1. Uzman
  2. Zümrüt Yaren SERT
  3. Blog Yazıları
  4. Kendimizi ” Sabote ” ediyor olabilir miyiz ?

Kendimizi ” Sabote ” ediyor olabilir miyiz ?

Spora başlama kararınızı yarıda bıraktığınız , kilo vermeyi ve sağlıklı beslenmeyi istediğiniz halde daha çok yediğiniz , yarınki sınava çalışmanız gerektiğini bildiğiniz halde kendinizi halsiz ve hasta ve depresif hissettiğiniz , yeni bir işe başlamak istediğiniz için başvurduğunuz işin mülakatına ” bir şekilde ” gitmediğiniz zamanlar oldu mu ?


Cevabınız çoğunlukla ” evet ” ise kendinizi sabote ediyor olabilirsiniz.


Performansımızı önemsediğimizde, ancak başarı olasılığımızdan şüphe duyduğumuz zamanlar , benliğimizi korumak amacıyla kendini sabote etme adı verilen bir davranış sergileyebiliyoruz. Bu davranış, özellikle yeni çabalar içine girdiğimizde ortaya çıkar .Oldukça sinsidir ve çoğu zaman asıl resmi görmemiz oldukça zor olabilir.

Bazen kendimizi bilinçli bir şekilde sabote ederken ( Diyetteyken bol kalorili bir tatlı yemek gibi ) , bazen de bilinçsizce ( kaygılandığınız bir ödeve başlamak için sona güne kadar beklediyseniz ) sabote ederken bulabiliriz.


Psikoloji literatüründe, ”’başarısızlık korkusu”, “mükemmeliyetçilik”, “risk almak” ve “hata yapmak” korkuları da, kendi kendini sabote etmek kavramı içinde değerlendiriliyor. Elliot ve Thrash isimli araştırmacıların şu saptamasına katılmamak olası değil. “Kişiler, hata yapma korkusu nedeniyle, çeşitli durumlara hazırlık yapmayı ertelemekte, olumsuz çıktılar oluşturarak, olası başarısızlık sonucu yaşayacakları utanç duygusundan benliklerini korumaya çalışmaktadırlar.



Peki Neden kendimizi sabote ederiz ?


Bireyler kendileri hakkında olumlu duygulara sahip olmayı, kendilerini yeterli hissetmeyi ve yaşamları ile ilgili başarı ya da başarısızlık olasılıklarına ilişkin önemli sonuçları kontrol edebilmeyi isterler . Kendini sabote etme davranışları bireylerin başarısızlıklarını dışsallaştırmalarına olanak sağladığı ve böylece benliklerini koruduğu için tercih edilen davranışlardır. Dolayısıyla, bireyin benliğini korumak için kendini sabote etme davranışına ihtiyaç duymamasını sağlamak, sabotajı önlemek için en uygun yardım yaklaşımlarından biri olmaktadır. Bu bağlamda, öz-yeterlilik, kendiliğin olumlu algılanması, öz-saygı gibi benlik ile ilişkili özellikler önem kazanmaktadır. 


Kendimizi sabote etme, çocukluğumuzdan itibaren kendiliğimize ve başarıya ilişkin geliştirdiğimiz olumsuz bilişsel yapılardan kaynağını almaktadır. Örneğin Çocuğa, akademik başarı gibi belirli görevlerdeki performansına dayalı olarak değerli olduğu duygusunun aşılanması çocuğun ebeveynlerine başarılı görünmek, onları mutlu etmek, onların dikkatini çekmek ve kendilik değerini korumak için kendini olduğundan daha yetenekli ve zeki gösterme çabası içine girmesine yol açabilmektedir. Zaman içinde bu eğilim kendini sabote etme davranışlarını ortaya çıkarmaktadır.


Kendini sabote etme stratejilerinin kullanımındaki ana nedenlerden bir diğeri ise, hata yapma korkusudur. Hata yapma korkusu nedeniyle kişiler çeşitli durumlara hazırlık yapmayı ertelemekte, olumsuz çıktılar oluşturarak olası başarısızlık sonucu yaşayacakları utanç duygusundan benliklerini korumaktadırlar.


