1. Uzman
  2. Oğuzhan TAŞDELEN
  3. Blog Yazıları
  4. Kendinizi Kötü Hissettiğiniz Zaman İçin 5 Olumlu Düşünce

Kendinizi Kötü Hissettiğiniz Zaman İçin 5 Olumlu Düşünce


 

-       Moraliniz bozuk olduğunda göz önünde bulundurmanız gereken motive edici ve gerçekçi fikirler


  Günlük hayatta herkes zaman zaman kendisini mutsuz, üzgün, hatta karamsar hissedebilir. Bazı zorluklar üst üste biner, sıkışmış hissedebilirsiniz. İşte bu anlarda size destek olmasını ümit ettiğim bazı güven verici ve motive edici düşüncelerden bahsedeceğim.

   Öncesinde düşünce sistemimizden kısaca bahsedelim. İnsanların duygu ve davranışları, bulunduğu durumu yorumlama şekliyle ilgilidir. Bu yorumlama şekli ise kişiden kişiye göre değişmektedir. Başka kişilerle içinde bulunduğumuz aynı durumlarda farklı duygular hissedebilir, farklı tepkiler verebiliriz. Beck'e göre de kişinin duygularını belirleyen olayın kendisi değil, kişinin kendi düşünce sisteminde olaya yüklediği anlamdır. Kullandığımız dil, zihnimizden o an geçenler, ağzımızdan çıkan kelimeler biliyoruz ki ruhumuzu etkiliyor. Kötü hissettiğiniz anlarda kendinize vereceğiniz telkinler çok önemlidir. Göz önünde bulundurmanızı istediğim 5 düşünceyi sizin için bir araya getirdim.

 

1.  Küçük bir değişiklik büyük bir fark yaratabilir.

 

  Genelde yoğun bir şekilde kötü hissettiğiniz zamanlarda çözümün de ancak büyük bir düzeltmeye ihtiyacı varmış gibi kabul edebilirsiniz. Bu anlarda küçük bir değişiklik şaşırtıcı derecede büyük bir farkla sonuçlanabilir. Evet, kötü hissettiğiniz anlarda küçük değişiklikler için isteksiz olabilirsiniz ama isteği beklemek yerine eyleme geçmek denemeye değer. Böylece olumsuz hissi, beslemeyerek ömrünü kısaltmış olacaksınız.

  Aşağıda yer alan, örnek küçük adımlardan ilham alarak sizler de kendi hayatınıza uyarlayabilir veya aynılarını deneyebilirsiniz. Bu küçük adımlar, büyük bir fark yaratmanın yanında sizi ruhsal olarak besleyen şeyleri de keşfetmenize yardımcı olacaktır.


•         Ertelediğiniz bir görevi yapmak (iş dosyalarını düzenleme, beklettiğiniz bir maili yanıtlamak gibi).

•         Gideceğiniz yerlere araç yerine yürüyerek gitmek.

•         Uyku dışında yatakta geçirdiğiniz süreyi azaltmak.

•         Sizin için önemli olan kişilerle bir araya gelmek. (veya onlarla sesli-görüntülü konuşma gerçekleştirmek)

•         Ev içinde hareketi artırmak adına ev içi sorumluluklar oluşturmak.

•         Komşu ziyaretinde bulunmak.

•         Doğada vakit geçirmek.

•         Spor salonu üyeliğinizi yenilemek.


Bunlar sadece geçici bir destek olabilir veya olmayabilir, öyle olsa bile yine de o anlarda ihtiyacınız olan çok önemli bir rahatlama sağlayabilir 😊

 

2.  Tahminlerimiz genellikle yanlıştır.

 

  Tahmin: gündelik dilde, bilinmeyen bir şey hakkında rastgele veya belirsiz bilgi kullanarak gerçekleşen düşünme sürecidir. Yalnızca aklımızda belirdikleri için sizce düşüncelerimizi her zaman doğru kabul edebilir miyiz?


  Yapılan araştırmalar her gün 6 binin üzerinde düşüncenin zihinden geçtiğini söylüyor. Bu düşüncelerle çevremizde gelişen olayları yorumlamaya, neler olup bittiğini açıklamaya çalışırız. Tahminler ise daha çok kestirmeler gibidir. Bu kestirmeler fazla düşünmeye gerek duymadan hüküm verir. Özellikle birey kendini kötü hissettiğinde, olumsuz duyguların o anki gerçeği yansıttığını kabul eder. Yalnızca öyle hissedildiği için de hissedileni referans alarak tahminde bulunur.


•         Hiçbir şey yapamayacağım, bu sorunun bir çözümü yok.

•         Korkunç bir performans sergileyeceğim.

•         Hep böyle olacak, bir şey denesem de artık sonuç alamam.

•         Bir daha asla sevemem/sevilmeyeceğim.

