaklarını bilmedikleri için bu duygu ve düşüncelerini sağlıksız bir yolla yani şiddetle ifade etmektedirler. Karşısındakini açıkça anlayamayan bir çocuk ise bunun sonucunda empati duygusundan yoksun kalacak ve vicdan duyguları körelecektir. Bu yüzdendir ki çocuğun kendi ruh sağlığı, karakter gelişimi ve kişilerarası iletişiminin iyi olabilmesi açısından konuşma ve dinleme becerisinin gelişimi çok önemlidir.


Yine bu noktada ebeveynlerin tutumu oldukça önemli ve özen gösterilmesi gereken hassas bir konudur. Ebeveynlerin konuşma şekli (olumlu-olumsuz), duygularını açıkça dile getirebilmesi, konuşmasının içeriği (yıkıcı eleştirel, yapıcı), çocuklarıyla olgun bir insanla konuşuyormuş gibi konuşmaları ve karşılarındaki insanı yargılamadan, öğüt vermeden dinleyebilmesi, o kişinin duygu ve düşüncelerini net bir şekilde anladığımı ifade edebilmesi, dinledikleri sonucunda çözüm odaklı davranıp alternatif çözümler üretebilmesi gibi özellikleri çocuğun konuşma ve dinleme becerisinin gelişimi açısından oldukça faydalı olacaktır. Çocuk duygu ve düşüncelerini açıkça ifade ettiğinde ve karşısındaki tarafından dinlenip net bir şekilde anlaşıldığını gördükçe hem iyi hissetmiş olacak hem de doğru bir konuşma ve dinleme becerisinin nasıl olması gerektiğini görmüş olacaktır. Bu durumun tam tersi yaşandığında ise anlaşılmadığını ve dinlenmediğini fark eden çocuk, duygularını ifade etmenin hiçbir işe yaramadığını düşünecek, kendi iç dünyasına çekilecek ve konuşmaya yanaşmayacaktır. Bu sebeple çocuğunun konuşma ve dinleme becerisinin olumlu yönde gelişmesini isteyen aileler önce kendi konuşma ve dinleme becerilerini geliştirip, iyileştirmelidirler. 


Ebeveynlerin çocuklarıyla olan diyaloğu olumsuz ifadeler (tembel, mızıkçı) içerdiği takdirde çocuk kendisi ve diğer insanlarla ilgili olumsuz özelliklere odaklanmaya başlayacak ve konuşmaları da bu doğrultuda gerçekleşecektir. Bu durum ayrıca çocuğun kendisini ve diğerlerini değersizleştirmesine yol açacaktır. Çocuğunu otorite altına alma amacıyla her konuşmasında tehdit unsurunu mutlaka barındıran aileler (Yemeğini yemezsen, 2 gün boyunca oyun oynayamazsın) çocuklarının da kendi konuşmalarının içeriğine tehdit edici unsurlar eklemesine neden olmaktadır. Bu çocukların yetişkin bir birey olduklarında ise duygularını açıkça ifade edemeyeceği, öfkelerini kontrol edemeyeceği, karşılarındaki insan anlayamayacağı, olumsuz ve tehdit içerikli konuşmalarla hem insanları rahatsız edeceği hem de onları kendisinden uzaklaştıracağı tahmin edilmesi pek de güç olmayan bir gerçektir. 


Çocuğun konuşma ve dinleme becerisinin gelişimine olumlu yönde fayda sağlamak açısından ebeveynlerin; olumlu bir dil kullanması, kendi duygu ve düşüncelerini rahatça anlatıp karşısındakini de rahatça anlayabilmesi, tehdit/hakaret/suçlama/emir verme gibi olumsuz içerikli konuşmalardan uzak durması gerekmektedir. Ancak böyle hoşgörülü, anlayışlı bir ortam sayesinde çocuk konuşma ve dinleme becerisini olumlu yönde geliştirecektir. Konuşma ve dinleme becerisi olumlu yönde gelişen çocuk; empati yapabilen, hoşgörülü, anlayışlı, çözüm odaklı, yapıcı, iç dünyasıyla barışık, kendisinin ve çevresindekilerinin değerinin farkında olan, mutlu olan ve mutlu etmeyi bilen bir birey olacaktır.


Konuşma ve dinleme becerisine sahip çocuklar hem iç dünyasında hem de dış dünyasında huzurlu ve çevresi tarafından sevilen çocuklardır. Konuşma becerisinin gelişmesi için en elverişli ortam ebeveynlerin çocuklarının fikirlerini dinlediği, onlardan fikir aldığı, kendilerini açıklamalarına fırsat sunduğu ortamlardır. Bu doğrultuda aynı zamanda çocuğun dinleme becerisi de gelişecektir çünkü çocuk insanları tanımanın en iyi yolunun konuşmak ve dinlemekten geçtiğinin farkına varmış olacaktır. Örneğin; ebeveynler, çocukların bir birey olduğunun farkına varamayıp onların fikirlerine önem vermediğinde üstüne üstlük onların söylediklerini küçümsediklerinde çocuk susmayı, içine kapanmayı öğrenmektedir. “Ailem bile söylediklerime önem vermiyorsa demek ki gerçekten değersiz ve saçma şeyler söylüyorum.” diye düşünmekte ve kendi fikirlerini küçümsemeye, önemsememeye başlamaktadır. Oysa çocukların konuşmaya, fikirlerini sunmaya, konuştukça kendilerini tanımaya ve kendilerini keşfetmeye ihtiyaçları vardır ancak çoğu ebeveyn ya kendi öz çocuğunun bile bu temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar meşguldür ya da tüm bu konuşma, dinleme süreci onun tarafından sıkıcı diye tanımlanmaktadır.