Kendini sabote etme stratejisinin kullanımına neden olan etkenlerin bazıları ise

kaygı üzerine temellendirilmektedir. Özellikle yeterliği değerlendirmeye yönelik eylemlerin yapılacağı durumlarda birey başarılı olamama ya da yetersiz olma ihtimaline ilişkin bir kaygı yaşamaktadır. Birey, başarısız olabilme düşüncesine eşlik eden bu kaygıları giderebilmek için çeşitli arayışlar içerisine girmektedir. Ancak birey, arayış içerisine girdiği yöntemler arasından genellikle kendisini başarısız gösterme ihtimali olanları ortadan kaldırmayı tercih etmektedir.


Peki kendimizi sabote ettiğimizi nasıl anlayabiliriz ?


Öncelikle en yaygın davranışlardan biri ” Erteleme Davranışı ” ve ” Her yere geç kalma ” olarak karşımıza çıkar. Devamında ” Sorumluluklardan kaçma” , ” Hazırlık Eksikliği ” , ”Zorlandığında vazgeçmek ” , ” Girişken olmamak ” gibi davranışlar takip eder.


Kendimizi sabote etmeyi nasıl durdurabiliriz ?


Öncelikle “Kendi kendini sabotaj” eylemlerinden korunabilmek için öz yeterlilik kavramı, yani, insanın kendini pozitif algılaması; öz saygı gibi benlik ile ilişkili özelliklerin önemli olduğunu söyleyebiliriz. Öz yeterlilik algısının, çocukluk dönemlerinden itibaren geliştirilmesinde ebeveynler ve onlarla olan ilişkiler önem taşıyor. Benlik gelişiminde ebeveyn-çocuk etkileşiminin kalitesi, bireylerin gelecek dönemlerdeki yaşam kalitesini ve davranış şekillerini etkiliyor.



Sabote edici düşüncelerinizi tanımlayın.

Gün içinde sayısız düşünce zihnimizden gelir ve geçerler. Bazen hangi düşünce bizi olumsuz etkiliyor , hangi düşünce bizi baltalıyor farkında olmayabiliyoruz. Öncelikle bu düşünceler neler olabilir bir düşünelim. Bu tarz bir düşüncenin aklımızdan geçtiğini hissettiğimiz anda durun ve bu düşüncelerinizi gözden geçirin.


İç ses diyologlarınızı değiştirin.

Yeni bir serüvene atılırken kendimize söylediğimiz olumsuz sözler çok da işimize yaramaz. Kendinize acımasız davranmayın. Başkalarını gösterdiğiniz şefkati ve anlayışı kendinize gösterin. Her zaman aynı hayatları tekrarlamak zorunda değilsiniz…


Kendinizi destekleyici davranışlar geliştirin.

Kendinize söyleyeceğiniz pozitif şeyler neler ? Seçenekleriniz neler ? Hedeflerinize ulaşmanızı sağlayan birden fazla yol var mı ? Daha önceki başarılarınızı gözden geçirerek daha başarılı olmak için nasıl dersler çıkarabilirsiniz ?


Sosyal Çevrenizi gözden geçirin.

Sizi aşağı çeken insanlarla daha az , ilham veren kişilerle daha çok vakit geçirmeye çalışın. Çevrenizde size cesaret veren kişiler bulundurmaya çalışın.


Hedeflerinizi belirleyin.

Hedeflerinizi koyarken yeteneklerinizi doğru şekilde kullanabileceğiniz , gelişiminizi destekleyen hedefler belirleyin. Unutmayın , herkesin ritmi aynı değildir. Kendimizi tanımak hedef koymada önemli bir faktör. Asıl hedefinize ulaşmak için adımlarınızı günlük ve haftalık planlara bölmek hem gözünüzü korkutmayacak hem de hedefin ulaşılabilirliğine atıfta bulunmanıza yardımcı olacaktır. Her gün spor yapmak bugüne kadar sporu çok fazla aralıklarla ve belki hiç yapmamış biri için gerçeklikten uzak bir hedef olacaktır. Küçük adımlarla üç günde bir şeklinde bir planlama yapmak hedefinizin tamamından vazgeçmenizi engelleyecektir.