•         Vizem berbat finale çalışmamın da bir anlamı yok.

•         Çirkin hissediyorum beğenilmeyeceğim.


Hissediyorum öyleyse doğrudur, bakış açısını kabul etmek gerçekçi değildir. Unutmayın ki bir durumu çözmek zor gelse bile, denemeden asla tam anlamıyla bilemezsiniz. 😊

 

3.  Çoğu zaman en kötü sorunumuzu çözmeden de kendimizi iyi hissedebiliriz.

 

   Bazen bir problem yaşadığınızda problem çözülene kadar daha iyi hissedemeyeceğinizi düşünür ve bu durumlarda kötü hisseder, umutsuzluğa da kapılabilirsiniz. Derken yaşam da bir yandan devam eder. İyi hissedebilmeniz için tek koşul olarak gündeminizdeki problemin bir an önce ortadan kalkması gerektiğine inanabilirsiniz.

  İnandığınızın aksine en çok düzeltmek istediğiniz soruna bir çözüm bulamasanız bile ruh halinizi değiştirmenin farklı yollarını bulabilirsiniz. Örneğin; çocuğunuzla ilgili bir davranış problemi yaşandığını düşünün. O an en kötü sorununuzun bu olduğunu kabul edelim.

Probleminizi çözüme kavuşturmadan da yaşamın içerisinde sizi iyi hissettirecek şeyler muhakkak vardır. İyi şeylere kapınızı her zaman açık bırakabilirsiniz.

 

4.  Her zaman iyi tarafından bakmak zorunda değilsin.

 

  Pek çok kişinin genel eğilimi olumsuz atfedilen duyguları bastırmak, sahiplenmemek hatta belki yok saymak olsa da her insanın içinde öfke, üzüntü, kıskançlık, korku gibi toplumca olumsuz nitelendirilen pek çok duygu bulunur.

  Her şeye olumlu yönden bakıp daima keyifli duygular arasında gezinmek gerçekçi bir hedef değildir. Yaşamsal olaylar içerisinde her zaman pozitif bakış açısına sahip olmak veya olumlu tarafından bakmak kolay olmayabilir. Böyle bir zorunluluk var gibi hissedebilir hatta buna yönelik sosyal baskıyı da zaman zaman hissedebilirsiniz. Bu durumlarda Unutmamanız gereken bir şey var, o da her duygunun bireye ruhsal ihtiyaçları ve yaşantısı noktasında önemli bilgiler verdiğidir. Kötü diye tabir ettiğimiz duygunun yaşanmasına izin vermek de bir seçenektir. Bazen harekete geçmeye veya üretmeye enerjinin olmayacağını kabul etmek, duygusal yoğunluklar sonucu ortaya çıkan reaksiyonların (ağlamak, bağırmak vb.) insani olduğunu bilmek çok önemlidir. Yaşanılan tüm duygusal deneyimler, bireye karşılanmış ve karşılanmamış ihtiyaçları ile hayatında yolunda giden ve gitmeyen durumları işaret edebilmektedir. Sürekli olumlamaya çalışmak bu işaretleri ıskalamaya yol açabilir.


Kendinizi kötü hissettiğiniz zamanlarda muhtemel olarak

•         Olumlu düşünürsem olumlu olur.

•         Benden daha kötü durumda insanlar var şükretmeliyim.

•         Bu korkunç olabilir ama daha kötüsü de olabilirdi.

•         İstediğim bu değildi ama avantajları da var.

 vb. şeyler düşünmüşsünüzdür.

Bu düşüncelerin iyi geldiği zamanlar da olmuş olabilir. Peki bu sözler size şefkat vermek ve iyi hissettirmek yerine deneyiminizi örtüyor olabilir mi?


  Toksik pozitiflik, hayatın sadece olumlu atfedilen yön ve duygularına odaklanılarak mutluluğun ve iyimserliğin genellenmesidir. Mutsuzluğu tetikleyebilecek her durumdan ise kaçınılması; bu yolla kişinin duygusal deneyiminin küçümsenmesini, inkarını veya geçersiz kılınmasını ifade eder. Bu gibi durumlarda zor duygularınızı "kendinizi kandırarak" daha fazla pozitifliğe dönüştürmeye çalışmak yerine hissetmenize izin vermenizde bir sakınca yoktur.

 Ne hissederseniz hissedin duygularınızın geçerli olduğunun farkına varın. İyi hissetmemek de makbul.

 

5.  Ruh sağlığımızda iniş ve çıkışlar olması normaldir.

 

  Hayatımızda iniş çıkışlı dönemler yaşayabiliriz. Bazen bir kalp kırıklığı yaşadığımızda, bazen bir yakınımızı kaybettiğimizde, dersten kaldığımızda, işten çıkarıldığımızda ya da gerçekten istediğimiz bir şeyi elde edemediğimizde kötü hissedebiliriz.