Bazı ebeveynler ise ne meşguldürler ne de bu durumdan sıkılmaktadırlar, onlar çocuklarının konuşmasına, fikirlerini sunmasına izin vermezler, onları dinlemek istemezler çünkü çocuklarının özgür bir birey olma ihtimaline bile tahammül edemeyecek kadar bencildirler. Onlar tamamen çocuklarının birebir kendi kopyaları olmasını istemektedirler, çocuklarına kendi fikirlerini empoze etmekte, sürekli kendileri konuşmaktadırlar. Bu durum çok tehlikelidir çünkü maalesef ki çoğu ebeveyn yanlış düşünce, yanlış inanışlar ve önü ardı kesilmeyen yıkıcı önyargılara sahiptir ve çocuklarının masum kalplerini bu fikirlerle zehirlemektedirler. Örneğin; ilkokul çağındaki çocuklar arasında bile ayrımcılık olması tamamen bu sebepten kaynaklanmaktadır. Ne yazıktır ki küçücük çocukların kalplerine nefret duygusunu ekip, onu her gün besleyen kişiler bizzat çocukların kendi öz anne babalarıdır.


Çocukların, konuşmaya ve dinlemeye ihtiyaçları vardır ki yetişkin bir birey olduklarında anlayışlı, hoşgörülü, önyargısız, kendisini ve çevresini anlayabilen biri olabilsinler. İletişim becerileri gelişmiş bir birey kişilerarası ilişkilerinde daha az problem yaşamaktadır, yaşandığında da bu problemleri daha hızlı ve daha yapıcı bir şekilde çözüme ulaştırabilmektedir. Konuşma ve dinleme becerisi geliştikçe empati becerisi de aynı doğrultuda gelişecektir yine aynı şekilde konuşma ve dinleme becerisi gelişmedikçe empati becerisi de gelişmeyecektir. 


Hangi tür konuşmalar çocuğun konuşmasını önlemekte ve içine kapanmasına neden olmaktadır sorusuna verilebilecek örneklere bakacak olursak; 


“Neden bu olayı bu kadar büyütüyorsun?” Bu tür bir yaklaşım çocuğun sadece konuşmasını engellememekte aynı zamanda duyguları önemsenmediği için kendisini yapayalnız ve çaresiz hissetmesine de neden olmaktadır. 


“Seni sonra dinlerim, şu an çok meşgulüm.” Aileler tabii ki meşgul olabilmektedir o an ilgilenmeleri gereken önemli bir işleri de olabilmektedir ancak eğer çocuk o an acı içindeyse, bir derdi varsa ve tüm cesaretini toplayıp ailesiyle bunu paylaşmayı seçtiyse o an onun duygularına anlayışla yaklaşmak gerekmektedir çünkü bu çok hassas bir andır, o anı elden kaybetmek çocuğun tamamen sizden uzaklaşmasına yol açabilmektedir. Hiçbir iş, kendi çocuğunuzdan daha önemli değildir üstelik çocuğunuz acı içindeyse önceliğiniz her zaman o olmalıdır.


“Gerçekten bu sorularınla canımı sıkıyorsun.” Çocuk sorularına ailesi tarafından bile cevap bulamadığında birde üstüne üstlük küçük düşürüldüğünde merak duygusunu köreltmekte, soru sormaktan kaçınmakta, sınıf ortamında daha pasif hale gelmektedir. Bunun altında yatan temel sebep ise tamamen yargılanma ve alay edilme korkusudur.


“Sen daha çocuksun, fikirlerini öyle her canın istediğinde söyleyemezsin. Şimdi bizim fikirlerimize göre hareket etmen gerekiyor.” Bu hem çocuğun konuşmasını hem de fikirlerini keşfetmesini engellemekle kalmamakta aynı zamanda çocuğun bireyleşmesine de engel olmaktadır. Çocuk başkalarına bağımlı hale gelebilmektedir.


“Açıklama yapmanı istemiyorum, sen hatalısın kabul et. Benden daha iyi mi bileceksin neyin doğru olup olmadığını?” Burada ise çocuk açıklama yapmasına fırsat verilmeden suçlanmakta, hatalı olduğuna inandırılmaya çalışılmakta ve ailenin fikirlerinin ne olursa olsun doğru olduğu yanılgısı çocuğa kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu tamamiyle yanlış ve zararlı bir tutumdur. Çocuk bu ağırlığın altında ezilecektir, hatalı olmadığı halde ona hatalıymış gibi davranılması onun tüm benlik saygısına zarar verecektir. Çocuk, suçlanma korkusuyla büyüyecektir.