Hangi durumlarda bir uzmana danışmalıyız?


Kendine sabote davranışımız günlük işleyişimizi etkileyen, hedeflerimize erişmemizi engelleyen ve belirli kısır döngüler içinde kalmamıza yol açan duruma geldiğinde uzmana danışmak gerekir.



Uzman Klinik Psikolog Zümrüt Yaren SERT


KAYNAK :


Özçetin, Y. S. Ü., & Hiçdurmaz, D. (2016). Kendini Sabote Etme ve Ruh Sağlığı Üzerine Etkisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 8(2), 145-154.

https://www.psychologytoday.com

Yayınlanma: 26.04.2023 13:36

Son Güncelleme: 26.04.2023 13:36

Zümrüt Yaren SERT
Zümrüt Yaren SERT
Uzman Klinik Psikolog
Uzmanlıklar: Travma ve İlişkili Bozukluklar , Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları , Depresyon ve Mutsuzluk
Uzman Klinik Psikolog ve Aile Danış Devamını oku
Online Terapi
süre 50 dk
ücret 700
Yüz Yüze Terapi
süre 50 dk
ücret 800
Bunları da sevebilirsiniz...
baglanma-stillerimiz-ayrilik-surecini-nasil-etkiliyor

Günümüzde ayrılığa dair hepimizin bildiği bir gerçek var. Ayrılık kararı bizi hem psikolojik hem de fiziksel anlamda fazlasıyla olumsuz etkiliyor. Peki bizi bu kadar olumsuz etkileyebilecek kararı nasıl alabiliyoruz? Araştırmalara göre, ayrılık kararı almamızda en önemli etkenlerden biri iletişim problemleri. Bunun yanı sıra, partner ile yakınlık kurmakta güçlük çekme, güven ve sadakat ile ilgili yaşanan problemler, finansal problemler, ilişki içerisinde sıkça çatışmaların yaşanması, cinsel problemler yer alıyor.Peki ayrılık sonrası davranışlarımızı ve duygularımızı belirleyen faktörler neler?Yapılan pek çok farklı çalışmaya göre ayrılık sonrasında sergilediğimiz davranışlar ve duygular bağlanma stillerimiz ile oldukça ilişkililer. Bağlanma stilimizin ne olduğunu keşfetmek, romantik ilişki içerisinde yaşadığımız problemlerin kökenini bulmamıza ve bu problemleri çözmemize yardımcı olur. O zaman aklımızda şöyle bir soru canlanıyor, nedir bu bağlanma stilleri?Bağlanma stilleri, doğumdan itibaren diğer insanlarla nasıl bağ kuracağımızı, çevremizle nasıl iletişime geçeceğimizi ve romantik partnerimiz ile nasıl bir ilişki yaşayacağımızı belirleyen bir yapıdır. Biliyoruz ki, hayatta kalabilmemiz için diğer insanlara ve bağlanmaya ihtiyacımız var. Yapılan pek çok araştırmaya göre, insanlarla sağlıklı bağlar kurduğumuzda, daha mutlu ve psikolojik açıdan daha sağlıklı bireyler oluyoruz. İnsanlarla sağlıklı bağlar kurmak, bizi hem psikolojik hem de fiziksel olarak olumlu etkiliyor. Temel olarak 3 farklı bağlanma stili vardır. Bunlar; güvenli bağlanma, kaygılı bağlanma ve kaçıngan bağlanmadır.Güvenli BağlanmaÇocukluk hayatında güvenli bağlanma gerçekleştirmiş