Aşkın ilk evresi, genellikle “balayı dönemi” olarak adlandırılır ve bu dönemde beynimizde dopamin adı verilen bir nörotransmitter* devreye girer. Dopamin, ödül ve zevk merkezlerimizi aktive eder bu da aşık olduğumuz kişiye karşı yoğun bir çekim ve mutluluk hissi yaratır. Aşık olduğumuzda, beynimiz dopamin seviyesini artırarak o kişiye daha fazla bağlanmamızı sağlar. Psikiyatrist Dr. Helen Fisher, aşkın bu ilk evresinin tıpkı bir bağımlılık gibi olduğunu ve dopamin artışının kokain ya da nikotin gibi maddelerin beyinde yarattığı etkilerle benzerlik taşıdığını belirtmektedir.
Nörotransmitterler; nöronların vücutta birbirleriyle iletişim kurmasını sağlayan, kas veya bez hücrelerini uyaran endojen kimyasallardır.
Aşkın ilerleyen evrelerinde, oksitosin ve vazopressin adı verilen iki hormon devreye girer. Oksitosin “aşk hormonu” olarak da bilinir ve partnerimize karşı hissettiğimiz güven, bağlılık ve yakınlık duygularını artırır. Cinsel ilişki sırasında da salgılanan oksitosin, partnerler arasındaki bağın güçlenmesine yardımcı olur. Psikolog Dr. Sue Johnson, oksitosinin ilişkilerdeki duygusal bağları güçlendirdiğini ve güven duygusunun temelini oluşturduğunu vurgular. Vazopressin ise uzun süreli bağlılık ve monogamiyi destekleyen bir hormondur. Bu iki hormon, aşık olduğumuz kişiyle daha derin ve anlamlı bir ilişki kurmamıza katkıda bulunur.
Aşkın beyindeki biyokimyasal süreçlerinde bir diğer önemli oyuncu ise serotonindir. Serotonin, ruh halimizi düzenleyen bir nörotransmitterdir ve aşkın ilk evrelerinde seviyeleri düşebilir. Bu durum, aşık olduğumuz kişiye karşı takıntılı düşüncelere ve sürekli onu düşünme ihtiyacına neden olabilir. Psikiyatrist Dr. Donatella Marazziti, aşkın ilk aşamalarında serotonin seviyelerinin obsesif-kompulsif bozukluğu olan bireylerdekine benzer şekilde düşük olduğunu gözlemlemiştir. Bu, aşkın neden bazen kontrol edilemez bir duygu gibi hissettirdiğini açıklayabilir.
Aşkın beyindeki biyokimyasal süreçleri incelendiğinde, bu duygunun bazı açılardan bir uyuşturucu etkisi yarattığı söylenebilir. Dopamin, oksitosin ve serotonin gibi nörokimyasallar, aşkın etkisini yoğunlaştırır ve adeta bir bağımlılık hissi yaratır. Bu nedenle, aşk acısı çekmek de fiziksel olarak acı verici olabilir, çünkü bu nörokimyasalların ani düşüşü, beynimizde bir boşluk hissi yaratır. Psikiyatrist Dr. Arthur Aron, aşkın beyinde ödül merkezlerini aktive ettiğini ve bunun da tıpkı bir uyuşturucu maddeye duyulan arzu gibi bir etki yarattığını belirtir.
Bu makalede aşkın beyindeki biyokimyasal süreçlerini ve bu konuda uzmanların görüşlerini inceledik. Eğer aşkın nörokimyası hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, blogumuzda yer alan diğer yazılarımızı da okuyabilirsiniz:
Aşk; yalnızca romantik bir duygu değil, aynı zamanda beynimizde gerçekleşen karmaşık biyokimyasal süreçlerin bir ürünüdür. Dopamin, oksitosin, vazopressin ve serotonin gibi nörokimyasallar aşkın farklı evrelerinde önemli roller oynar ve bu duyguya derinlik katar. Aşkın bu bilimsel yönünü anlamak hem kendimizi hem de ilişkilerimizi daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Psikologlar ve psikiyatristler, aşkın biyokimyasal temellerini araştırarak, bu duygunun neden bu kadar güçlü ve bazen de kontrol edilmesi zor olduğunu daha iyi anlamamıza olanak sağlar.