  Hislerimizdeki iniş çıkışlar dalgalar gibidir, başlangıcı ve bitişi vardır. Bunların geçip gitmesine izin vermeliyiz. Bırakalım büyük dalgalar zamanla küçük dalgalara dönüşsün. Yapabileceğimiz en iyi şey çok bekletip taşmaya varmadan ifade etmektir. Bunu konuşarak, yazarak, şarkılarla şiirlerle veya dans ederek yapabilirsiniz. Tamamen size kalmış. Bırakın aksın duygularınız…

  Ruh sağlığınızdaki değişkenliğini kabullenmek, ‘’Hep çok mutlu hissetmeliyim’’, ‘‘Her zaman umutlu olmalıyım’’ gibi bazı beklentilerimizin gerçekçi olmadığını kabul etmemizi sağlar. Bu gerçeklik hayal kırıklıklarını da azaltacaktır. Böylece hayata dair beklentilerimizi daha rasyonel şekilde irdeleyebilmemizi kolaylaştırır. Bu iniş çıkışlarda duygularınızı sinyal olarak kullanın ama gerçekçi bakışın devrede olduğundan emin olun. Size iyi gelen veya iyi gelmeyen şeyleri fark etmenizi sağlayan harika bir rehber olabilir.

 

 Unutmayalım ki olumlu ya da olumsuz hiçbir duygu, daima doruk noktasında kalmaz, değişim kaçınılmazdır.

 

 

 

 

Yayınlanma: 02.06.2023 11:18

Son Güncelleme: 02.06.2023 11:18

Psikolog

Oğuzhan

TAŞDELEN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

Depresyon ve Mutsuzluk , İlişki / Evlilik Problemleri , Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 1200
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 2000
Bunları da sevebilirsiniz...