bireyler, yetişkinlik hayatında uzun vadeli ilişkiler yaşayan, yüksek özgüvene sahip olan, yakın ilişkilere girmekten kaçınmayan ve keyif alan, ihtiyacı olduğunda çevresinden sosyal destek talep edebilen ve duygularını yakın çevresiyle çekinmeden paylaşabilen kişilerdir.Kaygılı BağlanmaÇocukluk hayatında kaygılı bağlanma gerçekleştirmiş bireyler, yetişkin hayatlarında çevresindeki insanlara karşı güvenmekte zorluk çekerler, genel olarak başkalarına karşı duygusal bağ kurma ve yakınlık kurma konusunda isteksizdirler. Çevresindeki insanları ve kendi duygularını anlamakta güçlük çekerler ve duygulara karşılık vermekte zorlanırlar.Kaçıngan BağlanmaÇocukluk hayatında kaçıngan bağlanma gerçekleştirmiş bireyler, yetişkin hayatlarında yakın ve derin ilişkiler kurmakta fazlasıyla zorlanırlar. Yakın ilişki içerisinde bulunmaktansa, özgürlüğü ve bağımsızlığı tercih ederler. Romantik ilişkileri kendilerinin özgürlüğüne ve bağımsızlığına yönelik bir tehdit olarak algılama eğilimindedirler. Birini derinden tanımaya ve bağlanmaya karşı koyarlar.Nasıl güvenli bağlanan biri olabilirim?Bağlanma stilleri çocukluktan itibaren bize yerleşmiş olsalarda değiştirebilmek ve güvenli bağlanan bir insan olmak mümkündür. Öncelikli olarak hangi bağlanma stiline sahip olduğunuzu bulun. Fark etmek değişimin birinci adımıdır. Sonrasında bir ilişkide nelere ihtiyacınız olduğunu, neleri beklediğinizi, partnerden beklentilerinizi, kendi duygularınızı ve düşüncelerinizi keşfetmeye çalışın. Bunları keşfettikten sonra bilişsel çarpıtmalarınızı bulup, onları gerçekçileriyle düzenlemeye çalışın. Bilişsel çarpıtmalarınızı düzenlemekte güçlük çekerseniz, bir uzmandan destek alabileceğinizi unutmayın.Bağlanma stilleri ayrılık sonrası verdiğimiz tepkileri nasıl etkiliyor?Ayrılık sonrasında sergilediğiniz davranışlar ve aklınızdan geçen düşünceler çocukluk çağında ailenizin size sergilediği tutum ve davranışlardan şekilleniyor olabilir mi? Yapılan araştırmalara göre bu sorunun cevabı evet. Çocukluk çağlarımızda güven duyabileceğimiz bir bakım verene sahip olmak, olumsuz duygular yaşarken bu duygularla baş edebilmemiz konusunda bize yol gösterecek birinin olması, neden böyle hissettiğimizi anlattığımızda bakım verenin bizi dinlemesi ve anlayışlı bir şekilde yaklaşması, bu olumsuz duygularla baş edebilmek için bize çözüm konusunda yardımcı olması yetişkinlik hayatımızda ilişkilere, problemlere ve ayrılıklara bakış açımızı oldukça şekillendiriyor ve etkiliyor.