“Sen çocuksun ne anlarsın bu işlerden? Hadi odana git.” Bu da tamamen küçümsemeye, saygı duymamaya dayalı tehlikeli bir yaklaşımdır. Çocuk kendine olan inancını ve özgüvenini kaybetmekte, kendi fikirlerini düşünmemekte, kendi iç dünyasına odaklanmamaya başlamaktadır çünkü konuşmaya değer bir düşüncesinin olmadığına inanmaya başlamaktadır. Böylesi bir tutum çocuğun tamamen kişiliğini olumsuz yönde etkileyecek bir tutumdur. Çocuk, aşağılanmış hissettikçe ve bu böyle devam ettiği sürece kendinden uzaklaşacaktır.


Çocukların konuşma ve dinleme becerisini geliştirmeye yönelik örneklere bakacak olursak ise;


Çocuğun duygularını yüz ifadesinden anlayıp, doğru soruyu sorabilmek; “Mutsuz görünüyorsun, konuşmak ister misin?” Çocuk, daha hiçbir şey söylemeden anlaşılıyor olmanın rahatlığıyla huzur dolacaktır, karşısındakinin onu sorgusuzca dinleyeceğini biliyor olmak ona iyi hissettirecek, yalnız olmadığını bilecektir.


“Sen ne zaman istersen o zaman konuşuruz, kendini hazır hissetmeni bekleyeceğim." Bu oldukça önemli bir detaydır çünkü burada çocuk konuşmaya zorlanmaz, onun seçimine bırakılan bu konu çocuğun bir birey olduğunu fark etmesini sağlamakta ve çocuğun öz saygısı artmaktadır. Ailenin, anlayışlı bir şekilde ona yaklaşması çocuğun bu dünyanın güvenilir bir yer olduğu düşüncesini pekiştirmektedir. 


Çocuk, konuyla ilgili düşüncesini paylaştığında oradan duygusunu anlayıp, bunu çocuğa yansıtabilmek; Örneğin; Çocuk sınavda kopya çekmediği halde öğretmeni tarafından kopya çekmekle suçlandığında ve çocuk bu durumu ebeveynlerinden birine anlattığında, durumu dinleyen ebeveyn “Haksızlığa uğradın ve bu durum sana kötü hissettirdi, yapmadığın bir şeyden dolayı suçlanmak ve karşındaki insanın o an sana hiçbir şekilde inanmadığını bilmek çok üzücü ve öfke uyandırıcı bir durum olmalı.” diyebilmelidir. Böylelikle çocuk onu anlayan biri olduğunu görecek, bu üzücü durumun içindeyken bile ona destek olan, yargılamayan, suçlamayan bir ailenin varlığı ona iyi hissettirecektir.


“Sen bu konuda ne düşünüyorsun oğlum/kızım? Sence ne yapmalıyız?” Bu şekilde bir yaklaşım çocuğun benlik algısını fazlasıyla olumlu etkileyecektir. Çocuk fikirlerine önem verildiğini, fikirlerinin merak edildiğini gördükçe konuşma isteği de bu doğrultuda artacaktır. Özgürleşme yolunda daha emin adımlarla ilerleyecektir. Kendisini daha kolay keşfedecektir.


Konuşma ve dinleme becerisi gelişmiş bir çocuk, yetişkin bir birey olduğunda her problemi konuşarak çözmeyi bilen, insanları dinlemekten keyif alan, insanlara problemlerinin çözümü konusunda yardımcı olan, kendisini keşfetmiş ve keşfetmeye devam eden, fikirlerini sürekli geliştiren yaratıcı ve anlayışlı bir birey olacaktı. “Birbirimizi anlayabilmek için ilk önce dinlemek ve daha sonra dinlediklerimizi anlamak gerekir.” Böylesi bir tutum karşısında çocuk problemler karşısında yıkıcı olmayı değil çözüme ulaşmayı öğrenecektir. Yapıcı bir tutum sergileyecektir. Kızmak, küsmek, kaçmak yerine problemlerin üstüne gidecek ve onlarla yüzleşmeyi seçecektir. Böylesine cesaretli bir davranış sergilediğinde ise kendine olan güveni artacaktır.

Yayınlanma: 19.10.2021 09:33

Son Güncelleme: 19.10.2021 09:40

Psikolog

Rojda

OHANCAN

Psikolog

Uzmanlıklar:

Öfke Kontrolü , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Ruhsal-Toplumsal, Kişisel ve Çevresel Diğer Koşullarla İlişkili Sorunlar
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 550
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 600
Bunları da sevebilirsiniz...