İyi Hissetmenin Yolu: Zihnimizle Başlayan Yolculuk

Hayat bazen öyle bir noktaya gelir ki, sabahları yataktan kalkmak bile imkânsız görünür. İçimizi kaplayan umutsuzluk, sanki kalbimize beton dökülmüş gibi ağırdır. İnsan, böyle zamanlarda en çok şunu düşünür:“Benimle ilgili bir sorun var. Asla toparlanamayacağım.”Bu düşünceler öylesine gerçekmiş gibi gelir ki, ruh halimiz tamamen onların esiri olur.Oysa duygularımızı şekillendiren şey yaşadığımız olaylardan çok, onlara yüklediğimiz anlamdır. Hepimiz biliyoruz: Aynı olaya farklı insanlar farklı tepkiler verebiliyor. Bir iş görüşmesinden olumsuz dönüt almak, kimi için “Ben değersizim” düşüncesini doğururken, başka biri için “Belki de bana daha uygun bir fırsat vardır” şeklinde yorumlanabiliyor. İşte bu fark, zihnimizin bize neler söylediğiyle ilgili.Düşünceler Duygularımızı Nasıl Şekillendiriyor?Zihnimiz sürekli konuşur. Bu iç ses, çoğu zaman otomatik ve fark edilmeyen düşünceler üretir. Eğer bu düşünceler yargılayıcı, karamsar ve katıysa, ruh halimiz de aynı doğrultuda ağırlaşır. “Hata yaptım, demek ki başarısızım” ya da “Beni kimse sevmeyecek” gibi inançlar, gerçekliğin kendisi değil; zihnimizin çarpıttığı yorumlardır.Psikolojide bunabilişsel çarpıtmadenir. Hepimiz zaman zaman bu çarpıtmaların tuzağına düşeriz. “Ya hep ya hiç” tarzında düşünmek, tek bir olumsuz olaydan tüm hayatı genellemek, ya da başkalarının düşüncelerini tahmin edip buna inanmak… İşte bu kalıplar, farkına varmadan depresyonu ve kaygıyı besleyen unsurlardır.“Pozitif Düşün” Yeterli mi?Burada yanlış anlaşılmaması gereken bir nokta var: İyi hissetmek, yalnızca kendinize “Pozitif ol!” demekle mümkün değil. Çünkü derinleşmiş kaygı ve depresyon, iradeyle bastırılabilecek bir şey değil. Önemli olan, olumsuz düşünceleri görüp onlara meydan okumayı öğrenmek.Örneğin, “Her şey kötüye gidiyor” düşüncesini ele alalım. Bunu sorgulamadan kabul ederseniz, umutsuzluk duygusu ağırlaşır. Ama aynı düşünceye şöyle yaklaşabilirsiniz: “Şu anda zorlanıyorum, evet. Ama geçmişte de zor zamanlar yaşadım ve onların üstesinden geldim. Demek ki bu da geçebilir.” İşte bu yeniden çerçeveleme, karanlığın ortasında küçük bir ışık yakar. Küçük adımlar birikir ve zamanla ruh halinizde belirgin bir iyileşme yaratır.Araştırmalar Ne Söylüyor?Araştırmalar bize gösteriyor ki depresyon sadece genetik ya da kimyasal bir dengesizlikten ibaret değil. Elbette biyolojik faktörler rol oynayabilir; ancak çoğu zaman asıl belirleyici olan, yaşadıklarımızı nasıl anlamlandırdığımızdır. İki insan aynı zorlukla karşılaşabilir, fakat biri bunu “Ben tamamen başarısızım” diye yorumlarken, diğeri “Zor bir süreçten geçiyorum ama bu benim değerimi belirlemez” diyebilir. Bu farklılık, duygusal deneyimi kökten değiştirir. Yani sorun, “Ben böyleyim, değişmem imkânsız” inancı değil; zihnimizin yıllar içinde otomatikleşmiş düşünce kalıplarındadır.