Çocukluk yıllarında güvenli bağlanma geliştiren bireyler, ayrılık sonrasında kontrol etme veya zarar verme davranışlarını daha az sergiliyorlar. Her ayrılığın getirmiş olduğu doğal ayrılık sürecini yaşayarak, hayatlarındaki işlevselliği geri kazanıyorlar. Çocukluk çağında kaçıngan bağlanma geliştiren bireylerde ayrıldıktan sonra kontrol etme veya zarar verme davranışlarını daha az sergiliyorlar. Ancak araştırma sonuçlarına göre bunun sebebi zaten yakınlık kurmakla ilgili yaşadıkları problemlerin var olması ve yakın ilişkiler kurmayı özgürlüklerine bir tehlike olarak algılamalarıyla oldukça ilişkili.Çocukluk çağında kaygılı bağlanma geliştiren bireylerde ise ayrılık sonrasında kontrol etme ve zarar verme davranışları oldukça sık gözlemleniyor. Özellikle eski partneri rahatsız edici boyutta aramaya veya mesaj atmaya yönelik davranışlar oldukça sık gözlemlenenler arasında yer alıyor. Eski partnerlerinden bekledikleri veya istedikleri tepkileri alamadıklarında ise hakaret etme veya manipülatif davranışlarda bulunma olasılıkları oldukça artıyor.Kaygılı bağlanmaya sahip olan kişiler ayrılığın getirmiş olduğu doğal süreci yaşamayı da çoğu zaman reddedip, yaşanmış olan ayrılığı inkar edip, duygularını ve düşüncelerini bastırmaya çalışabiliyorlar. Bu durum ayrılıkla ilgili yaşanması gereken süreçlerin yaşanmasının önüne geçiyor ve kaygılı bağlanan kişiler yoğun bir biçimde korku, acı, öfke, üzüntü duygularını deneyimliyor. Duyguların yoğunluğundan kaynaklı olarak duygu regülasyonu yapmakta güçlük çektiklerinden ötürü düşünce ve davranışlarınıda düzenlemede problemler yaşıyorlar. Buda uzun vadede hayatlarında daha çok olumsuzluklar ve depresif belirtiler oluşmasına, kişide gerçekçi olmayan gelecekteki partnerlere yönelik terk edilme korkusunun ortaya çıkmasına sebep olabiliyor.Geçmiş ilişkide ve ayrılık sürecinde oldukça olumsuz deneyimlerle karşılaşan bu bireyler, gelecekteki var olabilecek ilişkisinde de aynı problemleri yaşamamak adına, çeşitli bilişsel çarpıtmalar yaparak daha şüpheci, kuşkucu ve çatışmalardan uzak durmayı seçen veya çatışmalarla zor başa çıkabilen bireyler haline gelebiliyorlar.Yapılmış olan bu çalışma bize gösteriyor ki, ayrılık sonrası yaşadığımız duygular, düşünceler ve sergilediğimiz davranışlar bağlanma stillerimiz ile oldukça ilişkili.Bu nedenle, sizde ayrılık sürecini zorlu geçiriyorsanız, duygularınızı ve düşüncelerinizi yönetmekte çeşitli zorluklar çekiyorsanız buda günlük hayatınızda çeşitli sorunlara neden oluyorsa, bir uzmandan destek alarak ayrılık sürecini nasıl daha sağlıklı geçirebileceğiniz konusunda gerekli olan yardımı alabilirsiniz.Unutmayın, hayatımızdaki sorunların çoğu genellikle hiç yoklarmış gibi davranmamızdan kaynaklanır. Görmezden gelmek çoğu zaman olumlu bir davranış değildir. Yazıyı Oku