İyi Hissetmenin Yolu: Zihnimizle Başlayan Yolculuk

Hayat bazen öyle bir noktaya gelir ki, sabahları yataktan kalkmak bile imkânsız görünür. İçimizi kaplayan umutsuzluk, sanki kalbimize beton dökülmüş gibi ağırdır. İnsan, böyle zamanlarda en çok şunu düşünür:“Benimle ilgili bir sorun var. Asla toparlanamayacağım.”Bu düşünceler öylesine gerçekmiş gibi gelir ki, ruh halimiz tamamen onların esiri olur.Oysa duygularımızı şekillendiren şey yaşadığımız olaylardan çok, onlara yüklediğimiz anlamdır. Hepimiz biliyoruz: Aynı olaya farklı insanlar farklı tepkiler verebiliyor. Bir iş görüşmesinden olumsuz dönüt almak, kimi için “Ben değersizim” düşüncesini doğururken, başka biri için “Belki de bana daha uygun bir fırsat vardır” şeklinde yorumlanabiliyor. İşte bu fark, zihnimizin bize neler söylediğiyle ilgili.Düşünceler Duygularımızı Nasıl Şekillendiriyor?Zihnimiz sürekli konuşur. Bu iç ses, çoğu zaman otomatik ve fark edilmeyen düşünceler üretir. Eğer bu düşünceler yargılayıcı, karamsar ve katıysa, ruh halimiz de aynı doğrultuda ağırlaşır. “Hata yaptım, demek ki başarısızım” ya da “Beni kimse sevmeyecek” gibi inançlar, gerçekliğin kendisi değil; zihnimizin çarpıttığı yorumlardır.Psikolojide bunabilişsel çarpıtmadenir. Hepimiz zaman zaman bu çarpıtmaların tuzağına düşeriz. “Ya hep ya hiç” tarzında düşünmek, tek bir olumsuz olaydan tüm hayatı genellemek, ya da başkalarının düşüncelerini tahmin edip buna inanmak… İşte bu kalıplar, farkına varmadan depresyonu ve kaygıyı besleyen unsurlardır.“Pozitif Düşün” Yeterli mi?Burada yanlış anlaşılmaması gereken bir nokta var: İyi hissetmek, yalnızca kendinize “Pozitif ol!” demekle mümkün değil. Çünkü derinleşmiş kaygı ve depresyon, iradeyle bastırılabilecek bir şey değil. Önemli olan, olumsuz düşünceleri görüp onlara meydan okumayı öğrenmek.Örneğin, “Her şey kötüye gidiyor” düşüncesini ele alalım. Bunu sorgulamadan kabul ederseniz, umutsuzluk duygusu ağırlaşır. Ama aynı düşünceye şöyle yaklaşabilirsiniz: “Şu anda zorlanıyorum, evet. Ama geçmişte de zor zamanlar yaşadım ve onların üstesinden geldim. Demek ki bu da geçebilir.” İşte bu yeniden çerçeveleme, karanlığın ortasında küçük bir ışık yakar. Küçük adımlar birikir ve zamanla ruh halinizde belirgin bir iyileşme yaratır.Araştırmalar Ne Söylüyor?Araştırmalar bize gösteriyor ki depresyon sadece genetik ya da kimyasal bir dengesizlikten ibaret değil. Elbette biyolojik faktörler rol oynayabilir; ancak çoğu zaman asıl belirleyici olan, yaşadıklarımızı nasıl anlamlandırdığımızdır. İki insan aynı zorlukla karşılaşabilir, fakat biri bunu “Ben tamamen başarısızım” diye yorumlarken, diğeri “Zor bir süreçten geçiyorum ama bu benim değerimi belirlemez” diyebilir. Bu farklılık, duygusal deneyimi kökten değiştirir. Yani sorun, “Ben böyleyim, değişmem imkânsız” inancı değil; zihnimizin yıllar içinde otomatikleşmiş düşünce kalıplarındadır.