Endişelenmek, kaygılanmak insanın en doğal duygu ve tepkilerinden birisidir. Özellikle stres anında, heyecanlı durumlarda, önemli kararlar verilirken ya da iş yapılırken bireyin kaygı hissetmesi oldukça olağandır. Akademik yaşantıda ise o durumun getirdiği koşullar çerçevesinde öğrencinin stres yaşaması kaçınılmazdır. Bu stres bir öğrencinin hayatında iyi yönetilemez ise tüm akademik yaşantısı boyunca kişi kaygı bozukluğu yaşayabilir hatta ileri seviyelerde ileri ki hayatını etkileyecek travmaya kadar dönebilir.
Genellikle yüksek stres, korku, heyecan anında ya da sonrasında psikolojik ve fiziksel etkiyle gelen duruma kaygı denir. Kaygı, küçük yaşlardan itibaren öğrendiğimiz ve hayatta baş etmek için uğraştığımız en büyük etkilerden bir tanesidir. Bu kaygı durumuna uzun süre boyunca maruz kaldığımız zaman, artık vücudumuz psikolojik olarak değil fiziksel olarak tepki vermeye başlar. Fiziksel tepkiler ortaya çıktığı andan itibaren daha çok kaygı ve endişe duymaya başlarız. İşte bu noktada kaygı bozukluğu dediğimiz olay gerçekleşmeye başlar.
En önemli kaygı bozukluğu belirtileri ise şöyledir:
Sıcak basması
Kasların kasılması
Mide bulantısı
Kalp atışlarında hızlanma ve kan basıncında artış
Baş dönmesi ve sersemlik hissi
Üşüme, soğuk terleme ve titreme
İnsan vücudu iki temel üzerine çalışmaktadır. Bunlar zihin ve bedendir. Bizler zihnimiz ve bedenimiz sayesinde bizi insan yapan ve diğer canlılardan ayıran üç özelliğe kavuşmuş oluyoruz; Düşünce – Duygu – Davranış. Bu üçleme, hayatımız boyunca bütün kararlarımızı etkileyen, kendimizi geliştiren, nasıl biri olduğumuzu etki eden aynı zamanda tüm yaşantımızı belirleyen en önemli unsurdur. Beden yönünden üçlemeye en çok etki eden olgu hormonlardır. Herhangi bir durumda salgıladığımız hormon, beyin sayesinde zihnimize anlam kazanır ve özellikle duygularımızı, hissettiklerimizi ve sonucunda davranışlarımızı oluşturur.
Bir insan stres ve yoğun kaygı altındayken vücut yüksek miktarda adrenalin hormonu salgılar. Bu durum bizim psikoloji olarak yüksek derecede korku ve endişe duymamıza yol açar. Birey bu kaygı ortamında uzun süre bulunur ve süreç devam ederse bir noktadan sonra birey zihinden bedene geçiş yaparak fiziksel tepkiler verecektir. Bu fiziksel tepki evrimsel süreç boyunca atalarımızdan bize kalan “Savaş ya da Kaç” mekanizması olarak adlandırılır. Beyin salgılanan hormonla beraber gelen yüksek stres ve kaygıyı hayati bir tehlike olarak algılar ve vücudumuzu kaçmamız için fiziksel olarak hazırlar.
Hazırlık süreci şöyle gelişir;
Vücut kendini ısıtmak için derecesini arttırır. (Sıcak basması)
Daha sonra hızlı hareket edebilmek için kaslar çalışır ve kasılmaya başlar. (Kas kasılmaları)
Bunun sonucunda bütün enerji midede toplanır. (Mide bulantısı)
Daha fazla enerji için kalp daha hızlı atmaya başlar ve biraz da olsa kan basıncını yani tansiyonu arttır. (hızlı kalp atışı)
Ciğerler daha fazla oksijen için refleks olarak hızlı bir şekilde nefes alınmasını sağlar. (yoğun oksijen sonucu baş dönmesi)
Tüm bunların sonucunda vücut soğur ve normal akışına dönmek için vücut ısısını düşürmeye başlar. (üşüme, titreme)
Günümüzde ise kaygı duyulan anda yaşanan tüm fiziksel olaylar aslında eski zamanlarda atalarımızın hayatta kalabilmesi için en önemli tepkiydi. Zaman geçtikçe, insanlar bir arada yaşayıp uygar toplumları oluşturdukça vahşi yaşamda ihtiyaç duyulan bu özellik zamanla körelmiştir. Ne yazık ki, beynin adaptasyonu ve vücut gelişimleri insanoğlununkine nazaran daha yavaş olduğu için yüksek stres ve kaygı anlarında birey için hayati bir tehlike varmış gibi algılayarak vücuda sinyal gönderir. Bizler de fiziksel tepki sırasında ne olduğunu anlayamayız ve daha çok kaygı hissederiz. Bunun neticesinde de kaygı bozukluğu dediğimiz psikolojik rahatsızlık ortaya çıkar.