Uzman: Merve Ece KAYHAN

Yayınlanma: 18.08.2022

cocuklar-icin-regulasyon

Regülasyon diğer bir adıyla duygu düzenleme , kişide doğuştan gelen bir yetenek olmaktan ziyade doğum sonrası kazanılan ve bakım veren kişinin oldukça etkin rol aldığı bir beceridir. Duygu düzenleme becerisi, yoğun hisler içindeyken dengede kalabilmeyi , kendimize ve çevremize zarar vermeden duygularımızı sağlıklı bir şekilde ifade edebilmeyi kapsar. Aynı zamanda bireylerin hedeflerine ulaşabilmeleri ve sosyal hayata uyum sağlayabilmeleri için duygusal uyarılmanın başlaması, sürdürülmesi ve yönetilmesini içerir. Kişi tüm bunları yaparken, duygu düzenleme stratejilerini kullanır. Duygu düzenleme becerisi çocuklara , duygularını ve tepkilerini daha sağlıklı ifade edebilmelerini ve problemleriyle daha iyi baş edebilmelerini sağlar. Bebekler ilk doğduklarında duygu düzenleme becerisi tekniklerinden yoksun oldukları için ‘’ağlamak’’ kendilerini regüle edebilmeleri için ilk başvurdukları yöntem oluyor. Yaşamın diğer yıllarında ise ebeveyn regülatör görevinde karşımıza çıkıyor. Örnek verecek olursak , çocuk yere düşüp her ağladığında bakım veren kişi kısa zamanda yanına gelip onu teselli ettiği için , sevgisini ve güvenini hissettirdiği için bundan sonraki diğer benzer anlarında çocuk bekleme süresini artık tolere edebiliyor. Çünkü o zaman çocuk için dünya bilinir ve güvenilir bir hale geliyor ve bu durum çocuğun duygu düzenleme becerisi kazanmasında önemli bir adım olmuş oluyor.Çocukların regülasyonları için yardımcı olabilecek bazı teknikler :Fiziksel temasta bulununSarılın.Çocuğunuzu bir battaniye ile sarıp sarmalayabilirsiniz ve kucağınızda sallarken ona ninni söyleyebilirsiniz ya da dinlendirici bir müzik açabilirsiniz. Gıdıklama ve boğuşmanın olduğu oyunlarda regülasyon için değerli yöntemlerden biri.Fiziksel egzersiz yapmasını sağlayınÇocuğunuzun fiziksek olarak egzersiz yapmasını, hareket etmesini sağlayın.Doğada yapacağınız uzun yürüyüşler, beraber oynayacağınız zıplamalı oyunlar ve egzersizler çocuğunuzun duygu düzenlemesine yardımcı olacaktır.Duygularını ifade etmesine olanak tanıyın ve rol model olun.Çocuğunuzun o anda ne hissettiğini, hangi duygular içinde olduğunu ifade etmesine yardımcı olun. Bunun için onu cesaretlendirin. Arkadaşları oyununa katılmadığında ‘’ Seninle oynamamaları seni üzdü, bunu görebiliyorum.. Seninle oynamalarını isterdin. ‘’ gibi ifadelerle onu anladığınızı kelimelere dökün. Bu ona sonraki seferde duygularını daha rahat ifade edebilmesi için cesaret verecektir. Ayrıca sizin de günlük hayatta üzgün hissettiğiniz durumlarda bunu cümlelerle ifade edebilmeniz çocuğunuziçin rol model olacaktır.Birlikte nefes egzersizi alıştırmaları yapınNefes , durup düşünmek , sakinleşmek ve regüle olabilmek için bize yardımcı olan en önemlitekniklerden. Doğru nefes almak, kendimizi regüle edemediğimiz anlarda, öfkeli olduğumuzda duygularımızı düzenlememizde aktif rol oynar. Çocuğunuz öfkelendiğinde veya yoğun duygular ile boğuştuğu sırada , durup nefesini dinlemesini sağlamak, nefese odaklanmasına yardımcı olmak, birlikte nefes alıştırmaları yapmak duygu regülasyonunda önemli bir nokta. Yazıyı Oku