İyi haber şu ki, bu kalıplar öğrenilmiş olduğuna göre değiştirilebilir de. Zihnimiz tıpkı kaslarımız gibi esnektir; doğru egzersizlerle daha güçlü ve dengeli hale gelebilir. Olumsuz düşünceleri fark edip sorgulamayı öğrendiğinizde, beyninizin duyguları işleme biçimi de değişmeye başlar. Hatta yapılan çalışmalar, terapiyle kazanılan bu yeni düşünce alışkanlıklarının beyin kimyasında da olumlu değişiklikler yarattığını gösteriyor. Yani sadece ruh haliniz değil, biyolojik düzeyde de iyileşme mümkün. Bu, umudu gerçek bir zemine oturtan en güçlü bulgulardan biridir.Terapi Neden Önemli?İnsanın kendi zihnini yakalaması kolay değildir. Hele ki depresyonun ortasındayken, düşünceler öyle ikna edici gelir ki, çıkış yolu göremezsiniz. İşte bu yüzden profesyonel destek, iyileşmenin en güçlü adımlarından biridir.Terapi yalnızca teknik öğretmekten ibaret değildir. Asıl önemli yanı, güvenli bir alan yaratmasıdır. Bir terapistin yanında, en derin kaygılarınızı ve en karanlık düşüncelerinizi yargılanmadan paylaşabilirsiniz. O anlarda, aslında tek başınıza olmadığınızı fark edersiniz. Bu, iyileşmenin kalbinde yatan en büyük ihtiyaçtır:anlaşılmak.İyileşme Gerçekten Mümkün mü?Birçok insan, depresyonun ya da kaygının sonsuza kadar süreceğini sanır. “Bende bir bozukluk var, asla düzelmeyecek” düşüncesi sıkça duyduğum bir cümle. Oysa doğru yöntemlerle depresyondan ve yoğun kaygıdan çıkış mümkündür. Üstelik bu iyileşme sadece geçici bir düzelme değil, uzun vadeli bir değişim de olabilir.Zihnimiz esnektir. Nasıl ki yıllar boyunca olumsuz düşünceleri alışkanlık haline getirdiysek, aynı şekilde daha dengeli ve gerçekçi düşünceleri de öğrenebiliriz. Bu da duygularımızı dönüştürür. Tıpkı kaslarımız gibi, zihnimiz de çalıştıkça güçlenir.Yalnız DeğilsinizEğer şu anda kendinizi çıkmazda hissediyorsanız, bu sadece sizin başınıza gelmiyor. Dünyada milyonlarca insan benzer duygularla mücadele ediyor. Fakat çoğu, yardım istemekten çekiniyor. Oysa yardım istemek bir zayıflık değil; aksine, cesur bir adımdır. Karanlığın ortasında “Artık dayanamıyorum” diyen ses, aslında iyileşme isteğinin işaretidir.Şunu bilmenizi isterim: Depresyon ya da kaygı sizi tanımlamaz. Siz bu duyguların toplamından çok daha fazlasısınız. İyileşme süreci, kendi içinizdeki gücü yeniden keşfetmenize yardımcı olur. Ve evet, şu an ne kadar ağır olursa olsun, bulutlar bir gün dağılır ve güneş yeniden görünür.Şunu da unutmamak gerekiyor: İyileşme süreci bazen inişli çıkışlı olabilir. Bir gün kendinizi çok güçlü hissederken, ertesi gün aynı karamsar düşünceler geri gelebilir. Bu, sürecin normal bir parçasıdır. Tıpkı yürümeyi öğrenen bir çocuğun sık sık düşüp yeniden kalkması gibi… Önemli olan, her düşüşten sonra tekrar ayağa kalkmayı seçebilmektir. Her küçük adım, gelecekte daha sağlam bir duruşa dönüşür.Unutmayın: Kendinizi iyi hissetmek, kimseye değil, yalnızca size karşı bir borcunuzdur. Bazen en zor gelen şey, ilk adımı atmaktır. Ama o ilk adım, hayatınızı değiştirecek sürecin başlangıcıdır.Eğer hazırsanız, bir terapistle görüşmeye başlamak, zihninizi yeniden eğitmek ve yaşamınıza yeni bir bakış açısı katmak için atabileceğiniz en değerli adımdır. İçinizden “Benim için çok geç” diye düşünüyorsanız, işte tam da o düşünce, dönüşümün başlayacağı noktadır. Çünkü değişim ihtimali, en karanlık anlarda bile vardır.