İyi haber şu ki, bu kalıplar öğrenilmiş olduğuna göre değiştirilebilir de. Zihnimiz tıpkı kaslarımız gibi esnektir; doğru egzersizlerle daha güçlü ve dengeli hale gelebilir. Olumsuz düşünceleri fark edip sorgulamayı öğrendiğinizde, beyninizin duyguları işleme biçimi de değişmeye başlar. Hatta yapılan çalışmalar, terapiyle kazanılan bu yeni düşünce alışkanlıklarının beyin kimyasında da olumlu değişiklikler yarattığını gösteriyor. Yani sadece ruh haliniz değil, biyolojik düzeyde de iyileşme mümkün. Bu, umudu gerçek bir zemine oturtan en güçlü bulgulardan biridir.Terapi Neden Önemli?İnsanın kendi zihnini yakalaması kolay değildir. Hele ki depresyonun ortasındayken, düşünceler öyle ikna edici gelir ki, çıkış yolu göremezsiniz. İşte bu yüzden profesyonel destek, iyileşmenin en güçlü adımlarından biridir.Terapi yalnızca teknik öğretmekten ibaret değildir. Asıl önemli yanı, güvenli bir alan yaratmasıdır. Bir terapistin yanında, en derin kaygılarınızı ve en karanlık düşüncelerinizi yargılanmadan paylaşabilirsiniz. O anlarda, aslında tek başınıza olmadığınızı fark edersiniz. Bu, iyileşmenin kalbinde yatan en büyük ihtiyaçtır:anlaşılmak.İyileşme Gerçekten Mümkün mü?Birçok insan, depresyonun ya da kaygının sonsuza kadar süreceğini sanır. “Bende bir bozukluk var, asla düzelmeyecek” düşüncesi sıkça duyduğum bir cümle. Oysa doğru yöntemlerle depresyondan ve yoğun kaygıdan çıkış mümkündür. Üstelik bu iyileşme sadece geçici bir düzelme değil, uzun vadeli bir değişim de olabilir.Zihnimiz esnektir. Nasıl ki yıllar boyunca olumsuz düşünceleri alışkanlık haline getirdiysek, aynı şekilde daha dengeli ve gerçekçi düşünceleri de öğrenebiliriz. Bu da duygularımızı dönüştürür. Tıpkı kaslarımız gibi, zihnimiz de çalıştıkça güçlenir.Yalnız DeğilsinizEğer şu anda kendinizi çıkmazda hissediyorsanız, bu sadece sizin başınıza gelmiyor. Dünyada milyonlarca insan benzer duygularla mücadele ediyor. Fakat çoğu, yardım istemekten çekiniyor. Oysa yardım istemek bir zayıflık değil; aksine, cesur bir adımdır. Karanlığın ortasında “Artık dayanamıyorum” diyen ses, aslında iyileşme isteğinin işaretidir.Şunu bilmenizi isterim: Depresyon ya da kaygı sizi tanımlamaz. Siz bu duyguların toplamından çok daha fazlasısınız. İyileşme süreci, kendi içinizdeki gücü yeniden keşfetmenize yardımcı olur. Ve evet, şu an ne kadar ağır olursa olsun, bulutlar bir gün dağılır ve güneş yeniden görünür.Şunu da unutmamak gerekiyor: İyileşme süreci bazen inişli çıkışlı olabilir. Bir gün kendinizi çok güçlü hissederken, ertesi gün aynı karamsar düşünceler geri gelebilir. Bu, sürecin normal bir parçasıdır. Tıpkı yürümeyi öğrenen bir çocuğun sık sık düşüp yeniden kalkması gibi… Önemli olan, her düşüşten sonra tekrar ayağa kalkmayı seçebilmektir. Her küçük adım, gelecekte daha sağlam bir duruşa dönüşür.Unutmayın: Kendinizi iyi hissetmek, kimseye değil, yalnızca size karşı bir borcunuzdur. Bazen en zor gelen şey, ilk adımı atmaktır. Ama o ilk adım, hayatınızı değiştirecek sürecin başlangıcıdır.Eğer hazırsanız, bir terapistle görüşmeye başlamak, zihninizi yeniden eğitmek ve yaşamınıza yeni bir bakış açısı katmak için atabileceğiniz en değerli adımdır. İçinizden “Benim için çok geç” diye düşünüyorsanız, işte tam da o düşünce, dönüşümün başlayacağı noktadır. Çünkü değişim ihtimali, en karanlık anlarda bile vardır.