Uzman: Zümrüt Yaren SERT

Yayınlanma: 11.01.2021

kaygi-bozukluklarinin-cinsellik-uzerine-etkisi

Kaygı Bozukluklarının Cinsellik Üzerine EtkisiKaygı bozuklukları, bireylerin yaşadığı ruhsal rahatsızlıklar arasında yaygın olan ve genellikle yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen sorunlardır. Bu tür bozukluklar, yalnızca kişinin genel psikolojik sağlığını değil, aynı zamanda fiziksel sağlığını ve sosyal ilişkilerini de etkiler. Kaygı bozuklukları, duygusal, zihinsel ve fiziksel belirtilerle kendini gösterir ve bu durum, bir kişinin cinsel sağlığı üzerinde de önemli etkiler yaratabilir. Cinsellik, insan yaşamının doğal ve önemli bir parçasıdır, ancak kaygı bozuklukları, bu alanı olumsuz etkileyebilir. Kaygı, bireylerin cinsel yaşantılarında problemler yaşamasına yol açabilir, bu da genel psikolojik sağlıklarını daha da kötüleştirebilir.Kaygı Bozuklukları ve Cinsellik Arasındaki İlişkiKaygı bozuklukları, bireyin yaşamının hemen her alanını etkileyebilir ve bu durum cinsel yaşamı da kapsar. Kaygı, genellikle kişiyi sürekli bir tehdit veya tehlike algısı içerisinde tutar, bu da kişinin rahatlamasını ve doğal bir şekilde cinsel dürtülerini yaşamasını zorlaştırır. Kaygı bozuklukları yaşayan bir kişi, günlük yaşamda sürekli endişe, stres ve korku ile karşı karşıya kaldığı için, cinsel arzu ve isteksizlik gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Cinsellik, duygusal ve zihinsel olarak rahatlama ve kendini ifade etme gerektiren bir deneyimdir; ancak kaygı bozuklukları, bu rahatlamayı engelleyebilir.Kaygı, vücutta çeşitli fiziksel belirtilerle kendini gösterdiği için, bu durum cinsel işlev üzerinde de olumsuz bir etki yaratabilir. Kaygı bozuklukları, cinsel isteksizlikten performans kaygısına kadar birçok soruna yol açabilir. Bu yazıda, kaygı bozukluklarının cinsellik üzerindeki etkileri ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.Kaygı Bozukluklarının Cinsellik Üzerindeki Etkileri1. Düşük Libido ve Cinsel İstek AzalmasıKaygı bozukluğu yaşayan bireylerin en sık karşılaştığı sorunlardan biri, cinsel isteksizliktir. Kaygı, vücutta stres tepkilerini tetikleyerek cinsel isteksizliğe neden olabilir. Beyin, kaygılı bir durumda olan bireylerde, cinsel dürtüleri baskılamaya eğilimlidir. Birey, sürekli endişe, stres veya korku hissi içinde olduğunda, cinsel arzularını yaşamakta zorlanabilir. Bunun yanı sıra, kaygı bozukluğu yaşayan kişilerde vücutta hormonal dengesizlikler de meydana gelebilir. Stres ve kaygı hormonları, testosteron ve östrojen gibi cinsel isteği tetikleyen hormonların seviyelerini olumsuz etkileyebilir. Bu, cinsel istek ve motivasyonun azalmasına yol açar.2. Cinsel Performans KaygısıKaygı bozukluğu olan bireyler, cinsel ilişki sırasında performans kaygısı yaşayabilirler. Cinsel performansla ilgili kaygılar, bireyin cinsel deneyimini zorlaştırabilir ve bu durum, çiftin cinsel yaşamını olumsuz etkileyebilir. Birey, cinsel ilişki sırasında “başarısız olur muyum?”, “Partnerimi tatmin edebilir miyim?” gibi düşüncelerle kaygı yaşayabilir. Bu tür endişeler, cinsel rahatlama ve zevk almak yerine, sürekli stres ve baskı yaratır. Bu da cinsel isteksizliği, ereksiyon sorunlarını, orgazm olamama gibi problemlere yol açabilir. Cinsel performans kaygısı, kaygı bozukluğu yaşayan bireylerin yaşadığı en yaygın sorundur.3. Fiziksel Rahatsızlıklar ve Cinsel İşlev BozukluklarıKaygı, vücutta birçok fiziksel belirtiyle kendini gösterebilir. Kaygı ile birlikte yaşanan kas gerginliği, hızlı kalp atışı, terleme ve mide