Funda AKYOL 19.08.2025

Hayır deme sanatı

Sağlıklı sınırlar huzurlu bir zihin getirir.İletişimlerde hayır diyememenin bazı getiri ve götürüleri vardır. Örneğin, karşımızdaki kişiyi kırmamak ve ilişkinin sarsılmaması bizim için bir yarardır. Öte yandan lüzumsuz bir durumun içerisine girmek veya bir sohbeti bitirip yapmamız gerekenlerle ilgilenmek istediğimizi söyleyemediğimiz için bir yerde mahsur kalmak da hiç kuşkusuz bir götürüdür. Acaba bu yarar ve zararları gözetirken bazen kendi önceliklerimizin bulanıklaştığı kendimizi istemediğimiz bir durumda ikinci plana attığımız oluyor olabilir mi?İnsan birçok durumda hayır deme zorunluluğundadır, örneğin karnı tokken bir yiyecek ikramına, vakti yokken bir sohbete, yorgunken fiziksel bir yardıma veya mali olarak bütçesini sarsacak bir borç vermeye... Uzaktan bakıp düşündüğümüz zaman bunlar epey bariz örneklerdir ancak yaşarken kendi zihnimiz bazen karşı tarafın neler düşünebileceğine gereğinden fazla odaklanır, ben ona şuan katılmazsam benimle bir daha bu kadar samimi olmayabilir gibi düşüncelere girer. Buna eşlik eden bir kaygı ortaya çıkar ve kişi pasif bir onaylama haline girip kendisini karşı tarafa teslim eder. Ancak burada daha yakından baktığımız zaman karşı tarafın talebini tam anlamıyla anlamamış olduğumuzu görürüz. Çünkü karşımızdaki kişi yalnızca ufak bir sorunu çözmek için yardım arayışında olabilir ve bunu çözebilecek çeşitli insanları zihninden geçirip onlardan sırayla yardım isteyecek ve müsait olan ve ona yardımcı olmaya istekli bir kişiyi bulana kadar devam edecektir. Burada yardım talebi de gayet insanidir, hayır demek de öyle. Burada dönüp dolaşan olay kendisine soru sorulmuş olan kişinin zihnindedir.Hayır demekte zorlanan kişinin zihnini incelediğimizde birkaç şey gözümüze çarpar. Bunlar:Karşıdaki kişiyi incitmekten korkmak: İnsanların karşısındaki kişiyi anlamak için yapacağı ilk iş kendi anlayış biçimine onun da sahip olduğunu düşünmek ve onu kendisi gibi bilmektir. Bir kişi eğer ki reddedilmeye karşı büyük bir hassasiyete sahip ise karşısındaki kişinin de bu konuda hassas olacağını düşünür ve bir konuda hayır derse onu kırmış olacağını düşünür (bunun bilinçli bir düşünme olması gerekmez).Hayır demenin kendisine bir yaptırım olarak döneceğine olan abartılı bir inanç: Yetiştiği ailede diktatörlük olan kişiler kendi gelişimlerinde herhangi bir şeye hayır diyememiş ve bu becerisini geliştirememiş kişilerdir. Bu kişiler kendi ihtiyaç veya isteklerini belirttikleri vakit bencil olmakla suçlanmış, herhangi bir şeye akıllarının ermeyeceği şeklinde cesaretleri kırılmış kişilerdir ve o aile ortamındaki eleştirel sesi içselleştirmişlerdir. Karşılarına çıkan kişilere de zihnindeki kalıplara uygun roller biçmiş ve hayır dediği vakit (kendi isteğini belirttiğinde) kendisini buna pişman etmek için fırsat kollamaya başlayacağını düşünmeye başlayacaktır.Bir şeye karşı çıktığı vakit artık sevilmeyeceğine inanmak: Aile içinde belki de duygusal olarak en temel ihtiyaçlardan birisi koşulsuz sevgidir. Koşulsuz sevgi bir kişinin kendini sevebilmesi için en temel ihtiyaçtır. Sevgi ve sevilmek düşüncelere, tercihlere, başarılara, zenginliğe göre artıp azalan bir şey değildir. Ancak sevginin bir ifadesi olan ilgi düzenli olarak koşullara bağlı olarak gösteriliyorsa kişi kendisini ilgi göreceği, sevileceği koşulları yarattığı müddetçe sevilebilir bir varlık olarak görecektir. Bu durum ise kişinin kendisini sevmesini her zaman koşullara bağlı kılacaktır. Koşullara bağlı sevilmeye inanmış kişi ise kendisini o koşullar içinde tutacak, ihtiyaçlarını belirtmeyecek ve hayır diyemeyecektir.Karşıdaki kişinin her zaman kendinden daha yetkin olduğuna dair inanç: Çocukluğundan itibaren fikri sorulmayan, kendisine bir ifade alanı tanınmayan kişiler ruhunun fikir üreten, anlayan, çözüm üreten ve tercih eden yanını ötekilere devretmiştir. Bu o kişinin kendisini aşağılanmadan koruma yoludur. Hangi yemeği yiyeceğinden evleneceği kişiyi seçmeye kadar kendi kararını başkalarına devreden insanları görürüz hayatta. Bu kişiler için karşıdaki kişiye hayır demek çok büyük bir hale gelmiştir ve çoğunlukla ötekilerin buyrukları katlanılmaz hale geldiğinde herkesle iletişimi kesme, çılgınca tepkiler verme hatta insanlara ve kendine