Stresin kaslarımızdaki gerilimi arttırdığını, terleme hızımızı yükselttiğini, hızlı ve yüzeysel nefes alışımızı arttırdığını ve genel psikolojik durumumuzu kötü etkilediğini hepiniz duymuşsunuzdur. Peki stresin pek çok tıbbi hastalığın da sebebi olduğunu biliyor muydunuz? Stres bağışıklık sistemimizi pek çok açıdan zayıflatarak bizi kanser gibi tıbbi hastalıklara ve pek çok olumsuz koşullara karşı savunmasız hale getirir. Dolayısıyla sağlıklı olmamız açısından fiziksel dayanıklılık ile psikolojik iyi oluş birçok durumda birbiriyle ilişki içerisindedir. Şimdi bu konuyu hemen hemen herkesin çevresinde gözlemleyebileceği bir örnekle açıklayalım:
Zihin ve Beden Birbiriyle İlişkili mi?
Ahmet Bey birkaç ay önce eşini kaybetmişti ve uzun süredir onun ardından yas tutmaktaydı. Kendisini çok kötü hissettiğini ve dünyaya karşı adalet algısının yok olduğunu söylüyordu. Yalnızlık artık onun için günlük hayatının bir parçası olmuştu. Çoğu zaman sabahlara kadar uykusu gelmiyor ve gecelerini ağlamakla geçiriyordu. Aradan çok kısa bir zaman geçmişti ki Ahmet Bey’in gece evinde yalnız başına kalp krizi geçirip öldüğü haberi alındı. Fakat onu tanıyanlar Ahmet Bey’in son birkaç aydır psikolojik olarak zaten “kalp krizi” geçirdiğini biliyordu. Siz de hayatınızda buna benzer birçok olaya şahit olmuşsunuzdur. Uzun ve yoğun bir stres altında yaşayan kişilerin çoğu zaman fiziksel olarak ne kadar iyi göründüklerinin bir önemi yoktur. Hayat devam etmektedir ve Ahmet Bey’in durumunda olduğu gibi stresin olumsuz sonuçları her an galip gelebilir! Bu durum bize aslında zihin ve bedenimizin çoğu zaman birbiriyle ilişkili olduğunu ve birinin ötekini etkileyebileceğini göstermektedir.
İşte psikosomatik hastalıklar da zihin ve bedenimizin etkileşimi nedeniyle ortaya çıkan hastalıklardır. Ahmet Bey’in kalp krizi geçirmeden önce uzun bir süre yaşama karşı kalp kırıklığıyla mücadele ettiğini hatırlayın! Bu gibi bazı durumlarda zihnimiz bedenimizi pek çok hastalığa karşı yatkın hale getirir. Psikosomatik hastalıkların fiziksel tarafıyla ilgili kolayca gözlem yapabilirsiniz, fakat psikolojik kısmı o kadar kolay fark edilmeyebilir. Örneğin nezle, bağışıklık sistemimizin etkinliğini düşürerek bizi soğuk algınlığı virüslerine karşı savunmasız hale getiren psikolojik stresin bir sonucu olabilir. Psikolojik stres aynı zamanda vücudumuzdaki belli başlı vitaminlerin azalmasına sebep olabilir. Bağışıklık sistemimizin çalışması için gerekli olan bu vitaminlerin yokluğunda da vücudumuz soğuk algınlığı virüsleriyle etkili bir şekilde mücadele edemeyebilir.
Psikosomatik hastalıklar psikojenik ya da somatojenik olabilir. Psikojenik, duygusal ve psikolojik bir stres nedeniyle ortaya çıkan fiziksel hastalıklara denir. Örneğin astım psikojenik bir hastalıktır. Bu durumda hastalığa yol açan herhangi bir mikroorganizma vücuda girmez. O halde nasıl oluyor da hastalık meydana gelebiliyor? Zihniniz fizyolojinizi değiştiriyor! Böylece vücudunuzun bazı bölümlerinde hastalık meydana gelebiliyor.
Zihninizin ve bakış açınızın, mikroplardan kaynaklanan bazı hastalıklara karşı bedeninizi savunmasız hale getirdiğini ve hastalandığınızı düşünün. Bu durumda somatojenik bir rahatsızlığa sahipsiniz demektir. Örneğin sürekli duymaya alışık olduğumuz çeşitli kanser türleri ve eklem iltihaplarının somatojenik olduğu düşünülmektedir.