bulantısı gibi fiziksel belirtiler, cinsel ilişki sırasında da hissedilebilir. Bu durum, bireyin cinsel deneyimini olumsuz etkiler. Kaygı sırasında vücudun fiziksel tepkileri, cinsel organlardaki kan akışını engelleyebilir, bu da ereksiyon sorunları ya da vajinal kuruluk gibi cinsel işlev bozukluklarına neden olabilir. Bu tür fiziksel rahatsızlıklar, kaygı bozukluğu olan bireylerin cinsel yaşantılarında engeller yaratır.4. Zihinsel Engeller ve Duygusal UzaklıkKaygı bozukluğu, zihinsel olarak da cinsel deneyimi engelleyebilir. Kaygı yaşayan bireyler, cinsel ilişki sırasında zihinsel olarak rahatlayamayabilirler. Aksine, zihinsel olarak endişe, korku ve stres içinde olabilirler. Kaygı, bireyin cinsellik sırasında partneriyle duygusal olarak bağlantı kurmasını zorlaştırabilir. Cinsel ilişki sırasında “ya bir şey yanlış giderse?” veya “ya istemediğim bir şey olursa?” gibi düşüncelerle meşgul olmak, cinsel rahatlamayı ve zevki engelleyebilir. Bu, zamanla duygusal uzaklığa ve cinsel tatminsizliğe yol açabilir.5. İletişim ProblemleriKaygı bozukluğu yaşayan bireyler, partnerlerine karşı duygusal olarak daha mesafeli olabilirler. Cinsel ilişki sırasında, kaygılı bir kişi, partnerine hislerini tam olarak ifade etmekte zorlanabilir. Kaygı, iletişimi engelleyebilir, çünkü birey kendini ifade etmek yerine kaygılı düşüncelerle meşgul olabilir. Bu da cinsel yaşamda tatminsizliğe neden olabilir. Cinsel ilişki sırasında, bireyler yaşadıkları endişeleri partnerlerine yeterince anlatamayabilirler, bu da duygusal bağın zayıflamasına yol açar.Kaygı Bozukluklarının Tedavi EdilmesiKaygı bozukluklarının cinsel yaşam üzerindeki olumsuz etkilerini anlamak ve tedavi etmek önemlidir. Kaygı bozukluğu tedavi edilmediğinde, bu durum yalnızca bireyin psikolojik sağlığını değil, aynı zamanda cinsel sağlığını da daha da kötüleştirebilir. Kaygıyı tedavi etmek, cinsel işlevi iyileştirebilir ve daha sağlıklı bir cinsel yaşam sağlanabilir.Birçok durumda, psikoterapi ve ilaç tedavisi kaygıyı yönetmeye yardımcı olabilir. Bilişsel davranışçı terapi (BDT), kaygı bozukluğu tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir yaklaşımdır. Bu terapi türü, bireyin olumsuz düşünce kalıplarını değiştirmeye yardımcı olur ve kaygıyı yönetme becerisini geliştirir. Cinsel terapi de kaygı bozukluğu yaşayan bireylerin cinsel işlevlerini iyileştirebilir. Cinsel terapi, cinsellikle ilgili kaygıları ele alarak, bireyin ve partnerinin duygusal bağlarını güçlendirmeyi amaçlar.İlaç tedavisi de kaygıyı hafifletmek için bir seçenek olabilir. Antidepresanlar ve anksiyolitik ilaçlar, kaygıyı kontrol altına alarak, cinsel sağlığı iyileştirebilir. Bununla birlikte, ilaçların yan etkileri de göz önünde bulundurulmalıdır, çünkü bazı ilaçlar cinsel işlev üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir.SonuçKaygı bozuklukları, cinsel yaşamı derinden etkileyebilir. Düşük libido, cinsel performans kaygısı, fiziksel rahatsızlıklar ve zihinsel engeller gibi sorunlar, kaygı bozukluğu yaşayan bireylerde sıkça görülebilir. Ancak kaygı bozukluklarının tedavi edilmesi, cinsel sağlığı iyileştirebilir ve bireylerin daha tatmin edici cinsel deneyimler yaşamasını sağlayabilir. Psikoterapi, ilaç tedavisi, cinsel terapi ve doğru iletişim stratejileri, kaygı bozukluğu olan bireylerin cinsel sağlıklarını geri kazanmalarına yardımcı olabilir. Kaygı bozukluğu yaşayan bireyler için profesyonel destek almak, hem psikolojik hem de cinsel sağlık açısından önemlidir. Yazıyı Oku

Uzman: Selin ARSLAN

Yayınlanma: 13.01.2025