Funda AKYOL 19.08.2025

Hayır deme sanatı

Sağlıklı sınırlar huzurlu bir zihin getirir.İletişimlerde hayır diyememenin bazı getiri ve götürüleri vardır. Örneğin, karşımızdaki kişiyi kırmamak ve ilişkinin sarsılmaması bizim için bir yarardır. Öte yandan lüzumsuz bir durumun içerisine girmek veya bir sohbeti bitirip yapmamız gerekenlerle ilgilenmek istediğimizi söyleyemediğimiz için bir yerde mahsur kalmak da hiç kuşkusuz bir götürüdür. Acaba bu yarar ve zararları gözetirken bazen kendi önceliklerimizin bulanıklaştığı kendimizi istemediğimiz bir durumda ikinci plana attığımız oluyor olabilir mi?İnsan birçok durumda hayır deme zorunluluğundadır, örneğin karnı tokken bir yiyecek ikramına, vakti yokken bir sohbete, yorgunken fiziksel bir yardıma veya mali olarak bütçesini sarsacak bir borç vermeye... Uzaktan bakıp düşündüğümüz zaman bunlar epey bariz örneklerdir ancak yaşarken kendi zihnimiz bazen karşı tarafın neler düşünebileceğine gereğinden fazla odaklanır, ben ona şuan katılmazsam benimle bir daha bu kadar samimi olmayabilir gibi düşüncelere girer. Buna eşlik eden bir kaygı ortaya çıkar ve kişi pasif bir onaylama haline girip kendisini karşı tarafa teslim eder. Ancak burada daha yakından baktığımız zaman karşı tarafın talebini tam anlamıyla anlamamış olduğumuzu görürüz. Çünkü karşımızdaki kişi yalnızca ufak bir sorunu çözmek için yardım arayışında olabilir ve bunu çözebilecek çeşitli insanları zihninden geçirip onlardan sırayla yardım isteyecek ve müsait olan ve ona yardımcı olmaya istekli bir kişiyi bulana kadar devam edecektir. Burada yardım talebi de gayet insanidir, hayır demek de öyle. Burada dönüp dolaşan olay kendisine soru sorulmuş olan kişinin zihnindedir.Hayır demekte zorlanan kişinin zihnini incelediğimizde birkaç şey gözümüze çarpar. Bunlar:Karşıdaki kişiyi incitmekten korkmak: İnsanların karşısındaki kişiyi anlamak için yapacağı ilk iş kendi anlayış biçimine onun da sahip olduğunu düşünmek ve onu kendisi gibi bilmektir. Bir kişi eğer ki reddedilmeye karşı büyük bir hassasiyete sahip ise karşısındaki kişinin de bu konuda hassas olacağını düşünür ve bir konuda hayır derse onu kırmış olacağını düşünür (bunun bilinçli bir düşünme olması gerekmez).Hayır demenin kendisine bir yaptırım olarak döneceğine olan abartılı bir inanç: Yetiştiği ailede diktatörlük olan kişiler kendi gelişimlerinde herhangi bir şeye hayır diyememiş ve bu becerisini geliştirememiş kişilerdir. Bu kişiler kendi ihtiyaç veya isteklerini belirttikleri vakit bencil olmakla suçlanmış, herhangi bir şeye akıllarının ermeyeceği şeklinde cesaretleri kırılmış kişilerdir ve o aile ortamındaki eleştirel sesi içselleştirmişlerdir. Karşılarına çıkan kişilere de zihnindeki kalıplara uygun roller biçmiş ve hayır dediği vakit (kendi isteğini belirttiğinde) kendisini buna pişman etmek için fırsat kollamaya başlayacağını düşünmeye başlayacaktır.Bir şeye karşı çıktığı vakit artık sevilmeyeceğine inanmak: Aile içinde belki de duygusal olarak en temel ihtiyaçlardan birisi koşulsuz sevgidir. Koşulsuz sevgi bir kişinin kendini sevebilmesi için en temel ihtiyaçtır. Sevgi ve sevilmek düşüncelere, tercihlere, başarılara, zenginliğe göre artıp azalan bir şey değildir. Ancak sevginin bir ifadesi olan ilgi düzenli olarak koşullara bağlı olarak gösteriliyorsa kişi kendisini ilgi göreceği, sevileceği koşulları yarattığı müddetçe sevilebilir bir varlık olarak görecektir. Bu durum ise kişinin kendisini sevmesini her zaman koşullara bağlı kılacaktır. Koşullara bağlı sevilmeye inanmış kişi ise kendisini o koşullar içinde tutacak, ihtiyaçlarını belirtmeyecek ve hayır diyemeyecektir.Karşıdaki kişinin her zaman kendinden daha yetkin olduğuna dair inanç: Çocukluğundan itibaren fikri sorulmayan, kendisine bir ifade alanı tanınmayan kişiler ruhunun fikir üreten, anlayan, çözüm üreten ve tercih eden yanını ötekilere devretmiştir. Bu o kişinin kendisini aşağılanmadan koruma yoludur. Hangi yemeği yiyeceğinden evleneceği kişiyi seçmeye kadar kendi kararını başkalarına devreden insanları görürüz hayatta. Bu kişiler için karşıdaki kişiye hayır demek çok büyük bir hale gelmiştir ve çoğunlukla ötekilerin buyrukları katlanılmaz hale geldiğinde herkesle iletişimi kesme, çılgınca tepkiler verme hatta insanlara ve kendine