Stres seviyenizi düşürerek bağışıklık sisteminizin etkinliğini artırabileceğinizi biliyor muydunuz? Yapılan araştırmalar eğlenceli videolar izleyen üniversite öğrencilerinin, çalışırken rahatlatıcı müzikler dinleyen işçilerin, hayata daha iyimser bakmayı öğrenen ve hem psikolojik hem sosyal destek alan göğüs kanseri kadınların daha güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olduğunu göstermiştir. Çoğu uzman hiçbir hastalığın stresin etkisinden tamamen bağımsız olmadığını söylemektedir. Stres ile bu bulgular arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için bağışıklık sistemimize kısaca göz atalım:
Akyuvarlar
Bağışıklık sistemimizin en önemli parçalarından biri akyuvarlardır. Vücudumuzda 1 trilyona yakın akyuvar bulunur. Akyuvarları üç grupta inceleyebiliriz: Fagositler ve iki çeşit lenfosit. Bu lenfositlere de T ve B hücreleri adı verilir. Her üçü de ortak bir özelliğe sahiptir: Vücudumuza giren yabancı maddeleri tanıyıp yok etmek! Örneğin vücudunuza girmeye çalışan bir virüs olduğunu düşünün. Öncelikle fagositler tarafından etrafı kuşatılan bu virüsün büyük bir kısmı yok edilir. Bu esnada T hücrelerinin bir kısmı virüsü tanır ve diğer bir kısmı da bu virüsler tarafından işgal edilen hücrelerin zarlarını delerek çoğalmalarını engeller. B hücreleri ise virüslerin olduğu yere giden ve onları etkisiz hale getiren bazı antikorlar üretir. Dolayısıyla akyuvarların sayısındaki bir azalma sağlığınızı tehlikeye atabilir. Stresin de zaten tam olarak böyle bir etkisi vardır. O halde stresin olumsuz sonuçlarıyla karşılaşmadan önce hem fiziksel hem psikolojik sağlığımızı koruyabilmek için uzmanlardan yeterli desteği almayı unutmayalım.
Kanserin ne kadar ciddi ve ölümcül bir hastalık olduğunu hepimiz biliyoruz. Daha az bilinen şey ise hem kanserden korunma hem de kanser tedavisinin başarısının stres seviyesi ile ilişkili olmasıdır. Kanser, kanserojen maddelerin sindirim ve solunum yoluyla vücuda alınması ya da bazı virüslerin hücrelere girmesi ile meydana gelir. Böylece hücreler kontrolsüz bir şekilde çoğalarak tümörlerin oluşmasına neden olur. Vücudunuzda virüslerin neden olduğu bir kanserin geliştiğini düşünün. Bu durumda bağışıklık sisteminizde oldukça önemli bir rol alan lenfositler göreve çağrılır. T lenfositlerinin mutasyona uğramış hücreleri çoğalmadan önce yok ettiğini hatırlayın. Daha önemli bir konu, T lenfositlerinin sayısının strese maruz kaldığınız durumda azalmasıdır. Aynı doğrultuda, eğer T lenfositlerin sayısını artırmak istiyorsanız rahatlama ve görselleştirme tekniklerinden faydalanabilir, olumlu sosyal ilişkiler geliştirebilmek için gerekli becerileri öğrenebilirsiniz. Bu teknik ve becerilerin kanser hastalarında bile iyileşme sürecini hızlandırdığını da buradan hatırlatmış olalım. Teknikleri doğru bir şekilde öğrenmek ve etkili bir şekilde kullanabilmek için de uzmanlara danışmanın önemini vurgulayalım.
Stresle başa çıkma sürecinde uzmanlardan yeterli desteği almayan ve gerekli becerileri öğrenmeyen kişiler olduğu kadar aynı stres kaynağına daha farklı ve olumsuz tepkiler verenler de var. İşte bu kişiler kansere eğilimli kişilik tipine sahip olabilir! Peki kansere eğilimli kişiliklerin ne tür özellikleri var? Öncelikle bu bireyler, dargınlıklarını kolayca unutamayan ve geçmiş yaşantılarıyla ilişkili olarak hem kendilerini hem de diğer insanları bağışlayabilme konusunda yetersiz olan bir kişiliğe sahip. Ayrıca başlarına gelen olaylarla ilgili kendilerine sürekli acıyorlar ve benlik saygıları da oldukça düşük. Son olarak diğer kişilerle anlamlı sosyal ilişkiler yürütebilme konusunda da becerikli değiller. Peki kansere eğilimli kişiliğe sahip olmak bizim kaderimiz mi? Elbette hayır! Bu olumsuz özelliklerin her birini tersine çevirmek ve kansere eğilimli kişiliğe sahip olmak ya da olmamak bizim elimizde! Maruz kaldığımız stres kaynaklarını doğru bir şekilde yorumlayarak etkili adımlar atabilir ve hayatımıza daha sağlıklı bir şekilde devam edebiliriz. Bunun için uzmanlardan destek alabilir, sosyal ilişkilerimizi geliştirebilir ve rahatlama tekniklerini kullanabiliriz.