Kaygı bozukluğu, insan yaşatışında ne olursa olsun günlük hayat kalitesini oldukça etkileyen ve düşüren bir durumdur. Bu duruma akademik hayatın içinden bakacak olursak öğrencilerin yaşadıkları stres düzeyleri ve kaygılar onları kaygı bozukluğuna doğru ittiğini göstermektedir. Özellikle sınav stresleri, başarı kaygısı, rekabet ortamı, özgüven gibi belli başlı konular öğrencilerin başlıca kaygı problemleri arasında yerini almaktadır. Öğrencilik döneminde yaş gruplarına göre farklılık gösteren stres ve kaygı düzeyleri olsa da en çok kaygı bozukluğu lise ve üniversite sınavları öncesi görülmektedir. Sınav ve gelecek kaygısı ile ortaya çıkan bu durum zaman geçtikçe kaygı bozukluğu rahatsızlığına kadar gidebilmektedir. Toplum şartlarına bakacak olursa bir kişinin genellikle yeterlilik duygusu öğrencilik yıllarında gelişir. Özellikle akademide verilen derslerin başarısına göre bir yeterlilik sıralaması sağlandığı için öğrenci kendini yeterli hissetmek için bu sıralamanın en üstünde olmayı amaçlamıştır. Yapılan bilimsel araştırmalara göre, bir öğrenci bu sıralamanın aşağılarına düştükçe kendine olan güvenini ve yeterlilik hissini kaybetmeye başlar. Bu durum öğrenci için gelecek kaygısını oluşturarak onu kaygı bozukluğuna sürükleyecektir. Öğrenci eğer çalışır ve başarılı olduğunu görürse bu kaygıdan zamanla arınacaktır. Lakin öğrencilerin büyük bir kısmı özellikle ergen yaş gruplarında, çalışmaların bırakıldığı, ağır bir yetersizlik hissi ile kaygı bozukluğunun yaşandığı görülmüştür. Çeşitli çalışma programları ile öğrencilerin çalışma motivasyonu yerine gelse de bazı öğrenciler kaygı bozukluğunun ve yetersizlik hissinin de getirdiği majör depresyona varan rahatsızlıklar geçirebilir. Bu durum da öğrencinin kendi yetişkinlik hayatında çeşitli travmalarına sebep olabilmektedir. Bütün bunların yanı sıra yapılan bazı araştırmalar bu başarı sırasının üstünde olanların da kaygı bozukluğu yaşayabileceklerini göstermiştir. Çünkü üst sıralarda olmak öğrencilere rekabet duygusunu kazandırır. Bu rekabet duygusu motivasyon için çok önemli olsa da ileri derecede hırs yapan ve teşvik edilen öğrencilerin kaygı düzeylerinin oldukça yüksek olduğu saptanmıştır. Başarma arzusu ve rekabet ileri boyutlara taşındığı zaman öğrencilerde, “en iyi olma” kaygısı giderek artar ve bu durum kaygı bozukluğuna yol açar. Aynı zamanda uzun süreli kaygı bozukluklarının yanında takıntı dediğimiz obsesif bozukluk ve majör depresyon görülebilir.
Öğrencilerin kaygı bozukluğu ile başa çıkmasında en öncelikli rol aile bireylerin düşmektedir. Ebeveynler her daim çocuklarının yeterliliklerinin sadece okul – sınav – akademi başarı ile ölçülmeyeceğini, bireysel olarak gayet yeterli ve güvende olduklarını söyleyerek, hissettirerek destek olmaları gerekmektedir. Bir rehber öğretmenden çocukları için çalışma programı ve motivasyon talep edebilirler. Bunların yanı sıra okullarda ki rekabet ortamının en aza indirilmesi ve rekabetin motivasyon için canlı tutulmasını sağlamak gerekmektedir. Öğrenci kişisel olarak kendini gerçekten kötü hissediyor ve çıkmaza girdiğini düşünüyorsa aile tarafından iyi gözlemlenmeli ve mutlaka bir uzmana ya da doktora danışılmalıdır. ne kadar erken fark edilirse hem aile için hem de öğrenci için kaygı bozukluğu durumu çok daha kolay bir şekilde atlatılabilir. Öğrenci ve ergen yaş grupları ile ilgilenen bir uzmandan alınan destek öğrenci için en olumlu sonucu doğuracaktır. Çünkü uzman kişi gerekirse terapi yaparak kaygının kökenine inebilir ve kaygı bozukluğu rahatsızlığını tedavi edebilir. Bu durum ileri seviyelerde görülüyorsa gerekirse ilaç tedavisine başlanabilir. Böylelikle hızlı bir tedavi süreci ile öğrencinin adaptasyonu, motivasyonu tekrardan kazandırılabilir.