zarar verme şeklinde ortaya çıkabilir. Oysaki yerinde söylenmiş sade ve net bir hayır bazen kişiyi içinden yıllarca çıkamayacağı dertlerden kurtarabilir.Bu gibi durumların örnekleri çoğaltılabilir ancak şuan bu konuyu daha teorik bir şekilde ele almak istiyorum. Sigmund Freud' un psikanalitik gelişim teorisinde ikinci gelişim evresi olan anal dönem çocuğun ben ve hayır kelimesini öğrendiği dönemdir. Bu dönemde çocuğun ilk kez kendi kontolü altında olan unsurun ortaya çıktığı dönemdir. Dışkılama kontolü gelişir ve tutma bırakma becerisi kişilik için bir dönüm noktasıdır. Bu şekilde başlayan yeni beceri ben ve hayır demektir. Çocuk karşısındakinin kontrolüne karşılık kendi kontrol duygusunu geliştirir. Bu yanlızca bir tuvalet eğitimi meselesi değildir. Kendi istekleri ile dünyanın kuralları, ötekinin beklentisi arasında bir köprü kurma becerisini geliştirme yolculuğudur. Temel kargaşa ötekinin dediğine tamamen teslim olmak ile yalnızca kendi istediklerini yapmak arasında bir yer bulabilmektir. (1) Çocuğun kendi işlerini yapmaya karşı olan arzusu, yapacaklarına dair karar verme becerisi oluşmaya başlar. Burada ebeveynlerinden iki uç tepki arasında bir tepkiyle karşılaşır; mutlak kontrolcülük ve tamamen serbest bırakmak. Bu iki uçtan mutlak kontrolcülüğe yakın olan ebeveynler çocuklarının her yapıp ettiğini kontrol etme, yönlendirme eğiliminde olur ve çocuk buna karşı bir mücadele içerisine girer. Ağlar, bağırır, vurur, istenilenin tam tersini yapar... Ancak bir zaman sonra bu güçle mücadele edemeyeceğini anladıktan sonra buna teslim olur ve kendi davranışlarını anormal bir düzeyde karşısındakine kendini beğendirmek için yapar hale gelir. Belki dışarıdan uslu bir çocuk olarak görünür ancak kend yaşantısını ötekileri memnun etmek için yaşayan bir insan haline gelir. İşte bu kişi ebeveyni ile kurduğu bu ilişikinin zihninde oturması sonucu yetişkinlik hayatında hayır demeye kendinde güç bulamaz, hem karşısındakine gücü yetmez hiçbir zaman hem de karşısındakinin gazabını uyandırmaktan korkar. Oysa ki sağlıklı olan çocuğun kendi ihtiyaçları için çoğunlukla kendisinin yol bulmasına izin vermek ve rehberliğe ihtiyacı olduğunda veya zarar gördüğünde çocuğa destek olunmasıdır. Bu şekilde yetişen bir çocuk durumları değerlendirirken hem kendisini hem de karşısındakini önemser. Terapi buna sahip olamamış kişilerin sonradan bu güvenlik duygusuna sahip olmasını sağlar. Bir diğer başlık olaraksa nezakete uygun olarak hayır demenin yollarını öğrenmektir. Bunun içinse size Türk kültüründe net ve kibar reddetme stratejilerinden bazılarını sıralayacağım (2):Açık ve kesin bir dille reddetme: Muhatabınızı hayır, olmaz, istemez, olmaz ifadeleri ile reddetmektir. X: Nedir bu halin? Gel biraz dinlen, çay içelim. Y: Olmaz, şuan başka bir yere gidiyorum.Açıklama yaparak reddetme: Muhatabınızın isteğini bir gerekçe bildirerek reddetmektir. X: Gece kalsanıza. Y: Bir işim var, bu akşam İstanbul'da olmalıyım.Kibar dille reddetmek: Karşıdaki muhatabın isteğini ona rahatsızlık vermemek yolu ile reddetmek. X: Gideceğiniz yere ben bırakayım sizi. Y: Zahmet vermeyelim size, gideceğimiz yer yakın zaten.Tercih belirterek reddetmek: Reddettikten sonra tekliften başka neyi tercih ettiğimizi belli etmektir. X: Ben de seninle geleyim. Y: Olmaz, yalnız gitmek istiyorum.Konuyu değiştirerek reddetme: Teklife ufak bir cevap verdikten sonra başka bir yöne yönelmektir. X: Benim şu işi bi hallediversek? Y: Şuan bunun yeri değil. Bir bardak su alabilir miyim?Teşekkür ederek reddetme: İyi niyetli olduğunu bildiğiniz bir teklife teşekkürle yanıt verip sonrasında reddetmektir. X: Sizin hastane işlerinizi halledelim isterseniz? Y: Teşekkür ederim ancak biz o işi hallettik.İşte bu ve buna benzer basit ama etkili yollarla karşıdaki kişileri incitmeden ve kendimiz de istemediğimiz şeylere dahil olmadan iletişime devam edebiliriz. Hayır demenin hayattaki önemi bazen kendimizi çok alakasız durumlarda bulduğumuzda aklımıza gelir ancak hayır demek evet demek kadar normaldir.Kaynakça:Freud, S. (2000). Cinsellik üzerine üç deneme (A. Yalçıntan, Çev.). Payel Yayınları.Çürük, M. S. (2014). Türkiye Türkçesindeki reddetme stratejilerine bir bakış. Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, 33, 1–19.

Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Hayatta bazen öyle anlar olur ki, olanı olduğu gibi kabul etmek en zor şey haline gelir. Yaşadığımız bir olay, hissettiğimiz bir duygu ya da içimize sinmeyen bir gerçekle yüzleşmek… Bazen o kadar ağır gelir ki, zihnimiz hemen devreye girer:Bu gerçek olamaz...Bunu hak etmedim...Böyle olmamalıydı...İşte tam da burada başlar içsel savaş. Zihin bir yandan inkâr eder, kalp bir yandan ağrır. Ve biz bu ikisinin arasında kalakalırız. Kabullenememek bir savunmadır aslında. Bizi korumaya çalışan, acıyı biraz daha ertelemeye çalışan bir refleks. Ancak her bastırılan duygu gibi, bu da içimizde büyür. Göz ardı ettikçe bizi daha çok zorlayan bir yük haline gelir.“Bu böyle olmamalıydı…”Kabullenemediğimiz şey sadece yaşadıklarımız değil; bazen kendimiz de olabiliriz. Bir davranışımız, bir seçimimiz, bir özelliğimiz... “Ben böyle biri değilim” deriz, “Bunu nasıl yaptım?” deriz ya da “Keşke öyle olmasaydı.” Bu sözlerin arkasında pişmanlık da olabilir, hayal kırıklığı da hatta öfke bile…Kabullenemediğimiz şeyler çoğu zaman günlük hayatımıza da yansır. Örneğin, biten bir ilişkiyi kabullenemediğimizde kendimizi sürekli geçmişte yaşarken buluruz. İş yerinde yaşanan bir haksızlığı kabullenemediğimizde içten içe öfkemizi büyütürüz. Sevdiğimiz birinin artık hayatımızda olmadığını kabullenemediğimizde yas sürecine adım atamaz, içimize kapanırız. Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü kabullenememek hayattan uzaklaştırır. Gerçeklikten koparır. Olanla barışamayınca, olmayana tutunuruz.Kabullenmek, pes etmek değildir!Çoğu kişi kabullenmeyi bir yenilgi gibi görür. Oysa kabullenmek, olanı olduğu gibi görmek ve onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaktır. Direnmeyi bırakıp, yavaş yavaş iyileşmeye yer açmaktır. “Evet, bu oldu. Ama ben bununla ne yapabilirim?” sorusunu sorabildiğimiz anda başlar aslında değişim.Kabullenmek, hayata yeniden temas etmektir. Kendini olduğu gibi görmeye, hissettiklerini tanımaya ve içinden geçtiğin süreçlere saygı duymaya başlamak demektir. Bu, çok kıymetli bir adımdır.Peki, neden bu kadar zor?Çünkü insanız. Ve insan olmak bazen acı verir. Her şey kontrolümüzde olsun isteriz. Kalbimiz kırılmasın, hatalar yapmayalım, sevdiğimiz insanlar hep yanımızda olsun... Ama hayat böyle değildir. Ve bu gerçek, her zaman kolay kabullenilmez.Ayrıca çoğu zaman kendimizi güçlü hissetmek zorunda hissederiz. "Ben böyle bir şeyle baş edemem" demek, zayıflık gibi gelir. Oysa en büyük güç bazen çaresizliğimizi kabul edebilmektir. Çünkü ancak kabul ettiğimiz şeyleri dönüştürebiliriz.Duygularla yüzleşmek, içsel direnci kırmak kolay değildir. Bu yüzden birçok kişi, acıyı bastırmak için meşguliyet üretir. Yoğun çalışır, duygulardan uzak durur, eğlencenin içinde kaybolur. Ama ertelenen hiçbir duygu yok olmaz. Uygun bir zaman, bir tetikleyiciyle yeniden kendini hatırlatır. Bu da zamanla daha büyük bir zihinsel yük oluşturur.Unutulmamalıdır ki:Bazen insanlar dışarıdan bakıldığında son derece güçlü, sakin ve kontrollü görünebilir. Ancak iç dünyasında neler olup bittiğini kimse bilmez. “İyiyim” demek kolaydır çünkü gerçek duyguları anlatmak, bazen onları kendine bile itiraf etmek zordur. Ama bastırılan her şey bir yerde kendini gösterir: bir gece aniden gelen ağlama hissinde, durduk yere ortaya çıkan öfke patlamalarında ya da hiçbir şeyden keyif alamadığın o sessiz günlerde…Kabullenememek çoğu zaman duyguların üzerini örtmek gibi görünür, ama aslında o duygular içimizde kendi yolunu bulup dışarı çıkmanın bir yolunu arar. Oysa her duygunun görülmeye, duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda kalbe de temas eden bir içsel yolculuktur.Hayatın bazı dönemleri zordur ve insan bazen nereye tutunacağını bilemez. İşte o anlarda biriyle konuşmak, sadece dinlenmek bile çok şey değiştirebilir. İçinden çıkamadığın duyguları paylaşabildiğinde, o yük hafifler. Ve bu hafiflik, zamanla yerini daha sağlam bir iç dengeye bırakır. Zamanla fark edersin ki; bu denge seni aradığın huzura biraz daha yakınlaştırmış ve kara bulutlar artık senin üzerinden kalkmaya başlamıştır.Kabullenmek, psikolojik sağlamlığımız açısından etkili bir nokta olmakla beraber, insanı olgunlaştıran da bir eylemdir. Bu süreç; kişinin kendini tanımasını, duygularıyla yüzleşmesini ve gerçeklerle barışmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda bu eylemi gerçekleştirmek, bireyin destek almadan üstesinden gelemeyeceği kadar zorlayıcı olabilir. Özellikle birey bu süreci yaşarken denge kavramını unutmamalıdır; zira bu denge, hem içsel huzur hem de sağlıklı ilerleyiş için temel bir gerekliliktir.Değiştiremeyeceklerimizi kabullenmek bir olgunluksa, değiştirebileceklerimizi fark etmek bir gelişimdir. Hayat, bu ikisi arasındaki dengeyi kurabilme sanatıdır ve bu dengeyi kurabilen birey, yaşamın zorlukları karşısında daha dirençli ve esnek bir duruş sergileyebilir.Terapi bu noktada ne sağlar?İçinde taşıdığın ama adını koyamadığın duygularla yüzleşmek, çoğu zaman tek başına zorlayıcıdır. Bu noktada terapi, sana yargılanmadan dinleneceğin, duygularını anlamlandırabileceğin ve kendi hızında ilerleyebileceğin güvenli bir alan sunar.Ben seanslarımda bilişsel davranışçı terapi ve çözüm odaklı terapi yaklaşımlarını esas alıyor, her süreci danışanın ihtiyacına göre esnek bir şekilde yapılandırıyorum. Terapiye başlamadan önce 5-10 dakikalık kısa bir ön görüşme fırsatı tanıyorum. Bu süreç, senin neye ihtiyaç duyduğunu birlikte anlamak için ilk adımdır. Seanslarımız ortalama 50 dakika sürer.Güven, açıklık ve birlikte yol alma duygusu benim için bu sürecin temelini oluşturur. Çünkü biliyorum ki birinin sadece seni anlamaya çalışması bile bazen çok şey değiştirir.Belki de ilk adım sadece fark etmektir...Kendine sormayı deneyebilirsin: “Hayatımda kabullenmekte zorlandığım ne var?”, “Beni en çok yoran duygu ne?”, “Ne zaman gerçekten kendimle yüzleştim?”Eğer bu sorular sende bir şeyleri harekete geçiriyorsa, yalnız olmadığını bilmeni isterim. Bu duygularla birlikte yaşamanın daha sağlıklı yolları var. Ve bu yolları birlikte keşfetmek mümkün.Hazır hissettiğinde, bu yolculukta sana eşlik etmekten memnuniyet duyarım :)

Tayfun AKGÜN 01.08.2025