zarar verme şeklinde ortaya çıkabilir. Oysaki yerinde söylenmiş sade ve net bir hayır bazen kişiyi içinden yıllarca çıkamayacağı dertlerden kurtarabilir.Bu gibi durumların örnekleri çoğaltılabilir ancak şuan bu konuyu daha teorik bir şekilde ele almak istiyorum. Sigmund Freud' un psikanalitik gelişim teorisinde ikinci gelişim evresi olan anal dönem çocuğun ben ve hayır kelimesini öğrendiği dönemdir. Bu dönemde çocuğun ilk kez kendi kontolü altında olan unsurun ortaya çıktığı dönemdir. Dışkılama kontolü gelişir ve tutma bırakma becerisi kişilik için bir dönüm noktasıdır. Bu şekilde başlayan yeni beceri ben ve hayır demektir. Çocuk karşısındakinin kontrolüne karşılık kendi kontrol duygusunu geliştirir. Bu yanlızca bir tuvalet eğitimi meselesi değildir. Kendi istekleri ile dünyanın kuralları, ötekinin beklentisi arasında bir köprü kurma becerisini geliştirme yolculuğudur. Temel kargaşa ötekinin dediğine tamamen teslim olmak ile yalnızca kendi istediklerini yapmak arasında bir yer bulabilmektir. (1) Çocuğun kendi işlerini yapmaya karşı olan arzusu, yapacaklarına dair karar verme becerisi oluşmaya başlar. Burada ebeveynlerinden iki uç tepki arasında bir tepkiyle karşılaşır; mutlak kontrolcülük ve tamamen serbest bırakmak. Bu iki uçtan mutlak kontrolcülüğe yakın olan ebeveynler çocuklarının her yapıp ettiğini kontrol etme, yönlendirme eğiliminde olur ve çocuk buna karşı bir mücadele içerisine girer. Ağlar, bağırır, vurur, istenilenin tam tersini yapar... Ancak bir zaman sonra bu güçle mücadele edemeyeceğini anladıktan sonra buna teslim olur ve kendi davranışlarını anormal bir düzeyde karşısındakine kendini beğendirmek için yapar hale gelir. Belki dışarıdan uslu bir çocuk olarak görünür ancak kend yaşantısını ötekileri memnun etmek için yaşayan bir insan haline gelir. İşte bu kişi ebeveyni ile kurduğu bu ilişikinin zihninde oturması sonucu yetişkinlik hayatında hayır demeye kendinde güç bulamaz, hem karşısındakine gücü yetmez hiçbir zaman hem de karşısındakinin gazabını uyandırmaktan korkar. Oysa ki sağlıklı olan çocuğun kendi ihtiyaçları için çoğunlukla kendisinin yol bulmasına izin vermek ve rehberliğe ihtiyacı olduğunda veya zarar gördüğünde çocuğa destek olunmasıdır. Bu şekilde yetişen bir çocuk durumları değerlendirirken hem kendisini hem de karşısındakini önemser. Terapi buna sahip olamamış kişilerin sonradan bu güvenlik duygusuna sahip olmasını sağlar. Bir diğer başlık olaraksa nezakete uygun olarak hayır demenin yollarını öğrenmektir. Bunun içinse size Türk kültüründe net ve kibar reddetme stratejilerinden bazılarını sıralayacağım (2):Açık ve kesin bir dille reddetme: Muhatabınızı hayır, olmaz, istemez, olmaz ifadeleri ile reddetmektir. X: Nedir bu halin? Gel biraz dinlen, çay içelim. Y: Olmaz, şuan başka bir yere gidiyorum.Açıklama yaparak reddetme: Muhatabınızın isteğini bir gerekçe bildirerek reddetmektir. X: Gece kalsanıza. Y: Bir işim var, bu akşam İstanbul'da olmalıyım.Kibar dille reddetmek: Karşıdaki muhatabın isteğini ona rahatsızlık vermemek yolu ile reddetmek. X: Gideceğiniz yere ben bırakayım sizi. Y: Zahmet vermeyelim size, gideceğimiz yer yakın zaten.Tercih belirterek reddetmek: Reddettikten sonra tekliften başka neyi tercih ettiğimizi belli etmektir. X: Ben de seninle geleyim. Y: Olmaz, yalnız gitmek istiyorum.Konuyu değiştirerek reddetme: Teklife ufak bir cevap verdikten sonra başka bir yöne yönelmektir. X: Benim şu işi bi hallediversek? Y: Şuan bunun yeri değil. Bir bardak su alabilir miyim?Teşekkür ederek reddetme: İyi niyetli olduğunu bildiğiniz bir teklife teşekkürle yanıt verip sonrasında reddetmektir. X: Sizin hastane işlerinizi halledelim isterseniz? Y: Teşekkür ederim ancak biz o işi hallettik.İşte bu ve buna benzer basit ama etkili yollarla karşıdaki kişileri incitmeden ve kendimiz de istemediğimiz şeylere dahil olmadan iletişime devam edebiliriz. Hayır demenin hayattaki önemi bazen kendimizi çok alakasız durumlarda bulduğumuzda aklımıza gelir ancak hayır demek evet demek kadar normaldir.Kaynakça:Freud, S. (2000). Cinsellik üzerine üç deneme (A. Yalçıntan, Çev.). Payel Yayınları.Çürük, M. S. (2014). Türkiye Türkçesindeki reddetme stratejilerine bir bakış. Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, 33, 1–19.

Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Hayatta bazen öyle anlar olur ki, olanı olduğu gibi kabul etmek en zor şey haline gelir. Yaşadığımız bir olay, hissettiğimiz bir duygu ya da içimize sinmeyen bir gerçekle yüzleşmek… Bazen o kadar ağır gelir ki, zihnimiz hemen devreye girer:Bu gerçek olamaz...Bunu hak etmedim...Böyle olmamalıydı...İşte tam da burada başlar içsel savaş. Zihin bir yandan inkâr eder, kalp bir yandan ağrır. Ve biz bu ikisinin arasında kalakalırız. Kabullenememek bir savunmadır aslında. Bizi korumaya çalışan, acıyı biraz daha ertelemeye çalışan bir refleks. Ancak her bastırılan duygu gibi, bu da içimizde büyür. Göz ardı ettikçe bizi daha çok zorlayan bir yük haline gelir.“Bu böyle olmamalıydı…”Kabullenemediğimiz şey sadece yaşadıklarımız değil; bazen kendimiz de olabiliriz. Bir davranışımız, bir seçimimiz, bir özelliğimiz... “Ben böyle biri değilim” deriz, “Bunu nasıl yaptım?” deriz ya da “Keşke öyle olmasaydı.” Bu sözlerin arkasında pişmanlık da olabilir, hayal kırıklığı da hatta öfke bile…Kabullenemediğimiz şeyler çoğu zaman günlük hayatımıza da yansır. Örneğin, biten bir ilişkiyi kabullenemediğimizde kendimizi sürekli geçmişte yaşarken buluruz. İş yerinde yaşanan bir haksızlığı kabullenemediğimizde içten içe öfkemizi büyütürüz. Sevdiğimiz birinin artık hayatımızda olmadığını kabullenemediğimizde yas sürecine adım atamaz, içimize kapanırız. Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü kabullenememek hayattan uzaklaştırır. Gerçeklikten koparır. Olanla barışamayınca, olmayana tutunuruz.Kabullenmek, pes etmek değildir!Çoğu kişi kabullenmeyi bir yenilgi gibi görür. Oysa kabullenmek, olanı olduğu gibi görmek ve onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaktır. Direnmeyi bırakıp, yavaş yavaş iyileşmeye yer açmaktır. “Evet, bu oldu. Ama ben bununla ne yapabilirim?” sorusunu sorabildiğimiz anda başlar aslında değişim.Kabullenmek, hayata yeniden temas etmektir. Kendini olduğu gibi görmeye, hissettiklerini tanımaya ve içinden geçtiğin süreçlere saygı duymaya başlamak demektir. Bu, çok kıymetli bir adımdır.Peki, neden bu kadar zor?Çünkü insanız. Ve insan olmak bazen acı verir. Her şey kontrolümüzde olsun isteriz. Kalbimiz kırılmasın, hatalar yapmayalım, sevdiğimiz insanlar hep yanımızda olsun... Ama hayat böyle değildir. Ve bu gerçek, her zaman kolay kabullenilmez.Ayrıca çoğu zaman kendimizi güçlü hissetmek zorunda hissederiz. "Ben böyle bir şeyle baş edemem" demek, zayıflık gibi gelir. Oysa en büyük güç bazen çaresizliğimizi kabul edebilmektir. Çünkü ancak kabul ettiğimiz şeyleri dönüştürebiliriz.Duygularla yüzleşmek, içsel direnci kırmak kolay değildir. Bu yüzden birçok kişi, acıyı bastırmak için meşguliyet üretir. Yoğun çalışır, duygulardan uzak durur, eğlencenin içinde kaybolur. Ama ertelenen hiçbir duygu yok olmaz. Uygun bir zaman, bir tetikleyiciyle yeniden kendini hatırlatır. Bu da zamanla daha büyük bir zihinsel yük oluşturur.Unutulmamalıdır ki:Bazen insanlar dışarıdan bakıldığında son derece güçlü, sakin ve kontrollü görünebilir. Ancak iç dünyasında neler olup bittiğini kimse bilmez. “İyiyim” demek kolaydır çünkü gerçek duyguları anlatmak, bazen onları kendine bile itiraf etmek zordur. Ama bastırılan her şey bir yerde kendini gösterir: bir gece aniden gelen ağlama hissinde, durduk yere ortaya çıkan öfke patlamalarında ya da hiçbir şeyden keyif alamadığın o sessiz günlerde…Kabullenememek çoğu zaman duyguların üzerini örtmek gibi görünür, ama aslında o duygular içimizde kendi yolunu bulup dışarı çıkmanın bir yolunu arar. Oysa her duygunun görülmeye, duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda kalbe de temas eden bir içsel yolculuktur.Hayatın bazı dönemleri zordur ve insan bazen nereye tutunacağını bilemez. İşte o anlarda biriyle konuşmak, sadece dinlenmek bile çok şey değiştirebilir. İçinden çıkamadığın duyguları paylaşabildiğinde, o yük hafifler. Ve bu hafiflik, zamanla yerini daha sağlam bir iç dengeye bırakır. Zamanla fark edersin ki; bu denge seni aradığın huzura biraz daha yakınlaştırmış ve kara bulutlar artık senin üzerinden kalkmaya başlamıştır.Kabullenmek, psikolojik sağlamlığımız açısından etkili bir nokta olmakla beraber, insanı olgunlaştıran da bir eylemdir. Bu süreç; kişinin kendini tanımasını, duygularıyla yüzleşmesini ve gerçeklerle barışmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda bu eylemi gerçekleştirmek, bireyin destek almadan üstesinden gelemeyeceği kadar zorlayıcı olabilir. Özellikle birey bu süreci yaşarken denge kavramını unutmamalıdır; zira bu denge, hem içsel huzur hem de sağlıklı ilerleyiş için temel bir gerekliliktir.Değiştiremeyeceklerimizi kabullenmek bir olgunluksa, değiştirebileceklerimizi fark etmek bir gelişimdir. Hayat, bu ikisi arasındaki dengeyi kurabilme sanatıdır ve bu dengeyi kurabilen birey, yaşamın zorlukları karşısında daha dirençli ve esnek bir duruş sergileyebilir.Terapi bu noktada ne sağlar?İçinde taşıdığın ama adını koyamadığın duygularla yüzleşmek, çoğu zaman tek başına zorlayıcıdır. Bu noktada terapi, sana yargılanmadan dinleneceğin, duygularını anlamlandırabileceğin ve kendi hızında ilerleyebileceğin güvenli bir alan sunar.Ben seanslarımda bilişsel davranışçı terapi ve çözüm odaklı terapi yaklaşımlarını esas alıyor, her süreci danışanın ihtiyacına göre esnek bir şekilde yapılandırıyorum. Terapiye başlamadan önce 5-10 dakikalık kısa bir ön görüşme fırsatı tanıyorum. Bu süreç, senin neye ihtiyaç duyduğunu birlikte anlamak için ilk adımdır. Seanslarımız ortalama 50 dakika sürer.Güven, açıklık ve birlikte yol alma duygusu benim için bu sürecin temelini oluşturur. Çünkü biliyorum ki birinin sadece seni anlamaya çalışması bile bazen çok şey değiştirir.Belki de ilk adım sadece fark etmektir...Kendine sormayı deneyebilirsin: “Hayatımda kabullenmekte zorlandığım ne var?”, “Beni en çok yoran duygu ne?”, “Ne zaman gerçekten kendimle yüzleştim?”Eğer bu sorular sende bir şeyleri harekete geçiriyorsa, yalnız olmadığını bilmeni isterim. Bu duygularla birlikte yaşamanın daha sağlıklı yolları var. Ve bu yolları birlikte keşfetmek mümkün.Hazır hissettiğinde, bu yolculukta sana eşlik etmekten memnuniyet duyarım :)

Tayfun AKGÜN 01.08.2025